Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami KOHEN

TÜRKİYE'nin sandalyesi boş kalınca, Konferansın kendisi de boş oluyor!
Bunu artık AB ülkelerinin yetkilileri ve yorumcuları da açıkça söylüyorlar. "Independent" gazetesinin deyişi ile, "Türkiye'nin gelmemesi ile, Konferans anlamını yitirdi."
Bugün Londra'da 26 (15'i AB üyesi, 11'i de aday) ülkenin katılımı ile yapılacak zirve, "Avrupa tarihinin en pahalı toplantısı" olarak nitelendiriliyor. Liderlerin sadece 3 saat için bir araya gelip, aslında "sudan" sayılacak konuları görüşmeleri, bir milyon sterline (380 milyar TL) mal olacak!
Evet, Türkiye'siz zirvede ele alınacak başlıca konular, Avrupa'da uyuşturucu kaçakçılığı, hırsızlık ve örgütlü suç, bir de çevre sorunları...
Oysa "Avrupa Konferansı" adayların AB üyeliği yoluna girmelerini sağlayacak bir ortak egzersiz olarak düşünülmüştü. Açıkçası bu Konferans fikri, Türkiye'nin adaylığı kesinleşen 11 "başvuru sahibi ülke" arasında yer almasını amaçlayan bir "Fransız kreasyonu" idi. Yani bu genişletilmiş Konferans, aday statüsü verilmeyen ve farklı bir sandalyeye oturtulmak istenen Türkiye'nin gönlünü almak ve Ankara'ya "bakın siz de bu camianın içindesiniz, dışlanmıyorsunuz" mesajını vermek için uydurulmuş bir şeydi!
* * *
TÜRKİYE Lüksemburg zirvesinde kendisine layık görülmeyen "eşit aday" statüsü tanınmadığı sürece, bu Konferansa katılmayacağını daha ilk günden ilan etti. AB yöneticileri ve dönem Başkanı İngiltere'den Fransa ve İspanya'ya kadar çeşitli üye ülkelerin ısrarı, Türk hükümetini kararından vazgeçirtemedi.
Bu kararın iyi mi, kötü mü olduğu tartışmasına girmeye artık gerek yok. Hükümet kararını kesin bir şekilde açıkladıktan sonra, zaten geri dönüş yapamazdı. Bu bir prensip ve bir onur meselesi oldu.
Şimdi Avrupalı dostlar, bu kadar umut bağlanan Konferanstaki boş sandalyeye bakıp, bu toplantının ne kadar boş geçeceğini - üzülerek - görüyorlar.
Hatta bazısı, "böyle olacağını bilseydik, bu pahalı işe hiç girişmezdik" diyor. Öyle ya, Avrupa'daki kaçakçılıktan veya hava kirlenmesinden söz etmek için, 26 ülke liderinin Londra'da toplanmasına hiç gerek var mıydı?
Ama bu konuya daha ciddi eğilenler, pahalıya mal olan hususun Konferansın parasal maliyetinden çok, AB'nin itibarı ve "genişleme politikası"nın geleceği olduğunun farkındalar.
* * *
TÜRKİYE'nin Konferansa gitmemesi, en azından AB içinde birçok ülke yetkililerinin, Lüksemburg zirvesinde alınan kararın yanlış olduğunu anlamalarını ve bunu alenen kabul etmelerini sağlamıştır. Türk diplomasisinin bu işten kazancı budur.
Bugün AB, Türkiye'ye diğer başvuru sahibi ülkeler gibi, eşit aday statüsü verilmediği sürece, Ankara'nın bu pozisyonundan hiç kıpırdamayacağı sonucunu çıkarmış olmalı. AB tutumunu değiştirmedikçe, Türkiye ne bu Konferansa, ne bundan sonrakilere katılır. Zaten özellikle Türkiye için düşünülen böyle bir toplantının, ilerde Türkiye'siz devam etmesi şansı da oldukça zayıftır.
AB, Lüksemburg zirvesindeki kararını değiştirebilir mi? Bu da çok zor. Bunun işaretini ancak önümüzdeki Haziran'da Cardiff'te yapılacak AB zirvesinde alabileceğiz.
Şu anda AB Türkiye'ye karşı tutumunu yumuşatma eğiliminde görülüyor. Komisyonun geçen hafta yayınladığı "Türkiye İçin Avrupa Stratejisi" raporu, bu açıdan olumlu bir gelişme sayılabilir. Raporda AB - Türkiye ilişkilerinin çeşitli alanlarda geliştirilmesi tavsiye ediliyor ve bu arada koşulsuz olarak Türkiye'ye mali destek konusunda uygulanan kısıtlamaların kaldırılması isteniyor.
Tabii bunun söylenmesi kadar, yapılması da önemli. Bakalım AB içinde, Lüksemburg'da kendisini belli eden zihniyet ve engeller (örneğin Yunan ve Alman engeli) aşılabilecek mi? Chirac'ın, Blair'in, Aznar'ın, Dini'nin görüşleri ve vaatleri gerçekleşebilecek mi? Ve en önemlisi, AB temelde, Türkiye'yi diğer adaylardan ayrı ve onların gerisinde görmekten vazgeçecek mi?
Bundan sonraki toplantıların Türkiye'siz ve boş geçmemesi buna bağlı...


Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr