Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ankara’da şu sıralarda birçok büyükelçilikte nöbet değişimi yaşanıyor. Yeni gelen bir diplomatla önceki gün konuşuyorduk. “Türkiye’de hayatın sıkıcı olmayacağı söylenmişti,  ama bu kadar heyecanlı olacağını tahmin etmedim” diye takıldı bize.
Kapatma davası, Ergenekon derken diplomatların dikkati bu kez de Deniz Feneri davası ve Başbakan Erdoğan’ın buna dayanarak Aydın Doğan’a yönelttiği suçlamalar üzerinde yoğunlaşmış durumda.
Konuya basit bir hükümet-medya patronu kavgası olarak da bakılmıyor. Çünkü olayın AB’yi ciddi şekilde ilgilendiren boyutları da var ki, Avrupalı diplomatların Türkiye’den gelen uyarılar üzerine, bunların üzerinde daha fazla durmaya başladıklarını görüyoruz.
Kısacası, Erdoğan’ın sert çıkışları AB açısından çok önemsenen “basın özgürlüğü” konusuna dokunmakla kalmıyor. Bilindiği gibi, “Türkiye” denince AB’nin üzerinde en çok durduğu konuların arasında aynı zamanda “yolsuzlukla mücadele” yer alıyor.

AKP kabul etmek zorunda
AB’nin, Bulgaristan ve Romanya gibi üyelerini bu açıdan projektörün altında tuttuğu bir sırada, Türkiye’yi ilgilendiren bir yolsuzluk davasıyla ilgilenmemesi da zaten normal olmazdı. Özetle, kapatma davasında olduğu gibi, burada da bir “iç işlere müdahale” söz konusu değil. Zira Türkiye tam üyelik müzakeresi yürüten bir ülke.
AB bu nedenle bu konularla yakından ilgilenmek zorunda. Kapatma davası sırasında Avrupa’nın ilgisinden ve desteğinden memnun olan AKP de, bu nedenle, “tutarlılık” adına bunu kabul etmek zorunda.
Ancak, Başbakan Erdoğan’ın bu son sert ve anlaşılmaz yaklaşımı nedeniyle, hükümetin -başta “Kopenhag Kriterleri'ne uyum” konusunda olmak üzere- taahhütlerine ne kadar sadık kaldığı AB çevrelerinde iyice sorgulanmaya başlandı. 

Türkiye acelesi yok gibi davranıyor
Gerçi hükümetin şu sıralarda “Ulusal Program” üzerinde çalıştığı bu çevrelerde not ediliyor. Fakat bir diplomatın ifadesiyle, Türkiye hiç de öyle önümüzdeki birkaç yıl içinde AB üyesi olmak isteyen bir ülke görüntüsü yansıtmıyor. Aksine, bu konuda fazla bir acelesi yokmuş gibi davranıyor.
Özetle, AB’li yetkililer AKP’den bu konuda bekledikleri şevki hâlâ göremiyorlar. Ulusal Program’daki bazı vaatler konusunda kabinenin içinden dahi itirazların geldiğine dair haberler ise güveni iyice sarsıyor.
Oysa kapatma davası sonrasında hükümetten reformlar konusunda gözle görülür bir atılım bekleniyordu. AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in bundan kısa bir süre önce Milliyet için yazdıkları da bu beklentiyi teyit eder nitelikte. 

Yolsuzlukla mücadele etmeli
Rehn’in yazısının ana temasını, “Hükümetin reformlar konusunda harekete geçmesini hâlâ bekliyoruz” şeklinde özetlemek de mümkün. Brüksel’den yansıyanlara bakılacak olursa,  TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ile hafta başında görüşen Rehn, bu yaklaşımını orada da yansıtmış.
Uzun lafın kısası, AB perspektifine bağlı olduğunu sık sık tekrarlayan Başbakan’dan şu aşamada beklenen, bu perspektifi işin ruhuna uygun bir şekilde canlı tutup olgunlaştırmasıdır.  AB açısından temel kriterler arasında yer alan basın özgürlüğünü geriletmeye çalışması veya yolsuzlukla mücadeleyi sulandırmaya kalkışması değil.