Sinan Genim

Sinan Genim

sinan@sinangenim.com

Tüm Yazıları

Bir şehrin kimliğini belirten en önemli varlık, anıtsal yapıları değil, sivil mimari örnekleridir. Bir süre yönetimin başında bulunan kişiler ve sülalelerin beğenisi doğrultusunda yapılan anıtsal yapılar o şehrin egemen nüfusunun kimliğini belirtmez. Şehrin gerçek kimliği yaygın olarak görülen sokakların oluşumu ve de evlerle ortaya çıkar. Ne yazık ki İstanbul bu kimliğini kaybetti

 

İstanbul’da nerede ise XVIII. yüzyıla ait bir sivil mimarlık örneği kalmadı gibi, ancak iki yapı var ki tüm vurdum duymazlığımıza rağmen yok olmamak için direniyor. Ne yazık ki bu iki yapı da sözde devletin koruması altında, üstelik birinin tam mülkiyeti, diğerinin ise karar verme hakkı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde. Çoğunluk ise ne olduğu, hangi mimari özelliklere sahip olduğu belirsiz olan XX. yüzyıl yapılarını koruma kavgasının peşinde...

Haberin Devamı

İstanbul’da tüm olumsuzluklara rağmen varlığını sürdürmeye çalışan yapılardan biri çok uzun süredir, sözde bir koruma perdesi arkasına kapatılarak gözlerden uzak tutulmaya çalışılan 1699 yapım tarihli Anadoluhisar Amcazade Hüseyin Paşa Divanhanesi.
Diğeri ise Bebek’te Yoğurtçu Zülfü Sokak’tan cephe alan üç katlı Kavafyan Konağı. 1980’li yılların başında mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçen bu yapı aradan geçen kırk yıla yakın bir süredir, onarım ve hayata katılmayı bekliyor, anlaşılan uzun bir süre daha beklemeye devam edecek.

Bebek iskânı

XVII. yüzyıl ortalarındaki İstanbul’u anlatan Evliya Çelebi, Bebek’te bir iskân olduğundan söz etmez; “Arnavutköy’den sonra saraya ait Hasan Halife Bağı vardır. Bunu geçince Bebek Bahçesi gelir Sultan Selim Han’ın bir kasrı vardır, o kadar mamur değildir, bağdır, ancak büyük serviler vardır” demektedir. Bebek Sultan III. Ahmed döneminde yerleşime açılır. Sarraf Hovhannesyan’ın anlattığına göre; dönemin sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa, Galata voyvodasının Bebek üzerinde olan yetkisini kaldırarak, bölgede Hümayunâbâd adı ile tanınan bir sahilsaray, hamam, cami ve çarşı inşa ettirir. Sahil boyunca uzanan ve Geleneksel Türk Sivil Mimarisi’nin en güzel yapılarından biri olarak bilinen Hümayunâbâd Kasrı ve onu çevreleyen hasbahçenin gerisinde kalan alan kısa süre içinde Türk, Rum, Ermeni ve Museviler tarafından isk â n edilir. XIX. yüzyıl başlarından itibaren kozmopolit yapısı nedeniyle özellikle vadi içi, İstanbul’a yerleşen Batılıların tercih ettiği bir semt hâline gelir.

Haberin Devamı

Her mimar bu yapıyı tanımalı

Rahmetli Hocam Sedad Hakkı Eldem’in dikkatle incelenmesi gerektiğini söylediği bu konağı, ilk olarak 1960’lı yılların ortalarında gezmiş, evin içinde yaşamakta olan Kavafyan Ailesi mensuplarının büyük bir ilgisiyle karşılanmıştım. İkinci kere bu yapıyı gezmem ve detaylı fotoğraflarını çekmem, sevgili Hocam Nurhan Atasoy sayesinde oldu. 1975 yılı yaz aylarında birlikte gezdiğimiz ve nerede ise bütün bir gün büyük bir ilgiyle misafir edildiğimiz bu ev ve süslemelerinin önemi hakkında yazdığı geniş bir makalesi bulunmaktadır.

Konakta hayat

Gezimiz sırasında bu evde büyümüş seksen beş yaşındaki ev sahibesinin anlattığına göre bu evi yaptıran Eğin’den gelme bir Ermeniymiş ve ikinci karısı öldüğü sırada doksan yaşlarındaymış, üçüncü evliliğinden önce yeni gelin için bahçeye uzanan, yeni bir bölüm, gelin odası yaptırmış. Biraz da mübalağa içeren bu anlatı sırasında, yaşlı Ermeni’nin bu yeni hanımdan üç çocuğu daha olduğunu ilave etmişti.

Haberin Devamı

Kavafyan Konağı’nın döneminde çok sayıda benzeri olan herhangi bir Türk Evi’nden farkı yoktur. Bu tür yapılara “Orta Sofalı” ev denir. Orta ve üst katında sofanın dört köşesi 45 derece pahlı olup, karşılıklı iki eyvan bulunmaktadır. Sofanın eyvanlara dik istikametindeki iki mekânın arka bahçeye bakan bölümünde katları birbirine bağlayan merdiven yer almaktadır. Merdivenin karşısında ise yan sokağa bakan küçük bir oda bulunmaktadır.

Şehrin kimliğini belirleyen yapılar

'Gelin Odası'

Konağın yamaca bakan güney tarafında Sultan II. Mahmud döneminde ilave edilen, kubbeli “Gelin Odası” hariç, yapı orijinal plan özelliklerini olduğu gibi muhafaza etmektedir. Sedad Hakkı Eldem, günümüze erişen bu yapının harem binası olduğunu, selamlık binasının ise ayrı bir yapı şeklinde manzaraya daha hâkim olacak şekilde, bahçenin üst köşesinde yer almış olduğunu ama ne yazık ki bir süre önce yıkılarak yok olduğunu anlatır.

Kavafyan Konağı’nın gerek sofaları gerekse odaları kalem işi süslemeler ile bezenmiştir. Ancak hiç tartışmasız en muhteşem oda, Gelin Odası’dır. Ahşap konstrüksiyon ile oluşturulan ve üzeri sıvanan kubbenin içinde manzara görüntüleri yer almaktadır. Kubbenin eteğinde ve bazı manzara görüntüleri içinde insan figürlerine de yer verilmiştir. Atlara binmiş süvariler, tek atlı arabalar, yelken açmış tekneler, bize bir dönemin hikâyelerini aktarıyor. Kubbenin orta bölümünü kaplayan bulutlu gökyüzünde ise kuşlar uçmaktalar. Gelin Odası’nın girişinin sağındaki niş içinde ise Batı bahçelerini hatırlatan, benzerlerine Topkapı Sarayı Harem Dairesi ile Çengelköy Sadullah Paşa Yalısı’nda rastladığımız büyük bir bahçe görünümü bulunmaktadır.

Neyi koruyoruz?

Kavafyan Konağı’nın en önemli özelliklerinden biri de artık İstanbul’da bir benzeri bulunmayan tepe pencereli yapılardan biri olmasıdır. Geçen yüzyılın başlarında hem sur içinde hem de Boğaz köylerinin pek çoğunda benzerleri bulunan XVII. veya XVIII. yüzyıldan kalan evlere rastlamak ne yazık ki artık, fotoğrafları dışında mümkün değil.

Bir şehrin kimliğini belirten en önemli varlık, anıtsal yapıları değil, sivil mimari örnekleridir. Bir süre yönetimin başında bulunan kişiler ve sülalelerin beğenisi doğrultusunda yapılan anıtsal yapılar o şehrin egemen nüfusunun kimliğini belirtmez. Şehrin gerçek kimliği yaygın olarak görülen sokakların oluşumu ve de evlerle ortaya çıkar. Ne yazık ki İstanbul bu kimliğini kaybetti. Artık sağda solda tek tük kalan kimliksiz, çoğunun ahşap olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan kozmopolit bir kültürün geç örneklerini korumayı, koruma adı altında yaşayanlara eziyet etmeyi marifet sanıyoruz.
Bir süre önce yap işlet devret usulü ile özel sektöre      devredilen Kavafyan Konağı’nı en kısa süre içinde onarıp, bu şehrin geçmişine ait bir kültür öğesi olarak yaşayanların beğenisine sunmanın ilgililerin en önemli görevi olduğunu hatırlatmak isterim. Geçmişte olduğu gibi bu yapı yok olduktan sonra ah vah etmenin hiçbirimize bir faydası olmayacak.

Şehrin kimliğini belirleyen yapılar