Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Tunca BENGİN

       Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e eleştiri:
       ‘Meclise gelmiyor. Türkiye’nin dış politikaları hakkında bilgi vermiyor.’
       Bu sözler muhalif milletvekillerine değil, hükümet ortağı ANAP’lı Bülent Akarcalı’ya ait. Malumunuz, TBMM’nin yeni salonu yine gündemde. DSP’li Ahmet Tan, muhalefetin hatip kürsüsü yeradığı gerekçesiyle değiştirilmesini istediğini yazdı. Akarcalı, ise ‘Şu ana kadar kürsü güvensizliği ortaya çıkmadı. Neredeyse altı aydır Meclis’te ciddi tartışma olmadı. Olacak ama; bakan arkadaşlar gelmiyor’ diyor.
       Özellikle hangi bakan bekleniyor?
       “Net bir şekilde söyleyeyim; Türkiye’nin dış politikası konusunda bihaberiz. Helsinki’de karar alındı, şu ana kadar ne yapıldı ne elde edildi bilgimiz yok. Yorgo Papandreu bizden daha fazla bilgili. Milletvekilleri, Dışişleri Komisyonu üyeleri dahi Türkiye’nin dış politikası hakkında gazetelerde ne yazıyorsa ancak o kadar bilgi sahibi."
       ANAP grubunda konu dile getirildi mi?
       “Getiriyoruz, kendisine haber gönderiyoruz, TBMM’ne ilgi göstermiyor."
       Mesut Bey ne diyor?
       “Ne desin, artık her yangına su yetiştirecek itfaiyeci değil. Yani sayın Başbakan bazı konularda bizi itham ediyor, dış politika konusunda ise bizim en ufak bilgimiz yok. Başka partilerin eksikliği görüldüğü kadar, her siyasi parti kendi özeleştirisini de yapmalı. Enerji konusunda Cumhur Ersümer’in Meclis’e verdiği bilginin onda biri dış politikada verilse kabul edeceğiz."
       Bu durum krize neden olur mu?
       “Hayır, hükümetin devamı herşeyin üstünde. Bunlar samimi, dost, arkadaşca uyarılar. Dışişleri Meclis’i arkasına aldığı ölçüde ağırlıklı ve itibarlıdır. İsmail Cem Meclis’i rahatlıkla arkasına alabilir.

Karakolluk chat

       Günümüzün modası internette chat yapmak. Doğal olarak internet cafelere ilgi büyük. O nedenle ülke genelinde sayıları hızla artıyor. Ancak, ilden ile, hatta semtten semte değişen çalışma şartları sıkıntı yaratıyor. Bursa’da bu işe soyunan Serkan Malgaz, şöyle yakınıyor:
       “Cafeye gece saat 23.15 civarında Türkiye’de okuyan yabancı uyruklu iki öğrenci geldi. Ülkelerindeki aileleriyle bağlantı kurdular. Saat 23.55’te kendilerini uya a kaldım. Çünkü daha önceleri polis saat 24.00’de kapatmamızı istemişti. Gençler saat farkı nedeniyle şimdi chat yapabildiklerini söyledi. Peki deyip 00.30’a kadar izin verdim. Bir süre sonra ekip geldi. Kanunsuz iş yaptığımızı söyleyip, zabıt tutacağını bildirdi. Öğrencileri de karakola götüreceklerini beyan etti. Gençleri karakoldan kurtarmak için yarım saatten fazla dil dökmek zorunda kaldım. Polisler ‘Bir daha olmasın yoksa kulaklarını çekerim’ edasıyla gittiler. "
       Tezatlara da değinen okurumuz, Çarşamba Pazarı denilen semtteki yerlerin 24.00’den sonra açık olduğunu vurguluyor. ‘Türkiye’de kanunlar kişilere özel mi’ diye soran Malgaz, devam ediyor:
       “Ben kapatıyorsam, benimle aynı işi yapan Türkiye’deki tüm işletmelerin aynı şekilde kapılarına kilit vurması gerekir. Adalet ilkesine uygunluğun birinci şartı budur. Üstelik kolluk kuvvetleriyle anlaşmakta zorluk çekerken, iletişim böylesine engellenirken, bilgi toplumu Türkiye’de nasıl gelişir?

Hekim var, hemşire yok

       Sağlık sektöründeki sorunlar bitmiyor. İstanbul doktora doydu, şimdi de hemşire ve yardımcı personel (şoför, teknisyen, hastabakıcı, ebe) yokluğu çekiliyor. İl Sağlık Müdürü Mecit Çalışkan, ‘İki bin hemşire verseler istihdam edecek durumdayız’ diyor. Nisan ayında yeni kadroları beklediklerini söylüyor.
       Tek sorun kadro mu? Hayır. Hastane ve sağlık hizmeti veren diğer binaların yetersizliği de başka dert. Örneğin İstanbul’da 210 tane sağlık ocağı var, 60’ı kirada. Kiminin personeli, kiminin hastası yok. Ya da binası rezalet. Müdür Çalışkan, ‘Öyle yerler var ki; aynısını özel sektör açmaya kalksa ruhsat vermeyiz’ diyor.

Tuz değil mikrop

       Dünyanın ikinci büyük tuz üretim merkezi Tuz Gölü, kanalizasyon ve diğer zehirli atıkların tehdidinde. Arıtma tesisi yok. Tükettiğimiz tuzun büyük bölümü bu bölgeden üretiliyor. Yani yiyeceklerimize tuz değil, mikrop ekiyoruz. Gıda mühendisi okurumuz Nilüfer Eraydın, şöyle diyor:
       “Belediye Başkanı, Konya kanalizasyonunun göle aktığını açıklıyor. Yani Tuz Gölü elden gidiyor, lağımdan rafine tuz ise yemeğimize giriyor. Zararlıysa neden satılıyor. Peynirde, salçada, zeytinde, kısacası yiyeceğimizde ne arıyor? Herkesi uyarıyoruz. İnsan sağlığı tehlikede!..


Yazara E-Posta: tbengin@milliyet.com.tr