Yazarlar Uçkurgate, bize hukuk dersi olmalı

Uçkurgate, bize hukuk dersi olmalı

26.01.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Uçkurgate, bize hukuk dersi olmalı

Uçkurgate, bize hukuk dersi olmalı

Edip Emil ÖYMEN

Resimde görülen bayan, İngiliz sinema sanatçısı Emma Thompson. Bay ise Amerikalı sinema sanatçısı John Travolta. Bayan Thompson, Amerikan Başkanı Clinton'ın eşi Hillary rolünde. Bay Travolta ise Başkan rolünde. Filmin adı "Primary Colors" (Esas Renkler). Bill Clinton'ın 1992'de nasıl başkan seçildiğini anlatan dedikodu temelli aynı adlı romandan beyaz perdeye uyarlanan yeni bir film. Clinton hakkında (çoğu, doğru olduğu anlaşılan) en felaket dedikodular milyonlarca insana ulaşacak.
Film, tam da Uçkurgate skandalına denk düşüyor. Yakışıklı başkan gerçekten Jennifer Flowers ile, Paula Jones ile ve yeni "keşfedilen" Monica Lewinsky ile yattı mı? Bilmiyoruz. Ama bütün göstergeler, "evet yattı" yönünde. Çünkü "aman sana durumu sorarlarsa bilmiyorum de, yeminli ifadende bile inkar et" diye Başkan Clinton'ın Lewinsky'ye baskı yaptığını biliyoruz. Nasıl? Amerikan televizyonları, başkanın gizlice kaydedilen ses bandını yayınlıyor da ondan!
Amerika, tıpkı 1972 - 74 arasını kasıp kavuran Watergate, onu izleyen İran - Contra, onu izleyen Whitewater skandalları gibi büyük boyutlu bir skandalın tam ortasında. Türkiye'den izlenebilen Amerikan televizyonlarının haber bültenleri bununla dolu. İyi ki Amerika'da, Türk televizyoncuları yok. Başkanın yatak odasına kadar girerler, her an her saniye saçma salak canlı yayınlarla işi sulandırırlar, cümle kurmaktan ve eee'siz konuşmaktan aciz deneyimsizler konunun odağını kaybettirirlerdi.

***

Başkan Clinton zor durumda. Ama bu, Amerikan habercilerinin derdi değil. Onlar, gerçeği arayıp bulma ve kamuya bildirme görevini yapıyorlar. 1972'de Washington Post'daki iki genç gazeteci, Watergate' in ilk ipucunu ele geçirdiğinde kimse, işin önemini anlamamıştı. Neden sonra, pisliğin taa nerelere kadar uzandığı ortaya çıktı. Ve dünyanın en güçlü devletinin en güçlü lideri görevinden istifa etti. Etmese, Kongre onu azledecekti çünkü.
İran - Contra skandalı ise bizim "çete" benzeri "devlet içinde devlet" örgütlenmesinin bir sonucuydu. "Vatansever" Yarbay Oliver North, her usulsüzlüğü "vatanı için" yapmıştı.
Bir sonraki Whitewater skandalı ise devlet yönetiminden çok, Clinton'ların kesesini ilgilendiriyordu. Yerel bir mali skandal olduğu için de kamuoyu, ayrıntılar arasında boğuldu. Soruşturma hala bitmiş değil.
Ve şimdi de Uçkurgate... Hızla gelişen iletişim teknolojisi, Amerikan habercilerinin emrinde. Hem gayet ciddi, hem de haber içeriği yoğun biçimde olayı aktarıyorlar. Kimsenin gözünün yaşına bakmadan.

***

Amerikan Başkanı'nın özel yaşamı, devlet sırrı değil. İş çığrından çıkarsa Clinton da tıpkı Nixon gibi gidebilir. Çünkü aslolan hukukun üstünlüğü. Gerçeklerin üzerinin (kedi pisliğini örter gibi) örtülmesi değil. Bizim, Uçkurgate'den alınacak hukuk dersimiz var. Elalem, başkanının özel ve cinsel yaşamını didik didik ederken, biz Susurluk pisliğimizin neresini nasıl örteceğimizin pazarlığını yapıyoruz. Ha bir de baksanıza, Susurluk'tan ötürü Türk halkı özür bekliyormuş! Çook bekler...

Niçin kimse, "gazetelerin radyo ve televizyonda cırr cırr okunması"na şaşırmıyor? Şaşıranlar, hatta bunu istemeyenler niçin sesini çıkartmıyor? Medyada danışıklı bir dayanışma mı var yoksa?
Radyo ve televizyoncular için, sabahları haber ve program hazırlamak yerine (çünkü çaba gerektirir sabahın köründe özgün haber programı hazırlamak) bu garip uygulamayla zaman doldurmak daha kolay. İşin tuhafı, "yararlı bir iş" yaptıklarını sanarak.
Uygar ülkelerin televizyonlarında bir gazetenin olsa olsa başlığı veya çok önemli bir haberinden, başyazısından kısa alıntı gösterilir, o kadar. O da, bir haber bülteni kapsamında. Uygar ülkelerin radyo ve televizyonlarında bizdeki gibi cırrr cırrr gazete okunmaz. Çünkü uygar ülkelerde insanlar gazete satın alır, kendileri okur.
Bizde yapılan ne? Türkçesi kıt, diksiyonu bozuk, çoğu kez ne okuduğunu bile bilmeyen biri, yutarcasına o haberden bu habere atlayarak bir gazeteyi bitiriyor. Sonra öbür gazeteye geçince, biraz önceki haberleri değişik cümlelerle (bazan aynı cümlelerle) tekrar ediyor. Hangi başlık gözüne çarparsa artık... Arada, "yorum" yapanlar da var. Hangi dünya görüşü ve deneyimiyle nasıl bir yetkin eğitimle bu hakkı kendilerinde gördükleri meçhul. Sadece İstanbul'da kısıtlı bir çevrede duyulabilen Açık Radyo'yu bu eleştirinin dışında tutuyorum. Ama lafım, bütün radyo ve TV'ler için.
Hele sabah televizyon haberlerinde, o sabah yayınlanan gazete haberlerinden "dünün haberlerini" izleme komikliği? Bunu, en aklı başında en ciddi NTV bile yapıyor! Yine de öbürlerinden daha kaliteli biçimde! Ona da şükür... Diğerlerinde durum daha da vahim. Ama bunu "gören" yok. "Görmek" için, uygar ülkelerde bu işlerin nasıl yapıldığını "anlamak" gerek. Anladıktan sonra da, "uygulamayı istemek" gerek.

Şili'nin büyük vatan evladı, gelmiş geçmiş en "başarılı" güçlü adamı, vatanı için saçını süpürge eden süper - lideri General Augusto Pinochet, nihayet genel kurmay başkanlığından ayrılıp ölene kadar senatör olmaya hazır.
Çünkü Pinochet, eski devlet başkanı sıfatıyla ömür boyu senatör olma hakkına sahip. Ama Pinochet, hiç seçilmemişti ki! Kendi kendisini devlet başkanı ilan etmişti. 1973'de Amerikan destekli bir askeri darbeyle Allende'yi devirip...
Şili'li hukukçular, "Artık Pinochet sıktı... Yeter... Köşesine çekilsin" diyorlar. Eh, adam 82 yaşında. Çoktan emekli olması gerek. Ama gözü koltukta.
Bu Şili halkı da çok nankör canım. Ülkesi için binbir fedakarlığa katlanmış, ülkenin dirlik ve düzeni için 2,700 kişinin "ortadan kaybolmasını sağlamış" bir vatan evladına şimdi ömür boyu senatörlüğü çok görüyor. Ülkesine 1973'ten bu yana tam 25 yıldır damgasını vuran böyle bir lidere, kendini bilmez bir takım tipler sokakta "Katil" diye bağırabiliyor. Vallahi ayıp. Biz bunları dünyanın öbür ucunda duyup işitince yerin dibine geçiyoruz.
Oysa Şili'liler Pinochet'nin ömür boyu senatörlüğünü kabul etseler, o da Şili televizyonunda demokrasi ve insan hakları konusunda program yapmaya ikna edilebilir. Ne kadar uygun olurdu!
Pinochet, 8 Kasım 1995'te yaptığı bir basın toplantısındaki şu görüşlerini de çerveletip hediyelik eşya olarak satabilir: "İnsan hakları, komünizmin bayrağıdır... Komünizm hala çok tehlikeli. Çünkü yedi başlı bir canavar. Birini kesiyorsunuz, geriye altı başı kalıyor. Birini kesiyorsunuz geriye beş başı kalıyor..."