Yazarlar Valla 11 bin yıl olmuş!

Valla 11 bin yıl olmuş!

23.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Valla 11 bin yıl olmuş!

Valla 11 bin yıl olmuş

Umur TALU

Konyalılar "Buğday ile halı paradır" derlermiş; Tokatlı ise ne umdum ne buldum diye yakınırmış: "Buğday ektim, arpa bitti"
Silifkeli, "Buğdayı komşuna sat, varır da bazlamasını yersin" tavsiyesinde bulunur, Malatyalı noktayı koyarmış: "Buğday sizinse, ambar da bizim."
Her yörenin bir buğday deyişi, her yiğidin bir "ekmek" yiyişi var bu topraklarda.
Zaten yiğitlerin çoğu "arpa, buğday deneler" söylenip "ekmeğin katığı açlıktır"a talim ederekten bir somuna 35 bin akça saymalara çağ atlamadı mı?
Antepli boşuna dememiş de ne demek istemiş, "Ekmek ucuz olursa it kıymetli olur" deyişiyle?
Neyse.
"Kendi kendini besleyebilen 7 ülkeden biri" destanları yazarken aslında beslenme yetersizliğinden "kendi kendine" çocukları ölen bu topraklar, buğdayını bitap, ekmeğini altın kıldığı sırada bir kez daha onurlandı.
...
Norveç Tarım Üniversitesi'nden Manfred Heun'un başı çektiği bir grup bilim adamının "Science" dergisinin son sayısında açıkladıkları yeni genetik bulgulara göre, dünyada buğday ilk kez 11 bin yıl önce ehlileştirilmiş.
Önceki bulgular yaklaşık 8 - 9 bin yıl öncesini ve kuzeyde Kafkas dağları, batısında Karadeniz ve Akdeniz, doğusunda Hazar Denizi ve Basra Körfezi olan, bize aşina ama muğlak bir bölgeyi gösterirken, son açıklama, neredeyse kapı numarası verecek kadar net bir adres sunuyor.
Diyorlar ki, ilk buğday cinsinin 11 bin yıl önce arzı endam ettiği yer Karacadağ'dır.
Urfa - Diyarbakır hattında, Pirinçlik'e yakın konuşlanan o volkanik kütle.
Dünyanın ilk çiftçilerinin, buraya da uzanan Ortadoğu'nun "Bereketli Hilal"inde bulunması boşuna değil tabii.
Şimdi dünyanın bilinen ilk kentlerinden birinin de Çatalhöyük'te olduğunu hatırlayın ve binlerce yıl sonra, 1997 denilen ruhsuz bir yılın şu pazar gününde gururlanın.
Boşuna değil, çünkü elin Avrupalısının atasına buğdayın ulaşması bir kaç bin yıl sonra.
Adamlar elde taş hayvan peşinde koştururken, bu topraklarda buğday çoktan başak vermişti bile. (O sırada kimimizin atası henüz Orta Asya'da olsa da, doğduğumuz yerden çok doyduğumuz ve dolduğumuz son yer bağlar bizi! Lakin, o yöreleri, GAP bir yana, memleketin en yoksul, en yoksun, en tedirgin bölgesi kılmış olmak da tarihin acı tarafı.)
...
Ve 11 bin yıl sonra da, başak, değirmen, un, TMO, tüccar, fırıncı, bakkal filan derken, daha çok aktör ve personelle, fakat aynı açlık ve heyecanla sürüyor hikaye.
Dünyanın ömrü olur da görebilirse, belki bundan 11 bin yıl sonra, bu toprakların genetik şeceresi karıştırıldığında bulunacak ki, M.S. 2000 yıllarında, bir hane 8 - 10 ekmekle açlık bastıran bir kısım Türk kavmi (tabii "tasada ve kıvançta bir, bir mozaik" olaraktan), Karacadağ'ın yanıbaşında, neolitik çağların verimli merkezi Diyarbakır nam şehirde, kamyonlardan dağıtılan ekmekleri kapışmak uğruna çoluk çocuk birbirini ezer imiş.
Yine muhtemelen kalıntılarına rastlanacak ki, ol kavmin bir kısmı da, Halk Ekmek denilen bir nevi "ucuz ekmek" mabedleri önünde kuyruk kuyruk bekler imiş.
Tam 11 bin yıllık tevekülle, genetik bir sabırla.

Yazara Email umur.talu@milliyet.com.tr