Koca ülke günlerdir geceliği 37 bin liradan oda satan lüks bir otelde neden yangın merdiveni, yangın anında kendiliğinden devreye girecek söndürme sistemleri ve alarm sistemi olmadığına değil de “Sorumlu belediye mi bakanlık mı” sorusuna kafa yoruyor!
Sanki suçu bu ikisinden birinin üzerine atsak yok yere hayatını kaybeden 78 insan geri dönecek... Lafı hiç uzatmaya gerek yok... Bu vahim olayda birinci derece sorumlu işletmenin kendisidir...
Yangın merdiveni olmayan otel olur mu?
Lüks bir otelde nasıl yangın söndürme sistemleri olmaz- çalışmaz?
Sezonda gecelik oda fiyatını 50-60 bin liraya kadar çıkaran otelde alarm sistemi nasıl devreye girmez?
Yangına karşı yeterlilik belgesini alacak şartları taşımadığı anlaşılınca itfaiyeye yaptığı başvuruyu geri çekip, sadece mutfak için onay alan bir zihniyetin suçunu hiçbir tartışma gölgeleyemez.
“Belediye mi bakanlık mı” polemiğinde söylenebilecek her şey söylendi. Devlet mekanizması biraz ağır işler ama sonunda hangi aşamada, kimin görevini ihmal ettiği, nasıl ve
Adalet Bakanlığı’nın bir süredir üzerinde çalıştığı “4.Yargı Reformu Strateji Belgesi” perşembe günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katılacağı bir törenle açıklanacak.
Yargı reformu önemli.. Çünkü bütün kamuoyu araştırmalarında “adaletsizlik-cezasızlık” algısı en önemli sorunlardan biri olarak öne çıkıyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a yargı reformunun hayatımızda neleri değiştireceğini sordum. Bakan’ın cevaplarını maddeler halinde aktarıyorum:
1- 264 ayrı faaliyetin yer aldığı “4.Yargı Reformu Strateji Belgesi” hukuk sisteminde 2025-2029 döneminin yol haritası niteliğini taşıyor.
2- Bu belge ve sonrasında devreye girecek yargı paketleriyle “cezasızlık” algısı ortadan kaldırılacak. Ceza adalet sisteminin etkinliği artacak.
3- Hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, kişinin suç işleme eğilimi, suçun kamu düzenini bozma tehlikesi ve suçun işleniş şekli gözetilerek
Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın ‘Suç örgütüne üye olma’, ‘ihaleye fesat karıştırma’ ve ‘haksız mal edinme’ suçlamasıyla başlatılan soruşturmada gözaltına alınması CHP’de derin bir kırılmaya yol açtı.
CHP içinde bir kesim Akpolat’ın ardından İstanbul’da başka belediye başkanlarının da görevden uzaklaştırılması durumunda Özgür Özel’in genel başkanlığa devam edemeyeceği görüşünü savunuyor. Hatta İmamoğlu’nun da siyasi iddiasının tartışmalı hale geleceğini düşünüyor.
Ve Özel- İmamoğlu ikilisinden daha sert ve etkili bir muhalefet bekliyor. Onlar bunu istiyor ama bir de gerçekler var.
Akpolat’a destek için Türkiye’nin her yerinden İstanbul’a adam taşındı. Buna rağmen toplanan kalabalık istenilen düzeyde değildi. Çünkü CHP’de mızrak çuvala sığmıyor. Bir tarafta belediye rantıyla İsviçre standartlarında yaşayan parti elitleri diğer tarafta CHP’ye gönül veren, seçim zamanı bayrak
Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat rüşvet operasyonu kapsamında gözaltına alındı.
İddia 1: Aziz İhsan Aktaş’ın elebaşılığını yaptığı öne sürülen suç örgütünün belediye başkanlarıyla belediyelerin üst düzey yöneticilerine rüşvet vererek ihaleleri organize ettiği belirtiliyor.
İddia 2: Operasyon halen İstanbul’un büyük ilçelerinden birini yöneten belediye başkanı ve bir diğer ilçeden aday olup seçilemeyen CHP’li bir bürokratı da kapsayacak şekilde genişleyecek. Suç örgütünün başındaki isim olduğu öne sürülen Aziz İhsan Aktaş ile yakın bir CHP üst düzey yöneticisi de mercek altında.
Bu iddialar ciddi. Yargı gereğini yapar, suçluyu suçsuzu ayırır. Gerçekler ortaya çıkar.
Ancak operasyondan yansıyan ilk bilgiler turpun büyüğünün heybede olduğunu gösteriyor.
Ne demek istediğimizi biraz açalım…
Bu operasyon CHP ile DEM Parti arasında 31 Mart yerel seçimlerinde kurulan meşhur “Kent Uzlaşısı” ittifakının finans ayağının
Ekrem İmamoğlu’nun önceki gün yaptığı “Ben çalışmayayım, Ekrem tökezlesin de onun yerine ben geçerim. Öyle yağma yok. Ne partili Ekrem’i yedirir ne millet.. O kadar net” açıklamasını “Mansur Yavaş’a mesaj verdi” diye yorumlayanlar fena halde yanılıyor.
İBB Başkanı orada CHP’de her dönem bir şekilde etkili olmayı başaran Erdoğan Toprak ve onun kontrolündeki 6 belediye başkanını hedef alıyor.
Bu ekip İmamoğlu’nun yakın vadede koltuğunu Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’a devretmesini istiyor. İmamoğlu’na gidip “Seni Cumhurbaşkanı adayı yapmayacaklar. En iyisi genel başkanlık için harekete geç. Yerini de Rıza’ya bırak” diyor. Aynı ekip bu senaryoyu hayata geçirmek için Ankara’da Özgür Özel’e de gidiyor ve farklı hikayeler anlatıyor.
Ekibin geçtiğimiz hafta sonunda yaptığı toplantıdan ve Ankara temaslarından rahatsız olan İmamoğlu çok tartışılan “Pışık” çıkışını işte bu gelişmeler üzerine yapıyor. Bununla yetinmiyor bir gün sonra bir mesaj da
DEM Parti heyetinin TBMM Başkanı ve MHP lideri Bahçeli ile gerçekleştirdiği görüşmelerden sonra herkesin kafasında aynı soru var: Bu işin sonu ne olacak? Nereye gidiyoruz?
Ankara’da konuya vakıf, meseleyi iyi analiz eden, kulağı delik isimlerin ortak kanaati şu: Şubat ayını bekleyin. İmralı’dan terör örgütüne “Silahları bırakın” çağrısı gelecek.
Kim ne derse desin bu Türkiye için tarihi bir dönüm noktası. Devlet aklı merkezinde yer aldığımız coğrafyada sınırlar yeniden çizilerken iç cepheyi sağlamlaştırmaya çalışıyor. Küresel haydutların her zaman “Yumuşak karnımız” olarak gördükleri Kürt kartını bir kez daha bize karşı kullanmalarını engellemek için bir hamle yapıyor.
Bulanık suda balık avlamayı seven provokatörler ise bize hararetle terör örgütünün silahları bırakmasının ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatıyor! Birilerinin iddia ettiği gibi ortada bir terörle müzakere durumu yok.
Devlet aklıyla yürütülen ve özünde 85 milyonun birliğini,
Terör örgütü elebaşının DEM Parti heyetiyle yaptığı görüşme sonrasında açıklanan mesajındaki “Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi sorumluluktur” vurgusuna takıldım!
Bu memlekette Türk-Kürt zaten bin yıldır kardeş...
Birbirlerinden kız alıp, kız veriyorlar. Milyonlarca Türk-Kürt evliliği var.
Çocuklarımız aynı okullara gidiyor, aynı parklarda oynuyor.
Aynı camilerde ibadetimizi yerine getiriyor, hastalandığımızda aynı hastanelerin yolunu tutuyoruz.
Aynı elektrik-doğalgaz parasını, aynı vergi -trafik cezalarını ödüyoruz.
Kızarken ettiğimiz küfür de aynı, severken kullandığımız kelimeler de.
Asker ocağında aynı karavanaya kaşık sallıyor, memleketin dağlarında aynı vatan nöbetini tutuyoruz.
Asgari ücretin 2025 yılı için net 22 bin 104 lira olarak belirlenmesi işçiyi memnun etmedi.
Bu saatten sonra işçiyi memnun edecek tek bir şey var: Şubat ayının ilk günü çalışanına vereceği yeni asgari ücreti bahane ederek kasım ayından beri fiyatları şişiren fırsatçılara göz açtırılmaması.
Eğer hükümet bunu başarırsa, çarşı-pazarda anormal fiyat artışları yaşanmazsa yeni asgari ücretin sebep olduğu hayal kırıklığının etkisi çabuk geçer. Yoksa büyük bir sıkıntı kapıda demektir.
Asgari ücret açıklandıktan hemen sonra Tarım Bakanlığı’nın yaptığı “ Asgari ücret artışını fiyatların artış oranına çevirmeye çalışmak isteyenleri uyarıyoruz” diye başlayan açıklamayı tam da bu sebeple çok önemsiyorum.
Fırsatçılar asgari ücretteki artış oranını sanki tüm maliyet işçilikmiş gibi fiyatlara da aynı oranda yansıtıyor. Bakanlığın bunu görerek ilk günden harekete geçmesi umut verici. Umarım bu uyarı karşılık bulur ve bir türlü gözü doymayan fırsatçının