Geri Dön
'20.000 Arı Türü', milyarlarca canlı, peki kaçımız gerçekten hakkını vere vere insan?

'20.000 Arı Türü', milyarlarca canlı, peki kaçımız gerçekten hakkını vere vere insan?

Berlinale'nin en merak edilenlerden '20.000 Arı Türü' sonunda İstanbul Film Festivali'nde sinemaseverlerle buluştu. Berlin'den 'En İyi Oyuncu' ödülüyle dönen Sofía Otero'nun muazzam performansıyla büyüleyen '20.000 Arı Türü', hissettirdiği ve ektiği empati tohumlarıyla umutlu bir dünyanın kapılarını aralıyor, belki de müjdesini önden 'ispiyon'luyor...

Mayk Şişman
Mayk Şişman

İspanyol yönetmen Estibaliz Urresola Solaguren'in ilk filmi '20,000 Species of Bees' (Türkçe adıyla '20.000 Arı Türü') Berlinale'de uyandırdığı ilgiden sonra İstanbul Film Festivali'nde İstanbullu izleyicilerle buluştu. Anlatısını 8 yaşındaki bir çocuğun cinsel kimlik krizi üzerine kuran film, bu yıl Berlin Film Festivali'nde minik başrol oyuncusu Sofía Otero'ya -biliyorsunuz değil mi Berlin'de artık kadın ya da erkek diye kategorize edilmiyor, cinsiyet eşitliğine önem veriliyor- 'En İyi Oyuncu' kategorisinde ödül kazandırarak birçok kişide merak uyandırmıştı. '20.000 Arı Türü'nü izledikten sonra ise sadece 'Berlinale'de ödül alan en genç oyuncu olarak tarihe geçen' Sofía Otero değil aynı zamanda yönetmen ve aynı zamanda senarist Estibaliz Urresola Solaguren'in de henüz ilk uzun metrajında sınıfı geçen, izleyiciyi bir an olsun kendisinden uzaklaştırmadan "Birlikte düşünelim" dedirten tavrı ve en çok da kurduğu sakin yapıyla akıllarda kalmayı başarıyor. '20.000 Arı Türü' gelecekte büyük bir yıldıza dönüşebileceğine kesinkes emin olduğumuz, son dönemdeki bütün çocuk oyuncu performanslarını gölgede bırakan Sofía Otero'nun muazzam performansından çok daha başka bir yere giderek festival filmlerine uzak seyirciyi bile kendisini çekebilecek yalınlıkta ve yürüdüğü ince çizgide tökezlemeyerek hem derdini düzgün bir şekilde aktarma noktasında tutarlı ve başarılı, hem de toksik erkeklikle ve dünyanın ataerkilliğiyle boğulma noktasına gelen 'yalnızca insan'ların tutunabileceği sağlam bir dal.

Haberin Devamı

Empati tohumları ekildiyse Alişan - Olay Bitmiştir.mp3

Henüz 8 yaşında bir çocuk, kocaman bir aile, dışarıdan bakıldığında mutlu bir tablo. Erkek kardeş, abla, anne ve ailenin geri kalanlarıyla bir arada vakit geçiren 8 yaşındaki çocuğa herkes farklı bir isimle sesleniyor. Erkek kardeşi gibi değil, ablası gibi de değil, arada bir yerde. "Ben neden böyleyim?" diyor. Çocuk mutsuz. Çocuk anlamıyor. Elinden tutan ise annesi. Çünkü hepimiz biliriz ki genelleme yapmak yanlış olsa dahi e az biraz genelleme göz çıkartmaz. Klişe ama gerçek, babalar keser, atar, uçar, koşar. Babalar daha çok eylem yapar. Anneler için ise duygular önemlidir. Anneler yapar, inşa eder, kurar ve en önemlisi de dinler. 8 yaşındaki çocuğumuzu dinleyen ancak elinden çok da bir şey gelmeyen anne karakterimizle birlikte bizler de aslında hepimizin durup dinlemesi, "Anlat bakalım" demesi gereken çocuğumuza odaklanıyoruz. Mutluluğunu, hüznünü, kafa karışıklığını, ne vücuduna ne de ailesine ait olamamasını, kendisini erkek kardeşi ve ablasıyla kıyaslayıp her şeyden önce bedenine ve ruhuna yabancılaşmasını sakin bir şekilde, yer yer parçalı bulutlu, yer yer güneşli bir halde takip ediyoruz. Bu noktada yönetmen Estibaliz Urresola Solaguren, ağaç sahnesinde seyirciyi şoke eden sahnelerin dengesini sağlam kuruyor. Her saniye seyirciyi diken üstünde tutmadan, herkes ve her şeyle uyumlu bir şekilde aslında hepimizin meselesi olması gereken bir konuyu en dengeli yani en olması gereken şekilde anlatıyor. Yalnızca bir sanat filmi olmanın ötesine geçen senaryosu her ne kadar final sahnesinde biraz dağılsa da ve bilmeyene turbo iki kat "Anlamıyorum şu anda seni" dedirtse de empati tohumlarının ekilmesine de vesile oluyor. E hepimiz biliriz ki empati tohumları ekildiyse Alişan - Olay Bitmiştir.mp3

Haberin Devamı

Bu dünya ne sana ne de bana Karl Marx!

'20.000 Arı Türü' toksik erkeklik zihniyetinin bizleri hapsettiği bir dünyada en başta kadınların bu zihniyetten özgürlüklerini mantık/duygu uyumuyla rahatlıkla başarabileceklerini hatırlatıyor. En başta kocişine hizmet eden ancak o kocişi tarafından aldatıldığını bile ekonomik özgürlüğü olmadığı için sineye çeken kadınların izlemesi gerekiyor aslında bu filmi. Bir avuç kişinin refahına refahlık katan, öteki olduğunun farkında ya da kabulünde olmayan diğer herkes için de portakalı soymalık ve başucuna koymalık bir film '20.000 Arı Türü'. Eğer yaşadığımız sıkıntıların temelini görebilirsek topyekun rahatlayacağız ve bunun yolu özdeki problemi görmekten geçiyor. '20.000 Arı Türü' her ne kadar kadın ve erkek ruhunda sıkışan bir çocuk üzerinden aslında sağlam bir metaforla erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu baskıyı ancak ve ancak 'öteki' olan herkesin kalpten isyanıyla yok olabileceğini hatırlatsa da cinsel kimlik krizi yaşasın ya da yaşamasın, herhangi bir cinsel problem yaşayan -beyaz erkekler dünyası da dahil olmak üzere- herkesi kucaklıyor. Cinsellik açık bir kapı ve biz o kapıdan geçen iki kişinin meyveleri olarak gözlerimizi dünyaya açıyoruz. Şu anda bu satırları okuyan herkes bir cinsel eylem prodüktörlüğünde okuyabiliyor değil mi? Ama bu mekanik bir eylem değil. Kökeninde sevgi var. Her birimizi her birimize yakınlaştıran şeyin adı da zaten sevgi. Her birimizin içinde bir sevgi olduğunu, insanı insan olduğu için dahi yalnızca kafadan değil de kalpten kabul etmeyi fark etmek için illa yazılı kurallara, güvencelere gerek var mı, gerek kalmalı mı? Evet, dünyada tam 20 bin arı türü var ve canı isteyen bal yapıyor, canı isteyen bir insanın derisini şişiriyor, kızartıyor. Vicdanımız vücudumuzun hangi bölgesindeyse elimizi oraya koyalım şimdi. Sen 100 milyon, sen 100 milyarlık bir dünyada gerçekten kaçımız hakkını vere vere insan? Fenomen Melek Subaşı gibi soralım ya da, belki o şekilde daha az sanatsal daha kolay algılanabilir: Siz üç milyar yedi yüz elli milyon milyar parayı ne yaptınız? Bir kez geldiğimiz bu dünyada hangimizin hangimiz hakkında "Senin adın X", "Senin adın Y" diyebilecek gücü var, o gücün devamlılığı var? Üç tarafı kadınlarla çevrili yarım ada şeklinde gezenlerin 'duruş bozmak' olarak yaftaladığı bel kıvırmayı dansözlükle özdeşleştirdiği, estetik bir şölen olan dansözlüğü ise yalnızca kadınlara evrilterek "Festival gibisin, çadır kurmak istiyorum" küstahlığına büründüğü bu düzende, bu dünyada, bu ataerkillikle 'Dansöz.mp3 / tekrar dinle'yerek mi başa çıkabileceğimizi sanıyoruz? Sevgi içimizde, güç gelip geçiyor. Parantez içi kahkahayla bitirelim çünkü geriye bir tek kahkahalarımız kalacak: Sev kardeşim, herkesi, her şeyi, olduğu gibi, eğip bükmeden, kendi gücünü güç katmak için hak yemeden, kalp kırmadan. Çünkü bu dünya ne sana ne de bana Karl Marx!

Haberin Devamı

 

twitter.com/mayksisman
instagram.com/mayksisman
youtube.com/mayksisman
can.sisman@milliyet.com.tr

Benzer İçerikler