Onlar cesur duruşlarıyla tek başlarına bir orduya bedeller! Ve Elele dergisi için bir araya gelip standart sisteme tepkilerini gösterdiler. Prodüksiyon: Neslihan BÖLE Fotoğraflar: Mehmet TURGUT Tipin bozuksa sıradışısın “Biraz tipin değişikse hemen sıra dışı oluyorsun. Oysa çok düzgün görünen bir adamın çok saçma sapan fikirleri olabilir. Bence sıra dışılık, senin ait olmadığın yerde yaptığın şeydir. Mesela dalgıçlık sıra dışı bir iştir. Çünkü deniz senin hayatın değil. Sen de suda yaşayabilen bir canlı değilsin. Sanatçı olarak birçok tabuyu yıktığımı düşünüyorum. Gerek müziğimle, gerekse vokal tekniğimle ve sound’umla... Müziğim için söylenen ‘ınsanların kulağını tırmalar, rahatsız olurlar, dinlemezler, batarsın’ anlayışını kırdım. ‘Böyle bir tiple değil, daha düzgün bir tiple çık, daha çok sevil, ondan sonra’ dediler, ‘Hayır ben nasıl hissediyorsam öyle çıkacağım’ dedim, o ‘standart şarkıcı’ olma modundan sıyrıldım.” “Yaptığım işler bana hiçbir zaman sıra dışı gelmiyor. Kanla yaptığım ya da içinde sertlik olan işleri artık çok normal buluyorum, çünkü yıllardır bu tarz fotoğrafları çektiğimden zaten doğamda böyle bir durum var. Buna çok alıştım. Sakin, sosyal, toplum kurallarına saygılı, insanlarla diyaloğu iyi olan bir adamım. Kendi kendime kaldığımda veya moralim çok bozuk olduğunda ise çılgınlıklar yapabilen ama sadece kendine zarar veren biriyim.” “Marjinalik... Nedir ki marjinallik? Neye göre marjinallik? Benim marjinallikten anladığım ‘kutunun dışında’ olmak. Çoğunluğa göre ben farklı değilim, çoğunluk bana farklı geliyor. Kimin ne diyeceğini hiç umursamadığımda, sevilmek ve sevilmemenin hiç önemi olmadığında kendimi rahatça ifade edebiliyorum. Beğenilme ve beğenilmeme duygusu önemini yitirdiğinde, buluşmanız gereken gerçek duygulara ulaşıyorsunuz. Ama ülkemiz tabular üstüne kurulu. Sekse nasıl bakıldığı belli, kadının yeri belli, sosyal düzen ortada. Eğer ki tabuysa bunlar, gelin yıkalım hep beraber. Plastik çağ bitti, içerik var artık.” “Ben kendimi marjinal olarak tanımlamıyorum, marjinal olan hiçbir şeyim yok. Bu sistemin içinden biriyim. Tek farkım, ben, çevreme oranla düşündüklerimi yüksek sesle ve rahatlıkla söyleyen biriyim ve bundan hiç gocunmuyorum. Bu bizim ülkemizde alışılmamış bir şey. Ben oyuncu olunduğu andan itibaren cesaret edilemeyecek bir şey olmaması gerektiğine inananlardanım. Onun için; yok öpüşmem, yok sol profilimi göstermem, yok soyunmam gibi kaygıları olan oyuncuları bu meslekten ayrılmaya davet ediyorum. Gitsinler, ilkokul öğretmenliği yapsınlar.” “Bazı tabuları yıktığımı düşünüyorum. Mesela Türk hamamına girdim ve orada ne olduğunu baştan sona videoya çektim, gösterdim. Bunu sanat olarak yapma fikri ilkti. Mesela Katoliklerin ısa’sı yerine koydum kendimi. Bu da büyük bir başkaldırıydı. Ama bana sıra dışı ya da marjinal diyen başkaları, ben neysem oyum ve normal olduğumu düşünüyorum. Erkek sanatçıların yaptığı en küçük şeye dahice bir davranış olarak bakıyorlar. Kadınlarda ise ‘aşırı olmak’ kabul edilmiyor, buna delilik olarak bakılıyor. Kadın sanatçıların saygı duyulması için, toplumun kabul edilebilirlik sınırlarının içinde olması lazım. Olmazsa ‘Bu deli’ derler!” “1971’de herkes gülüyordu ‘Türkiye’den tasarımcı çıkar mı?’ diye. Ben çıktım, çıkmakla kalmayıp bir sürü talebem ve peşimden gelenler oldu. Kişiliğimle, cinsel tercihim ve kimliğimle ayakta durabileceğimi ve böyle de saygın olunabileceğini gösterdim. O yüzden bir değil, binlerce tabuyu yıktığımı düşünüyorum. Tabii bu tabuların altında kalanlar çok acı çektiler ama o da onların sorunu. Bir gün şamdan’da öğle yemeği yiyordum. Bir an baktım, herkes makyajlı ve çok ciddi. Çatal, bıçak sesi bile gelmiyor. Hayat o an o kadar anlamsız geldi ki, ortamı bozmak istedim ve havlamaya başladım. Herkes bir anda durdu, yüzleri düştü ama o kadar rahatlamıştım ki anlatamam. Sonra daha normal davrandılar, çatal bıçak sesleri yükselmeye başladı.”