SKORER
PEMBENAR
CADDE
YAZARLAR

'Aşık olmak istiyorum...'

'Aşık olmak istiyorum...'

|


Ayşegül Sönmez


       O gün, günlerden pazartesiydi. Ve ben kendimi perşembeden kalmış bir sosisli sandviç gibi hissediyordum. Her şey kötü bir polisiye gibi sıradandı. Beni bira paklardı. Bir sürü bira. Bir sürü çerez. Jazz Stop'a gittim. Hem biranın hem rock'ın olduğu, hem de çocukluk arkadaşımın, Aslı'nın işlettiği bara. Aslı Yörükoğlu'nun. Aslı, Ferruh Başağa'nın torunu, İmer Demirer'in kız kardeşi, Yetkin Yörükoğlu'nun biricik kızı, Engin Yörükoğlu'nun biricik yeğeni. Yani Aslı'nın işi zor. Çünkü Aslı'dan evvel, hep bu saydığım isimler, onunla tanışır tanışmaz sohbetin ana konusu oluyor. Ama benimle değil, diğerleriyle. Çünkü Aslı'yla ben seksek de oynadık, sutopu da. Yani eski arkadaşız. Erkekleri de konuşuruz, annelerimizle baş etme yollarını da. Bu iki kısa saçlı kadınla baş edemeyişimize de uzun sohbetlerden sonra hiç şaşırmayız. Hayır sanki biz kendimizle baş edebiliyoruz da, bir Ayşe'yle İnci kaldı baş edemediğimiz... İnci ve Ayşe'nin de çocukluk arkadaşları olduğunu düşünürsek... Sonumuzun onlara benzeyeceğini söyleyebiliriz. Bu sorun üstünde çok fazla kafa yormaya gerek yok. Dolayısıyla Aslı'yla ben alın yazısına değil, anne yazısına! inananlardanız. Ne kadar onları tekrarlamaktan bucak bucak kaçsak da, onlara benzeyeceğiz işte...

       Nostaljinin tam sırası
       Sohbet bu durumdaydı. Önümde belki o sırada ikinci biram falan vardı. Müzik, My Way'di. Çünkü nostaljinin tam sırasıydı. Ve kapıdan içeri koca bir grup girdi. Bir grup İtalyan ve başlarında esmer zayıf bir çocuk. Biraz İspanyol, biraz Meksikalı kılıklı. İsmi Paco'ydu. Değildi. Herkes ona Paco derdi. Gerçek ismi önemli değildi. Kapalıçarşı'nın en mühim delikanlısıydı. Hanutçuların prensi, kralı değil! Jazz Stop'a bu defa da bir grup İtalyan getirmişti. Bu İtalyanlar, Sicilya'dandı. Sicilyalı İtalyanlarla İtalyanca konuşamayan Paco'nun imdadına yetiştim. Ve Valentina ve Sara'yla tanıştım.

       İtiraflar
       Valentina mimardı. Sara ise İngilizce öğretmeni. İstanbul'a Hamam filmini gördükten sonra gelmeye karar veren İtalyanlardandılar. Bu filmin üzerine gördükleri İstanbul'da ise hayalkırıklığı henüz yaşamamışlardı. Şanslılardı. Yarın gidiyorlardı. Ne konuşursak burada kalacak, bir daha belki hiç görüşmeyecektik. Belki de bu yüzden çok konuştuk. Sanki hep görüşecekmişiz gibi birbirimize çok şeyler anlattık. Çocukluk günlerinden, yanlış iş seçimine ve aşk hayatlarımıza kadar her şeyimizi itiraf ettik. Hiç utanmadan, 4 eski dost gibi. Hiç yabancılık çekmeden.
       Tetiği çeken Aslı oldu. Şöyle dedi: "Aşık olmak istiyorum..."
       Sonra Valentina ona şöyle cevap verdi: "Ben de..." Sonra Sara hafif sesini yükselterek ona katıldı: "Ben de..." Ve sıra bana geldi: Ben de, herkes çay içerken kahve istemeyim bari, dedim, evet dedim. Çaylar geldi...

       Pötibör mü, Burçak mı?
       Önemli olan içine batıracağımız bisküvilerin nasıl olduğuydu. Pötibör mü, Hanımeller asorti mi, Burçak yulaflı mı? Cevap veriyorum: Hepsi...
       Hikayeler, çok başkaydı. Ama Sicilya'da da burada da kadınlar hep aynıydı. Aşık olmayan isteyen bu dört kadının da aslında tek derdi kendileriydi. Erkekler, başka bir konuydu.
       Valentina, 32 yaşındaydı. Beş yıl evli kalmıştı. Sonra kocası başka birini sevdiğini söyleyip, çekip gitmişti. Torino'ya yerleşmişti. Arkasından giden de yine terk edilen Valentina'ydı. "Sadece onunla aynı şehirde olmak istiyordum. Eskisi gibi ayrı evlerde ama en azından aynı şehirde. Evden gitmesine dayanabilirdim, başkasıyla birlikte olmasına da... Ama başka şehirlerde, başka sokaklarda, bilmediğim, alışmadığım bir şehirde olmasına dayanamazdım," diyordu.

       Bütün maaş gözlüğe
       Valentina için önemli olan "ona" bir adım uzaklıkta olmaktı. Kapısını hiçbir zaman çalmayacak olsa bile ona bir adım uzaklıkta olmak önemliydi. Valentina, hala Torino'da yaşıyor. En büyük problemi bozuk olan gözlerine nasıl bir gözlük yakıştığı. Çünkü sürekli çizim yaptığı için lens kullanamıyor. Bütün maaşını gözlüklere yatırdığını söyleyen Valentina, hala kendine uygun bir gözlük bulamamış. O akşam taktığı yeşil çerçeveli gözlüklerinin hiç fena olmadıklarını söylediğimde ise şaşırıyor, soruyor: "Emin misin?"
       Sara, hiç evlenmemiş. Hiç evlenmeden yani kocası olmadan bir çocuk sahibi olmanın yollarını araştırıyor. 18 yaşındayken kendinden yaşça çok büyük birine aşık olmuş. İki yıl sürmüş. Sonra bir daha kimseyle olmamış. Sara, boş zamanlarında eroin bağımlısı küçük çocuklarla ilgileniyor. Herman Hesse'ye bayılıyor. Coelho'yu yüzeysel, var olan en büyük İtalyan yazarının ise Pirandello olduğunu düşünüyor.

       Çok mu küçüğüm?
       O sırada içeri başka bir grup İtalyan çocuk giriyor. Bunlar Sicilyalı değil, Sardegna adalılar. Gözler ve saçlar aynı renk, koyu kahverengi. Bir tanesinin bana yakın ilgisi biranın midemdeki mayalanmasını çabuklaştırıyor, "küçük" diyor bana. Ben de "çok mu küçüğüm" diyorum. O da diyor ki, "iyi şarap küçük şişede bulunur."
       Birdenbire tüm bulutlar dağılıyor. Güneş açıyor. Perşembeden kalma sosisli sandiviç gibi hisseden ben, birdenbire taptaze Lina'nın avakadolu füme hindili sandviçi kesiliyorum.
       Sohbete devam ediyoruz. Aşık olmak istiyoruz. Doğru, evet ama Ahmet'e Mehmet'e, Giancarlo'ya, Veli'ye falan değil! Kendimize... Çünkü kendine aşık olmadığın zaman, kime aşık olsan; onda senin aynadaki beğenmediğin yansımanı görürsün. Ve görür görmez, başka bir sokağa saparsın, hatta daracık birine, yani vicola'ya... Bunun üzerine bir tane daha bira içilmez de ne yapılır sorarım size...

© Copyright 2024

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.