04.07.2025 - 05:33 | Son Güncellenme:
Suha Özkan- Kendisi ile tanışmam 1982’de başlasa da mimarisini 1967’deki Peru, Lima konut yarışmasındaki katılımından ve önceki yıllarda gerçekleştirdiği Ghandi Anisal Merkezi (Gandhi Smarak Sangrahalaya, 1958-1963) yapısından bu yana izlemekteyim. Lima’daki konut yarışmasını, sanırım, ancak benim neslim olan ve o zamanki uluslararası ortamı izleyenler anımsar. O zaman, Correa’nın ve Christopher Alexander'ın çözümleri beni etkilemişti. Geçenlerde damadı Nondita Correa Mehrotra’nın eşi Rahul Mehrora o yarışmadan uygulanabilen konutları gezmiş ve heyecan verici izlenimler aktarmıştı.
Onunla 1982 yılında Aga Khan Mimarlık Ödülü'nün yönetim kurulunda tanıştık. Daha sonra getirildiğim bu ödülün yöneticiliği için, onun desteği ve ötesinde benim üzerimde yarattığı baskı kendi mesleki yaşamım açısından önemli. Correa bana “Bu ödül sizin dünyanızın ödülü, ancak kendiniz yönetirseniz başarılı olur” diyerek, sürekli olarak daha çok sorumluluk almamı istemiş ve görevimin sonuna değin beni destekleyegelmişti. Üçüncü dünya becerisine ve sömürgeci tutumlara karşı olan düşüncesi ile ödülün başarısının benim öznel ve yönetimdeki olabilecek başarılarımla koşut olması için çabalamıştı.
Kendisini, eriştiği yetkin tasarım becerisini, hem üçüncü dünyanın hem de Batı evrenin bir bireyi olarak görmüş, iki ayrı dünyanın güzelliklerini olağanüstü düşünsel birikimi ile derin, toplumdan yana, çağdaş ve demokratik değerlerle pekiştirmeyi başarabilmiş en çok saygı duyduğum kişilerin arasında yerini almıştı.
1984'te Ingiliz Kraliyet Mimarlar Enstitüsü’nün (RIBA) Altın Madalyası’nı Correa’ya verdiği açıklandığında, RIBA’nın ilk kez İngiliz olmayan bir mimarı ödüllendiriyor olması, olumlu bir sürpriz ve bir değişimin habercisiydi. Bir atılım da denebilecek bu büyük değişimin, özellikle RIBA'daki yeni açılımının kutlanması gereken tören ve törenden kaynaklanan iletişim ortamı bambaşka bir öncelikler düzlemine sürüklenivermişti. Hampton Court Sarayı'ndaki ödül töreninin onur konuğu olan, mimarlığa özellikle meraklı Veliaht Prens Charles, Correa’nın bambaşka değerlerle, ama Modernizm'in etik çerçevesi içinde mücadele veren Modernist bir mimar olduğunu unutmuş ya da unutmayı yeğlemişti. Kendisine danışmanlarınca yapılan uyarıların hepsini kulak arkası etmiş ve kendi hazırladığı anti-Modern bir saldırı olan konuşmasını sunmakta ısrar etmişti. Doğal olarak da istediğini yapmıştı. Orada Prens Charles, Modernizm’e acımasız ve aşağılayıcı bir biçimde sataşmış, savını Trafalgar Meydanı'ndaki Ulusal Galeri yarışmasına Oxford’u mimarlar Koralek ve Ahrends'in “İngiliz sevgili bir dostun yüzünde çıkan koca bir çıban” yakıştırması yaparak, o güne değin mimarlık ve ekinsel basında yer alan RIBA Altın Madalyası’nı ilk kez tabloid bulvar basınına değin indirmeyi başarmıştı! Bu tutumunu daha sonra, sarayın kendine verdiği gücü kullanarak o projeyi iptal ettirip, işi doğrudan Robert Venturi'ye vermesi ve izleyen yıllarda kendi kitabını yayınlaması, kendi mimarlık enstitüsünü, okulunu kurması ve “Perspectives” adlı dergi izlemişti.
Prens Charles Modernizm'e ve onun savunucu olarak gördüğü ve üstelik kendi himayesinde olan RIBA'ya açtığı savaşın bu törene denk gelmesi RIBA’nın Correa’yı ödüllendirerek açmak istedikleri “yeni devir”in tanıtılması, tam anlamıyla saray gürültüsüne kurban edilmişti. Veliaht Prens'le, Kraliyet Mimarlar Enstitüsü'nün (RIBA) “dalaşı” yıllarca sürdü. Oysa, o zamanki Galler Prensi, şimdiki Kral Charles Correa’nın mimarlık çabasını ve savaşımını anlamaya “tenezzül” etseydi, kendi kaygılarının Modernizm’i yadsımadan da çağdaş mimarlık ortamında var olabileceğini görebilecekti. Prens Charles’ın tek boyutlu anlayışı içinde doğrulukları barındırmasına karşın, tek boyutlu olduğu için yalnız Leon ve Rob Krier, Abdelwahed El-Wakil gibi klasisist ve ideolojik olarak “gerici” denilebilecek kesim dışında destek bulamadı ve zamanla gülümseme ile anılıp pek de ciddiye alınmayan bir misyon olarak kaldı.
Charles Correa Modernizm’i bir tasarım etiği olarak görüyor, o etik değerler içinde önem verdiği çevresel ve kültürel değerleri geliştiriyordu. Bunların başında Louis Sullivan'ın modernliğin sloganı olarak bile-geldiğimiz: “Biçim, işlevi izler” özdeyişini geridönüşüme sokuyor ve “Biçim, iklimi izler” diyordu. Ona göre anlamsız modernliğin yaptığı en büyük tahribat, mimarlık mesleğinde korunma ve barınma bağlamında en çok çözüm bekleyen iklimin yeterince ciddi olarak göz önüne alınmamasından kaynaklanmaktaydı. Correa, Hindistan alt-kıtası’nın birçok değişik iklimi barındırmasına karşın, genelinde insanın doğasına ve yaşamını sürdürebileceği ortama yakınlığına değiniyor ve mimarlığını “göğe açık mekanlar” teması çerçevesinde biçimlendiriyordu. O, özellikle geleneksel sıcak ve kuru iklim -çoğunlukla İslam ülkeleri kuşağı- kentlerinde geliştirilen avlu ve açık mekanların tekil bir iklim ve korunmalı konut ortamı kadar, olağanüstü bir kent dokusunu kendiliğinden üreten bir çözüm olduğuna eğiliyordu.
RIBA Ödülü’nü izleyen yıllarda Correa, Uluslararası Mimarlar Birliği’nin (UIA) Büyük Ödülü'nü Hassan Fathy'den sonra alan ikinci mimar olarak, örgütün Montreal'deki toplantısında, daha sonra da 1989'da I.M. Pei’nin ve izleyen yıllarda James Stirling, Gae Aulenti, Frank Gehry, Kenzo Tange’nin aldığı Japon Kraliyet Ödülü Praemium Imperiale’yi 1994 yılında aldı. Dünyanın bu en iyi değerlendiren ve belki de “Sanat Nobeli” tanımına en yakın olan ödülü olarak gördüğüm Praemium Imperiale’ye mimarlık alanında daha sonra Renzo Piano, Tadao Ando, Richard Meier de layık görüldü. Kısacası, ödüller eğer bir meslek yaşamının, geçerliliğini ve erişilen uç noktalarını betimleyen kurumlarsa, Correa bunu olabilecek en üst düzeyde elde etmiş durumdadır.
Correa bu nedenle 1989'da görev aldığı Aga Khan Mimarlık Ödülü Jürisi'nde, üst düzey gelir gurubu ve özel mülkiyet ürünü olmasına karşın, Sedat Gürel'in Çanakkale'deki evini geçerli bir çözüm üretici örnek olarak görmüş ve o projeyi çok desteklemişti. Bu evin genel mekan çözümü ele alınıp karşılaştırıldığında, kendisinin 1983-86 arasında Belapur'da gerçekleştirdiği Eklenerek Büyüyen Konutlar (Incremental Housing) önerisi ile Gürel'in evini nasıl bir evrensel geçerliliği olan “çekirdek” çözüm olduğu -en azından Correa’nın onu böyle yorumladığı- anlaşılır.
Correa’ya Aga Khan Mimarlık Ödülü'nü getiren Bhopal’ın Eyalet Parlamentosu için önerdiği Vidhan Bhavan (1980) ise çoğulcu Hint demokrasisinin mekansal kutsaması gibidir. Burada İslam'ın göğe açık avlu tipi yapı örgütlenmesi ile Hindu kültürünün kutsal su ile olan ilişkilerini bireştirerek yapının temeli olan avluları parlamentoya gelenlerin alışık oldukları mekansal örgütlenme içinde beklemelerini ya da en azından bu mekan deneyimi ile yapıya yabancılık duyumsamadan yaklaşmalarını önerir. Yapıdaki üst düzey simgesi ise 50 km yakında yer alan en eski Budist stupalarından biri olarak bilinen Sanchi Tapınağı’ndan türetilmiştir. Yapıyı bir çember içinde bir “demokrasi kalesi” gibi bütünleştirip kentin en egemen tepelerinden birine oturtması, kendisinin ve ülke siyasetinin tüm dünyaya yaptığı bir çağrı gibidir.
Son yapıtlarından olan Jaipur'daki Jawahar Kala Kendra (1986) bir sanat merkezidir. Correa burada Jaipur’un temel planlama örgütlenmesi olan dokuz kareden oluşan bir Mandala geometrisini kullanırken, içinde dışa dönük eylemlere yönelik toplantı salonlarını barındıran bir kareyi çıkarıp açısal bir yerleştirme ile hem bir giriş avlusu sağlamış hem de bu yatay yapılanmaya bir arkitektonik devinim getirmiştir. Tümüyle Jaipur kökenli simgeselliği yorumlayan çağdaş anlamda bu yapı hem Jaipur'la özdeşleşmiş hem de evrensel saptamaları ileten duru ve güçlü bir yapı olarak çağdaş mimarlığa mal olmuştur.
Bu yazıya başlarken yazmayı düşündüğüm, Correa’nın bir dost olarak kişiliği ve kimliği ile ilgili düşündüklerimi, sonunda burada yazmamaya karar verdim. Çünkü bunca yıllık dostluktan sonra bu konuda söyleyeceklerimin sevgi ve saygı ile bezenmiş tek yanlı saptamalar olması doğal ve kaçınılmaz. Bir bakıma, insanın çok yakın bir dostu, sevdiği bir ağabeyi hakkında yazmasının, öznel, yüceltici ve sonunda içeriksiz olacağı gerçeğini unutmamak gerek. Bu nedenle, o notlarımı ilerde elim değer de yazarsam bir özyaşam çalışmasına saklamak daha anlamlı geldi.