Cadde‘Altın çocuk’ kalsaydım dibe vururdum

‘Altın çocuk’ kalsaydım dibe vururdum

01.12.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Sundance Channel’ın tanıtımı için İstanbul’da olan ünlü oyuncu Robert Redford’dan samimi açıklamalar: Altın çocuk olmaya devam etsem, hikâyem Faust’a benzerdi. Bence para ve popülerlik benim için doğru kriterler değildi

‘Altın çocuk’ kalsaydım dibe vururdum

Robert Redford, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yıldızlarından biri ama hiçbir kalıba sığdıramayacağınız bir aktör. Zirvedeyken, ‘altın çocuk’ imajına sırtını döndü. Hollywood, ‘basın filmi tutmaz’ derken, “Başkanın Bütün Adamları”nın yapımcılığını üstlenip, bir klasik yaratmayı; ‘spor filmi tutmaz’ dediğinde ise “The Natural”da rol alıp ana akım endüstrinin kurallarını bozmayı hiç ihmal etmedi. Nitekim 1980’lerde Utah’ın dağlarında kurduğu Sundance’le bağımsızların babası oldu. İlk yönetmenliği “Ordinary People”la En İyi Yönetmen dalında Oscar kazandı. Kadim dostu, yönetmen Sydney Pollack’ın “Dışarıdan altın çocuk gibi gözükür ama içinde karanlık ve karmaşık bir karakterdir,” dediği Redford, Sundance Channel’ın Digiturk bünyesinde yayınlanmasının tanıtımı dolayısıyla geldiği İstanbul’da bize Pollack’ın bahsettiği karanlık yönünü değil; güler yüzlü, olgun ve bilge tarafını gösterdi.
Komedyen ve aktör Mort Sahl size yazdığı bir mektupta “Seni çözdüm. Senin için asıl kız hep Amerika oldu” der. Katılıyor musunuz?
Çok haklı. İlgilendiğim ve beni cezbeden asıl konu, hep ülkem oldu. ABD ile olan ilişkimi ben de ‘aşk’ olarak tanımlarım. Ama düz değil fırtınalı bir aşk... Çünkü Amerika’da hem aydınlık hem karanlık görüyorum. Çektiğim filmlerde de, bu dışarıdan görünen aydınlığın altında yatan karanlığı anlatmaya çalışıyorum.

Haberin Devamı



‘Altın çocuk’ kalsaydım dibe vururdum

Sundance’in tanıtımı için İstanbul’a gelen Redford’le kariyerini ve sinemayı konuştuk.

Amerika’nın masumiyetini yitirdiğini söylüyorsunuz. Ne zaman yitirildi?
Çok net bir şekilde dört olayla masumiyetin yitirildiğini söyleyebilirim. İlki 1950’lerdeki McCarthy dönemi... İkincisi inanç sistemimizi alt üst eden John F. Kennedy suikastı. Üçüncüsü Richard Nixon dönemi ve Watergate skandalı... Tabii ki 11 Eylül, bunu takip eden George Bush ve yönetiminin kitle imha silahlarıyla ilgili halka söyledikleri yalanlar... Bunları art arda koyduğunuzda, masumiyeti olan ve kendisine çok inanan bir ülkeyi felç ettiklerini görüyoruz.

Yönettiğiniz “The Conspirator”, Abraham Lincoln’ın öldürülmesinin ardından yaşanan yargı sürecini konu alıyor ve neredeyse modern ABD’nin adaletsizlik temeline kurulduğunu söylüyordu.
ABD adaletsizlik değil, adalet ümidiyle kuruldu. Ama peş peşe adaletsizlikler geldi. Bu hikâyeyi anlatmak istedim çünkü kimse bilmiyordu.

Herkes Lincoln suikastını bilir ama kimse Mary Surratt’ı bilmez. Hükümet, iç savaşın hortlamasından korktu ve yargı hızla davayı sonuçlandırmak istedi. “Yargılayın ve cezasını hemen verin” dediler. Ve bence günahsız bir kadını astılar. Siz bu filmi izlediniz mi?
Evet, Türkiye’de gösterime girdi. Çok şaşırdım ve sevindim. Çünkü bu filmde başıma korkunç bir şey geldi. Filmi Chicago’dan zengin bir adam finanse etti. Film, ABD’de vizyona girdikten sonra Avrupa’da gösterime sokmak için hiçbir çaba gösterilmedi. Sonuçta anladığım kadarıyla çok az insan izledi. Çünkü dağıtma zahmetine girmediler. Benim için çok önemli ve gurur duyduğum bir film.

“Parkta Çıplak Ayak / Barefoot in the Park” (1969), “The Way We Were”le (1973) büyük çıkışınızı yaptığınız, altın çocuk kabul edildiğiniz dönemde, benzer romantik kahraman rolleri özellikle reddettiniz. Kendinizi akışa bırakıp, gelen teklifleri kabul etseydiniz, sizce ne olurdu?
Çok kısa bir süre, çok çok para kazanırdım. Sonra kendimi tekrarlamaya başlar, gitgide daha az kazanmaya başlar ve dibe vururdum. Gösterecek bir şeyim kalmazdı. Hikayem Faust’unkine benzerdi. Ama dediğiniz gibi çok seçici olmaya gayret ettim. Başıma buyruk bir tiptim ve ne yapmak istediğimle ilgili her zaman kafam netti. Hiçbir zaman en popüleri veya en çok para kazanacağım seçenekleri tercih etmedim. Bence para ve popülerlik benim için doğru kriterler değildi.

Haberin Devamı

‘Altın çocuk’ kalsaydım dibe vururdum

Birbirlerine yaptıkları şakalar meşhur olan ikiliden
Redford, Newman’ın maketiyle poz veriyor.

Evet, Başkanın Bütün Adamları komplosu şehir efsanesi değildi

Haberin Devamı

Hoffman’la birlikte çalıştığınız, Watergate skandalını konu alan “Başkanın Bütün Adamları”nın ardından size komplo kurulduğu bir şehir efsanesi mi?
Hayır değil, doğru. 1976’da Fransa’da çok geniş ve güçlü bir muhafazakar bir grup varmış. Bu grup Nixon’ı çok sevip, Nixon’ın güçlü bir kahraman olduğu görüşündeymiş. Ve de, Nixon’ın düşmesinden beni sorumlu tutuyorlarmış. Filmin tanıtımı için Fransa’ya gittiğimde, çok geç olmadan fark edip engellediğimiz bir plan yaptıkları ortaya çıktı bu grubun. Kaldığım oteli basıp, beni kaçırmayı planlamışlar. Hâlâ şaşırarak hatırladığım bir hikaye.

ABD’de de size öfkeli insanlar var mıydı bu filmin ardından?
Vardı diye düşünüyorum. Her zaman ilericiler ve muhafazakarlar vardır. Güç dengesi değişir durur. O dönemde, Watergate sonrasında Nixon’a karşı bir hareket oluştu çünkü yozlaşmıştı. Bir ABD başkanı olarak gücünü kötüye kullanmıştı. O yüzden de yargı ve genç insanlar inmesi gerektiğini düşündüler. Şimdi ise tam tersi. Muhafazakârlar daha güçlüler. Bilirsiniz, bu işler sarkaç gibidir.

Haberin Devamı

Sundance ruhu doğadan geliyor

En çok kazandığınız, popülerliğinizin doruğunda olduğunuz dönemde tüm maddi ve manevi gücünüzü Sundance’e harcadınız.
Evet, çok uzun yıllar boyu uğraştım. Bu zamanı da kariyerimden çaldım. Ama Sundance’i Utah’da dağlarda kurmak istedim çünkü bu, bağımsız sinema fikrinin saflığını koruyacaktı. Böyle bir işe Los Angeles veya New York’ta girişseydim, öncelikle çok daha pahalı olacaktı orası kesin. İkincisi de, zaten stüdyolar oralardaydı, film endüstrisinin merkezleri bu yerlerdi. Kendi kendime dedim ki, “Uzaklara git, bağımsız ruhu doğada ara, fikrin onurunu koru”... Sundance laboratuarları, bir kez başlayıp başarılı olduğunda, dağlarda kalsın istedim. Sundance Festivali ve sonra da kurulan Sundance Channel, dağlarda başlayan bir şeyi dünyaya açtı.

Paul şakayı abartırdı

Efsane aktör Paul Newman’la olan dostluğunuz çok ünlü. Birbirinize yaptığınız şakalar da... Birini paylaşır mısınız?

Bazen işi abartırdı açıkçası. Bir keresinde bana yeni bir kayak takımı gelecekti. Bilen bilir, her yeni şeyi denerim. Paul Newman bunu öğrenmiş ve kayak takımlarımın olduğu yerin anahtarını alıp, bu yeni takımın ön kısmının altına kurşun taktırmış. Tabii denerken çakıldım. Bayağı ciddiydi, ölebilirdim bile.

Amerikan bağımsız sinemasına baktığınızda ne hissediyorsunuz; gurur mu?
Kesinlikle gurur duyuyorum. 1980’lerde bu işe başladığımda, bağımsız sinema diye bir şey yoktu; bağımsız sinema diye bir kategori bile yoktu. Yeni yetenekler, yeni sanatçılar, yönetmenlerin gelişmesine katkıda bulunduğumuzda, filmleri bu yeni kategoriye dahil oldu. Ve bağımsız film fikrini inşa ettik. Başarısız da olabilirdik. Bunlar Hollywood ana akım bir kaynak olarak küçüldüğü dönemde oldu. Şimdi ticari başarısı kesin olan filmler çekiyorlar, “Yüzüklerin Efendisi” gibi...