Cem Mumcu

Cem Mumcu

cemmumcu@okuyanus.com.tr

Tüm Yazıları

Kayıp dil, kayıp şarkılar



Her adımını bildiğim ve çok inandığım bir film giriyor gösterime: Nezih Ünen’in ’Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’ Demokratik açılıma bir sanatçı böyle katkıda bulunur

Kelimeler ve İnsan

Hep birlikte kavramların kaydığı, neyin ne anlama geldiğini unutttuğumuz bir çağ yaşıyoruz. Kelimelerle düşünen ve hisseden insanoğlu kelimelerini ve onların içini dolduran anlamları kaybediyor. Oysa kullanmadığımız ya da yanlış kullandığımız kelimeler aynı zamanda onların ifade ettiği düşünme ve hissetme biçimlerinin de soyunu tüketir. Yeni olanlar ise yeni düşüncelerin ve duyguların yolunu açar.
Zihin kelimelerle genişler, tekâmül eder. Antiütopya deyince akla gelen iki temel kitap vardır: Yevgeni Zamyatin’in ‘Biz’i ve George Orwell’in ‘1984’ kitabı. Her iki eserde de dilin bir toplumu değiştirmek için temel malzemelerden biri olduğunu görürüz. ‘Sevgi’ kelimesini yasaklamayı başarabilen bir iktidar, birkaç nesil sonra neredeyse sevgiyi hissedemeyen, hissettiğinde adlandıramayan ve sevginin etrafındaki diğer hisleri de kaybetmiş bir insan topluluğunu kurgulayabilir. Mesela ‘cool’ kelimesinin anlamını bilen bir zihinsel yapıyı kazanırken ‘rızk’ kelimesinin barındırdığı anlamları nasıl kaybettiğimize bakabilirsiniz.

Haberin Devamı

Kelimeler insanı biçimlendirir
Genç birine “vesile olmak” ne demek diye sorun. Eğer bilmiyorsa vesile olmaya çalışmayı da bilemiyor demektir. Eğer o genç, bir ‘hekim’ ise olasılıkla kendine doktor diyecektir ve hekim kelimesinin hikmet sahibi olmakla ilişkisini de bilemiyordur. Dolayısıyla bir hastanın şifasına vesile olmanın derin anlamlarını da bilemiyor olduğu için kendisini vesile olma noktasından başka bir iktidar ve hırs noktasında görmesi beklenen bir sonuçtur. Kelimeler, zihni, dolayısıyla insanı biçimlendirir; bireyin nasıl bir insan olacağını, kendisine, doğaya ve diğer insanlara nasıl bakıp, nasıl ilişki kuracağına yön verir. Bu nedenle öğrendiğimiz yabancı diller, yeni düşüncelere ve açılımlara götürür bizi ve de unuttuğumuz her kelime de bir kaybedişin öyküsünü barındırır içinde. Küreselleşmenin biçimlendirdiği tek dile doğru gidiş, tek düşünce biçimi olan insana doğru gidiştir. Kültürlerin ve onların doğurgan memelerinden fışkıran kelimelerin her biri öldüğünde aslında soyu tükenmiş bir düşünce ve duygudan söz ediyoruz demektir.

Haberin Devamı

Sanatçı

Benim çocukluğumda sanatçı deyince akla Leonardo, Dostoyevski, Beethoven, Kafka, Ingmar Bergman gibi isimler gelirdi. Ben belki de o yüzden yazar oldum. Edebiyat bir sanattı ve yazar da bir sanatçı. Şimdi bana sorsalar kendime sanatçı demekten şiddetle kaçınırım. Çünkü artık sanatçı deyince akla gelen ‘şey’ ile hiç ilgim yok ve olsun da istemem. Mesela Safiye Soyman’ın eşi Faik Öztürk bir sanatçı, Seren Serengil, Seray Sever, Doğuş ve hatta Şahin Özer de sanatçı. Bu insanları eleştirmiyorum, sadece artık ‘sanatçı’ kelimesinin hangi anlama doğru kaydığını anlatmaya çalışıyorum.
Oysa ben yazar olurken de, sonrasında sanatsal yaratıcılık ile ilgili araştırmalar yaparken de ölçü aldığım şey bu kaymış anlam değildi. Yüksek, entelektüel sanattan falan dem vurmuyorum; en aşağılığından, en naifinden de söz etsem ‘sanat’ denilen kavram bu değil.

Haberin Devamı

Sinematografik Açılım

Başbakan Erdoğan demokratik açılım için sanatçılarla buluştu. Davetlilerin çoğuna bakıldığında Başbakan’ın ve danışmanlarının da artık kavramsal bakışı kaybedip, popüler olan üzerinden hareket edip düşündüklerini söyleyebiliriz. Bir başbakanın ve kültür bakanının bu buluşmayı müzik endüstrisinde çalışanlar, popüler figürler, müzisyenler gibi bir tanımlamayla yapmaları gerekmez miydi? Kültür bakanımız müzik yapımcısı olmayı (ki o da saygın bir iş) sanatçı olmak olarak mı biliyor yoksa? Ülkeye yön verecek açılımlar yapacak üst düzey kurumlar da magazin programlarının diliyle şekillenmiş zihinsel standartta mı hareket ediyorlar? Başbakanın, kelimeleri, onların anlamlarını, hatta “oku” diye başlayan kitabı, esmâ’yı, zikri bildiğini sanırken; şiirin ve kelimelerin gücünü bilen biri olduğunu sanırken şaşırdım desem yalan olmaz.

Anadolu’nun Kayıp Şarkıları

Toplantıda Başbakan: “Bu ülkenin bütün türkülerinin, şarkılarının, bu toprakların her şeyini, fakat her şeyini yansıtacak kadar güç ve bilgelik taşıdığına bütün kalbimle inanıyorum” demiş. Güzel söylemiş. Yaklaşık sekiz yıldır bir şekilde her adımını bildiğim, hissettiğim, şaşırdığım, takdir ettiğim ve çok inandığım bir film giriyor yakında gösterime: Nezih Ünen’in ‘Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’. Demokratik açılıma bir sanatçı böyle katkıda bulunur. Üstelik de popüler bir terim olmasının çok öncesinden, kendisinin bir yerleri acıdığı için, kendisi birşeyleri hissettiği için çekmeye başladı bu filmi Nezih.

Aranan sanatçı açılımı
Film tamamlandığında bile henüz açılım lafı yoktu ortada. Kaybettiğimiz kelimeler, unuttuğumuz hislerle birlikte ‘mozaik’ dedikleri bu acayip, bu görkemli, bu inanılmaz çamurun, bu doğurgan toprağın filmini seyredin Sayın Başbakan. Aradığınız sanatçı açılımını orada göreceksiniz, filmin bir yerlerinde sizin de benim gibi gözleriniz dolacak ve tüyleriniz diken diken olacak. Filmin isminin altında “birbirimizi dinlemeye hazır mıyız?” yazıyor.

Doğru kelimeler , doğru kavramlar
Birçoklarının aksine bana hâlis gelen açılım niyetinizin altını doğru kelimelerle, anlamlı kavramlarla doldurmanıza ihtiyaç var. Çünkü -umarım ve sanırım ki- bu filmden çıkınca “ne mutlu Anadolu’da doğdum, orada yaşadım, orada insan oldum diyene” diyecek herkes. Kimliğini, kimliklerini diğerlerinden başka, üstün, farklı bir yere koymadan da onurlanacağı bir varoluşa sahip olduğunu hatırlayacak pek çoğu. Kendini beden sananlar ise kendilerini kanlarıyla tanımlaya devam edecekler.