Cem Mumcu

Cem Mumcu

cemmumcu@okuyanus.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçmişte ‘şey’lerle ilişkimizde var olan beş duyumuzu kullanırdık. Anlamak, değerlendirmek için görmeye, dokunmaya, koklamaya, işitmeye, tatmaya önem verirdik. Artık her şey asıl işlevinden uzaklaşmaya ve görüntü olmaya doğru gidiyor

Gömleğe ‘bak’mak
Neresinden tutup anlatmalıyım? Belki biraz geçmişe dönmeliyim. Çocukken okul açılmadan önce alışverişe çıkardık babam ve annemle. Gömlek alınırdı mesela. Her ikisi de benim beğenime öncelik verirlerdi. Fakat sonrasında babamın başparmağı ile işaret parmağı geliyor hafızamın derinliklerinden. İki parmağı arasında kumaşı tutup okşardı hafifçe. Bakardı. Kalitesine, içinde ne kadar pamuklu kumaş olduğuna, oynayıp terleyen bir çocuğun terini nasıl çekeceğine ve daha bir sürü şeye bakardı o kısacık dokunuşla. Sonra hafifçe buruştururdu kumaşı. Sanırım ütüsünün ne kadar çabuk bozulacağına bakardı. Bazı zamanlar cebinden çıkardığı İbelo çakmağıyla alınacak kazağın bir yerlerinden çektiği ipliği yaktığını da hatırlarım. İçinde naylon olup olmadığını anlardı bununla. Dikişlerinin kalitesi de, top oynarken yırtılıp yırtılmayacağı da çok kısa bir bakışla da olsa anlaşılan başka ayrıntılardı. (Bu anlattığım kesitte aslında o kadar çok ayrıntı gizli ki. Bu yazıda sadece bir tarafından bakacağım)
Şimdilerde artık gömleği, kazağı, pantolonu böyle seçmiyoruz. Malzemesiyle ve işleviyle bu denli ilgilenmiyoruz. Artık billboarddaki kızın resmine ya da dergide onu hangi ünlünün giydiğine bakıyoruz. Sadece bakıyoruz, yani sadece gözlerimizle bakıyoruz.


Karpuza ‘bak’mak
Yine babamla alışverişe çıktığımızda onun nasıl sebze meyve aldığını hatırlarım. Karpuz iyi bir örnektir. Önce gözlerle başlanır. Bakılır yani. Sonra hacmi ile kütlesi arasındaki orana bakmak için şöyle bir tartılır. Bir fiske ile karpuza vurulur ve çıkan ses dinlenir. (Bunların neyi ölçtüğünü bilen bilir, burada anlatmayacağım) Dahası iyi satıcı bir üçgen kısım keser karpuzdan ve bir de tadına bakılır.
Şimdilerde marketlerin sanırım karpuzları daha renkli, daha yeşil gösterecek ışıklandırma sistemleri var. Öyle renkli gözüküyorlar ki. Biz de artık sadece bakıyoruz, yani sadece gözlerimizle bakıyoruz.
Yine bir müzik dinlerken de kulağımıza nasıl geldiğine, bize ne hissettirdiğine, sözlerinin mânâsına falan bakardık. O zamanlar kulağı olmayan, detone şarkıcılar yoktu, zaten olamazdı. Şimdi klipler var. Kötü sesli de olsalar bize kendilerini Gagalayan görüntüler sunuyorlar. Özel hayatlarını izliyoruz, memelerine falan bakıyoruz şarkıcıların. Artık sadece bakıyoruz, yani sadece gözlerimizle bakıyoruz.
Yani biz ‘şey’lerle ilişkimizde var olan beş duyumuzu kullanırdık. O ‘şey’leri anlamak, değerlendirmek, seçmek ve onlar hakkında karar vermek için görmeye, dokunmaya, koklamaya, işitmeye, tatmaya önem verirdik. Sonra da onun işlevlerini hakkı ile yerine getirip getirmediğine bakardık. Çünkü insandık ve sahip olduğumuz melekeler vardı. Hatta belki zaman zaman sezgilerimiz de devreye girerdi. Ve tabi ki arzularımız vardı ve bir ‘şey’in arzularımızı karşılayıp karşılamadığının da ölçüleri.

Sadece ‘Bak’ıyoruz


Homonculus ve Tepegöz
Şimdi biraz beyinden bahsedelim. Yazıya resmini de koydum ki daha iyi anlayalım. Motor homonculus ve duyu homonculusu diye bir yapıdan bahsediyoruz. İnsanın bedenindeki bölümlerin beyindeki motor hareket merkezlerinde ne ölçüde temsil edildiği bir şekil ile betimlenmiştir. Buna motor homonculus denir. Burada el, başparmak, yüz ve dil, bedenin geri kalan kısımlarının hepsinden çok daha fazla yer kaplamaktadır. Çünkü motor homonculusta hareketin temsil edildiği korteks alanı, harekete katılan beden bölümünün boyutları ile değil, yapıl an hareketin becerisi ile ilgilidir. Duyusal kısımları temsil eden betimlemeye ise duyu homonculusu denir. Burada da aynı kural geçerli. Neremizin becerisi fazla ise orası daha fazla yer kaplıyor beyinde. İşte bu yüzden küçücük bacakları ama kocaman elleri olan garip bir insan figürü çıkıyor karşımıza. Öyleyizdir çünkü; değerli ve incelikli kısımlarımızla insan oluruz.
Şimdi bütün bunları neden anlattım? Gömlekten, karpuza oradan müziğe, sanata kadar giden yolda karşımıza çıkan, benim ikide bir anlattığım bir şey var çünkü. Diğer her şeyimizi bırakıp görmek, görünmek ve göstermek üzerine kurulan bir düzen içinde yuvarlanıyoruz. ‘Şey’lerin aslında ne olduğunun önemi kalmadı. Her şey asıl işlevinden uzaklaşmaya ve görüntü olmaya doğru gidiyor. Biz ise bakıyoruz, sadece gözlerimizle bakıyoruz. ‘İnsan’ın daha ne kadar süre sadece gözleriyle bakmaya devam edeceğini bilmiyorum. ‘Gerçek’ liğin bir görüntüden ibaret sanıldığı bu çağ eğer uzun sürerse homunculus ne hale gelecek? Tahminim şu ki beynin önemli bir kısmını GÖZ kaplayacak ve de gösterilmek istenen diğer vücut parçaları. Neye benzeyeceğiz? Bir tepegöze mi? Evrenin herhangi bir yerinde bu denli garip bir canlı olacak mı? Onu da bilmiyorum. Estetik cerrahi ve photoshop hileleri ile ‘insan olma’nın diğer hasletlerini, işlevlerini ve derinliklerini de düzeltebilecek miyiz?
Geçenlerde Müjde Ar’ın programını izliyordum. Sıkı bir oyuncudur hepimiz biliriz. Ve fakat programın diğer konukları gayet net görünürken o puslu bir görüntü arkasındaydı. Sadece Müjde Ar görünürken bir filtre kullanılıyordu sanırım. İnanın çok komikti durum. Zihni ve yetenekleri sağlam bir oyuncuyu buna gereksinim duyacak hale getiren bu çağdır.
Bu arada homunculus insancık demektir.

Duyu homonculus
Sadece ‘Bak’ıyoruz



Haftanın önerileri

Kitap: Sınırsız Rüyalar Diyarı, J. G. Ballard, Ayrıntı Yayınları
Film: U Dönüşü, Yönetmen: Oliver Stone
Müzik: Treny, Jacaszek
Web Sitesi: www.innbuzz.com
Mekan: Çağla Cabaoğlu Art Gallery, Abdi İpekçi 46/1, Teşvikiye