CaddeEĞRETi GELiN

EĞRETi GELiN

20.01.2013 - 19:51 | Son Güncellenme:

Yeni filmi ‘The Sessions’da, felçli bir adamın hayatını değiştiren bir seks terapistini canlandıran Oscar’lı oyuncu Helen Hunt...

EĞRETi GELiN

“Tabularımı bu film için yıktım. Çünkü böyle güzel bir hikayenin parçası olmayı gerçekten çok istedim” diyor

Haberin Devamı


49 yaşındaki doğal güzel, etrafındaki donuk suratlı kadınlardan çok farklı. Makyajsız yüzü ve gülünce gözlerinin etrafı kırışan haliyle, olduğu gibi bir kadın. Her ne kadar aşırıya kaçmayan tavırları olsa da, bu film için kendisini biraz zorlaması gerekmiş. Film 1980’lerde Berkeley’de yaşayan, yapay solunum cihazlarıyla günlerini geçirmek zorunda olan felçli gazeteci ve şair Mark O’Brien ‘in gerçek hayat hikayesini anlatıyor.
38 yaşındaki Mark (John Hawkes) ilk defa cinsel deneyim yaşamak istediğine karar veriyor ve bakirliğinden kurtulmasına yardım etmesi için seks terapisti Cheryl Cohen Greene’yi (Helen Hunt) kiralıyor.
Filmin tamamında neredeyse çıplak olan oyuncu, başta bu yüzden sıkıntı yaşadığını ama sonra fikrinin değiştiğini söylüyor. İngiliz Daily Mail gazetesine konuşan oyuncu şunları anlatıyor: “‘İnsanların bedenim hakkında ne düşündüklerini mi umursuyorum yoksa böyle güzel bir hikayenin bir parçası olmayı mı umursuyorum?’ diye düşünmeye başladım” diyor ve ekliyor, “Günün sonunda ikinci seçeneğin ağır bastığına karar verdim.”
Kendisi de çocuk felci olan film yapımcısı Ben Lewin’in yönettiği film oldukça hazin ama komik anlar da yok değil. Mark bu maceraya atılmadan önce, Katolik bir rahibe danışıyor. Açık görüşlü Peder Brendan (William H. Macy), “Kalben biliyorum ki tanrı bu olayda sana serbest geçiş verecektir, korkma” diyerek onu rahatlatıyor. Hunt’ın söylediğine göre film çok zevkli ve eğlenceli.
Role hazırlanmak için Hunt, Cherly’le birlikte vakit geçirmiş. “Akşam yemeği için ne hazırladığından, orgazm olup olmadığını anlatacak kadar samimi biri. Bizim utanarak ya da kıkırdayarak yaptığımız seks esprileri onun için gayet doğal” diyor Hunt.
Hayat kadınıyla seks terapistinin farkı nedir sorusu geliyor akıllara tabii... Hâlâ bu işi yapan Cherly, “Hayat kadını sizin onu tekrar görmek istemenizi umar; ama bir seks terapisti direkt onu bir daha göremeyeceğinizi söyler. İleriye gidemezsiniz. Yani onların amacı müşterinin geleceğidir” diye cevap veriyor. Bu seanstan sonra Mark, yazar Susan Fernbach’la hayatının sonuna kadar süren tatmin edici bir ilişki yaşadı.

Haberin Devamı

Helen Hunt anlatıyor;

Haberin Devamı

Çıplak olmak sinir bozucu, çünkü vücudunuzun nasıl göründüğünü düşünüp duruyorsunuz. Ama ‘The Sessions’ hassasiyet üzerine bir film. Benim işim (Cheryl olarak) Mark’a, onun engellerinin benim için sorun olmadığı hissettirmek. İnsanlar filmi izlemeye başladıklarında, ‘Helen Hunt’ı çıplak izleyeceğiz’ diye düşünecekler. Evet, ama benim sahnelerim göründükçe, soyunmamdan çekinecekler bile, öyle içleri gıdıklanmayacak. Çünkü bilecekler ki bu kadın, bu çok cesur adama asılacak. Hatta, ortada çırılçıplak iki oyuncu var diye düşünmektense, Mark’ın böyle bir şeye nasıl cesaret ettiğini düşünecekler.

Seks sahnelerinde hiç bir erotik yan yok. Benim düşündüğüm şey, çocuk felci yüzünden kolunu hareket ettiremeyen Mark’ın gömleğini çıkarmayı başarıp başaramayacağım oldu. ‘Gömleği çıkarabilecek miyim? Ya çıkaramazsam?’ diye kendimi yedim durdum. Gerçek sekste olduğu gibi, hemen konuya giriliyor: İki vücut nasıl birbirine yaklaşır, özellikle biri hareket edemiyorsa? Film ekibi bize biraz mahremiyet vermek için dışarı bile çıktı. Odada sadece 5 ya da 6 kişiydik ve işlerinin büyük bir kısmını yüzlerini başka yere çevirerek yaptılar.

The Sessions’ seks hakkında bir film. Aşk hakkında bir film olduğunu düşünmüyorum. Onu eşsiz yapan da bu. Mark, Cheryl’e şöyle diyor: “Kendimi pencere camının arkasından, karşı taraftaki ziyafette, benim hiç tatmadığım şeyleri yiyen birilerini izleyen biri gibi hissediyorum. “Yani cinsellik onun için çok önemli. Bu filmde, sadece birinin ihtiyaçlarını karşılamak için bir araya gelen iki insan görüyoruz. Daha önce böyle bir film izlememiştim.

Seks, hayatın sevimli temel bir parçası gibi geliyor. Bazı insanlar yaşlandıkça oyun oynamayı bırakıyorlar. Bunu anlayamıyorum; çünkü hayatımın o kısmına gelmedim henüz. Sanırım çok önemli bir husus.

Giyimime özen gösterecek vaktim yok ve ben bunu hiç önemsemiyorum. Sabahları 5.45’te kalkıyorum. Köpeğime ve kedime mamalarını veriyorum, kızıma öğlen yemeği için bir şeyler hazırlıyorum sonra beraber yarım saat piyano çalışıyoruz ve yarım saat okuma yapıyoruz. Onu okula bırakıyorum, biraz bir şeyler yazıyorum, arkadaşlarımla görüşüyorum ve yogaya gidiyorum. Yani bu etek bu bluza gitti mi diye düşünecek vaktim var mı? Kesinlikle yok.

Bir kısmım daha erken çocuk sahibi olsaydım da 4 tane çocuk yapabilseydim diyor. Ama hakikat bu değil. Kızıma hamile kalabilmek için vahşi bir hayvan gibi savaştım. Kısırlık tedavilerinin hepsine katıldım. Geç anne olduğum için kızımın varlığı daha çok minnettar olmamı sağladı bence. İyi yanlarından biri de
20 yaşlarımda olduğum insandan daha iyi biriyim şimdi. Her zaman çok sabırlı olamıyorum ama; ‘Kızımı saat 15.00’te oradan almalıyım’ gibi kuruntuları olan biri de değilim. Gözlerimi devire devire anne bakışı attığım nadirdir.

Üvey anne olmak biraz karışık bir durum. Kızımla olan ilişkimde, onun için en doğru olanı yapmak için uğraşıyorum. Üvey oğlumla olan ilişkimdeyse, sanırım kendimi iyilik meleği gibi görmek hoşuma gidiyor. Etrafında dönüp duruyorum ve bana sorulduğunda onun ve ailedeki herkes için iyi dileklerde bulunuyorum.

Oscar almış olmanız, bir kadın olarak, bundan sonra daha iyi rolleri kapmanızı kolaylaştırmıyor. İyi işler öyle kolay bulunmuyor. ‘The Sessions’ gibi bir film bulduğunuz anda hemen kapmalısınız. Hollywood’da kadınlar için bu işin daha zor olduğunu özellikle söyledim. Çünkü gerçekten bunaltıcı bir durum. Ama aynı zamanda erkekler için de anlamlı, duygusal roller göremiyoruz. Her şey artar çoğalır, büyür, küçülür... Hayatın kuralı böyle. Kızım olmuştu ve anneliğin evde kalıp çocuğuna bakma kısmı benim için gerçekten çok zordu. Tabii ki bu, çok iyi işleri kızım için geri çevirdim demek değil. Ama şöyle de bir şey var ki hiç bir zaman çocukları da alıp yola çıkabilen tiplerden olmadım. Bu yüzden Prag’a gidip, 4 ay orada yaşamak benim için hayal gibi bir şey.

50 yaşıma gelmeyi ve dünyanın yıkılmadığını görmek istiyorum. Güzel olacak sanırım. Ne olacak tam olarak kestiremiyorum ama hayat gerçekten çok güzel; mesela bu güzel filmde yer almak gibi. Yani gelecekle ilgili olumsuz şeyler düşünmek için hiçbir neden göremiyorum. Kimse kaç yaşımda olduğumu bilmese çok mutlu olurdum; ama benim durumumda biri için bu imkansız bir şey. Peki ya estetik cerrahi? ‘Asla’ demek istemiyorum; ama yaptıracağımı sanmıyorum. Kısırlık tedavisi sırasında yeterince iğne yediğimi düşünüyorum. Daha fazlasını gerçekten istemem. Ama hayat bu, ne olacağı belli olmaz.”

EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler