Gülay Afşar

Gülay Afşar

gulay.afsar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İstanbul Film Festivali geride kaldı. İş yoğunluğundan istediğim oranda takip edememiş olsam da kendi adıma keşfettiğim, ilk filmleriyle tanıma fırsatı bulduğum genç sinemacılar oldu. O isimlerden biri de ‘Taksim Hold’em’ adlı filme imza atan Michael Önder’di.

‘Taksim Hold’em’ dünya prömiyerini Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde yapan ve Japonya’da övgü alan bir projeydi. İstanbul Film Festivali’nde de yarışma filmlerinden biri olarak seçkide yer aldı. Ve festival yolculuğunun ardından, bugün vizyona giriyor.

Haberin Devamı

Tamamıyla bağımsız bir yapım, o yüzden son derece cesaretli bir iş. Meselesi çok ciddi. Çünkü insan olmaya dair derin bir sorgulamaya soyunuyor. Tek mekanda geçen, sadece diyaloglarla bezeli bir film olmasına rağmen, mizahı en incesinden kullanarak, gerçek anlamda ‘güldürürken düşündürüyor’. Üstelik bunu tüm klişeleri yerle bir ederek yapıyor.

Bir yere varmayan konuşma hallerimiz

Peki ne anlatıyor? Bu soruyu sorarken ‘ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemli’ tezini geride tutuyorum. Çünkü hem en anlayacağımız şekilde anlatıyor hem de ‘insan nasıl bir mahluk’ meselesine doğrudan dalıyor. Malum bugünlerde hepimizin aklındaki soru bu, aslında.

Film, Gezi olaylarıyla yola çıksa da bu bir Gezi filmi değil... Aslolan bulundukları evin dışında bir protesto yaşanırken, o evdeki arkadaş grubunun kendi içlerindeki tartışmaları. Spesifik bir olaydan yola çıksa da, filmin derdi insani hallerimiz, özellikle defolarımız. Filmin niyeti, küçücük bir topluluk dahi olsak, bir çatışma halinde, kendi içimizdeki çatlamaları izletmek. Filmin başrol oyuncularından Damla Sönmez’in vurguladığı gibi, basbayağı bir yüzleşme bu.

Yeri geldiğinde hepimizin idealleri var. Bir tartışma anında savunduklarımız var ama acaba gerçek hayatta nasıl davranıyoruz? Uygulamaya geldiğinde, söylediklerimizin ardında ne kadar duruyoruz?

Sosyal medya üzerinden esip gürlüyoruz ama ne kadar samimiyiz? Filmin sorduğu böyle birçok soru var. Yani, insanız ya, defoluyuz ya, işte film de bize ait tutarsızlıkları gözümüze sokuyor.

‘Taksim Hold’em’ söz ve eylem üzerine bir sorgulamaya sevk ediyor ve bir yere varmayan konuşma hallerimizi anlatıyor. O yüzden bu proje, bir görüşün, bir tarafın filmi değil ve bana kalırsa bir çağrısı var; sözden, eylemden önce iletişim şart.

Haberin Devamı

Hep deriz ya; sanat sorgular, insana ayna tutar. Nihayetinde sinemanın da böyle bir misyonu olduğu, göz ardı edilemez. Dolayısıyla kutluyorum genç sinemacıları.

‘AKLIMI KAYBETTİM AMA KALBİMİ BULDUM’

23 Nisan haftasında tek dileğim var; tüm çocuklar sevinsin, mutlu çocuklar övüncümüz olsun. Hafta boyu çocuklarımızla birlikte en güzel bayramımızı kutlarken, bir güzel haber de, otizmli çocuğu olan arkadaşım Sedef Erken ‘den aldım. Müzisyen Ogün Sanlısoy ile avukat Sedef Erken’in oğlu Ozan, 12 yaşında. Onları tanıdığımdan beri, Ozan’ la birlikte tüm otizmli çocuklar için çalışmalar yapıyor ve toplumsal farkındalık yaratmaya çalışıyorlar. Nitekim, İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği’nin kurucu başkanlığını da üstlenen Erken, oğlundan öğrendiklerini ‘Kedi Gözü’ adını verdiği kitabında anlattı.

Haberin Devamı

Ne güzel ki, otizmli çocukların annelerinin yazdığı çok sayıda kitap var. Otizmli bir çocukla yaşamanın onlara öğrettiklerini paylaşmaları çok kıymetli. Böylece hem kendileri şifa buluyor, hem de aynı koşullarda çocukları olan tüm anne babalara ‘yalnız değilsiniz’ mesajını veriyorlar.

Bir yere varmayan konuşma hallerimiz
Aynı şekilde Sanlısoy da, oğlu için bir şarkı yazdı ve onunla stüdyoya girdi. Sanlısoy’un söylediğine göre, Ozan müzikle çok ilgili ve yetenekli. Doğası gereği özel bir kulağı var. Biraz piyano çalıyor, biraz da gitar. Babasını dinlemeyi, hatta ona gitar çalmayı da seviyor. İşte böylesi bir paylaşım sayesinde baba-oğul hayata güzel bir armağan bırakmış oluyor.

Ozan ve onun gibi özel çocuklarımızın dünyasını anne-babalarının gözünden anlatmak için ise, en güzel cümle yine otizmli çocuğuyla ilgili kitap yazan bir anneden geliyor; “Aklımı kaybettim ama kalbimi buldum.”

Bu arada şarkının geliri, İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği’ne bağışlanacak ve çocukların eğitim hakları için kullanılacak.