EDEBiYATTAN ANLAMIYORSANIZ BUNUNLA GURUR DUYMAYIN

Geçen hafta ünlü bir rock müzisyeninin dostlarıyla sohbetine kulak misafiri oldum. Arka masamda oturuyorlardı. Bundan bahsetmemin sebebi, sohbetin şimdi anlatacağım kitapla bağlantılı olması

Bodrum Gümüşlük’teyiz. Burada iki tane bar var; biri ‘Batı’ isminde rock ağırlıklı çalan kalabalık bir yer. Diğeriyse kısmen daha sakin olan ‘Jazz Kafe’... Jazz Kafe denize sıfır. Hatta denizin ta kendisi. Kumların üzerine tahta masalar atmışlar. Otururken çaktırmadan ayakkabılarınızı çıkarıp ayaklarınızı kuma gömebiliyorsunuz. Dalgalarla oyun oynamaya da son derece elverişli. Tek bir handikabı var; o da her masada mutlaka entelektüel bir ünlünün oturması. Kafanızı sağa çevirdiniz mi Levent Kazak’ı, sola çevirdiniz mi Erol Günaydın’ı ve köpeği Sirkeci’yi görebilirsiniz. Bir yanda devlet tiyatrosu oyuncuları, diğer yanda yazarlar var... Garsonlar da genellikle ünlülerle ilgileniyor. Bu yüzden benim gibi tek tük ‘halk işi model’leri kendi hallerine bırakıyorlar. Bence gayet hoş bir davranış. Bu sayede rahat rahat ayaklarımla kuyu kazabildim.
Her neyse... Bir akşam Jazz Kafe’de otururken, arka masada Bedri Baykam’ın eserleriyle ilgili garip şeyler söylediğini duydum. Yanında da yine onun gibi birkaç entelektüel ünlü vardı. “Sanat para etmiyorsa sanat değildir” gibilerinden bana epeyce enteresan gelen sözler duyunca, istemeden kulak misafiri oldum. Ama konu çabuk kapandı. Bedri Baykam o sırada yanından geçen parmakarası terlikli bir genci elinden tutup masaya getirdi ve dedi ki, “Tanıştırayım. Bu arkadaşım Ogün Sanlısoy. Müzisyendir.”

Haberin Devamı

“Size bir şey söyleyeyim mi?”
Yolda görsem tanımayacağım ve zaten tanımadığım Ogün Sanlısoy, yanlış anlaşılmasın, hakikaten değerli ve başarılı bir müzisyendir. En son çıkardığı albümünü hariç tutarsak, tüm işlerini severek dinlediğimi söyleyebilirim. Neyse, Ogün Bey masaya oturdu ve sohbete katılmaya çalıştı. Baktılar ki kendi imkanlarıyla katılamıyor, aralarından yazar olduğunu tahmin ettiğim yaşlıca bir beyefendi Ogün Sanlısoy’a; “Edebiyata meraklı mısınız? Çok okur musunuz?” gibisinden bir şey sordu. Sanlısoy ise, “Size bir şey söyleyeyim mi?” dedi sanki çok acayip bir laf edecekmiş gibi; “Ben edebiyattan pek anlamam.” Sonra hiçbir işinde edebiyattan ilham almadığını belirtmeyi de ihmal etmedi.
Bu saatten sonra ayaklarımla kazdığım kuyu daha çok ilgimi çektiği için sohbetin devamını dinlemedim. Yalnız uzun süre şunu düşündüm: Neden insanlar edebiyattan anlamadıklarını Ogün Sanlısoy gibi tuhaf bir şekilde, sanki bununla gurur duyar gibi söyler? Neden yıllardır edebiyat en ‘entel kuntel uğraşı’ kategorisinde algılanır? Elbette herkesin her şeyden anlaması gerekmiyor. Ama bir şeyden anlamadığını söylerken gurur duymanın nasıl bir anlamı olabilir ki? Biraz karışık mı oldu? Şöyle söyleyeyim öyleyse: Eğer edebiyattan anlamıyorsanız, bununla gurur duymayın; siz de anlamsızlaşırsınız. Onun yerine yapabileceğiniz başka bir şey tavsiye edeyim.

Haberin Devamı

Çözüm önerisi
Bodrum’dan İstanbul’a dönünce, çekim gücünün varlığını kanıtlarcasına karşıma bir kitap çıktı. İsmi, ‘Edebiyattan Pek Anlamam’. İçinde yüzlerce büyük roman, şiir, oyun hakkında bilgi verici, biraz da eğlendirici ayrıntı var. Hemingway, Dickinson,
Steinback, Orwell gibi yazarlar; Yunan tragedyaları, Pulitzer ve Nobel, gelmiş geçmiş en büyük roman karakterleri gibi “Pek anlamıyorum” deyip geçilmeyecek kültürel konularda temel bilgiler veriyor. Bu kitabı okumak, edebiyat sohbetlerinde hayat kurtarıcınız olabilir. Gözünüze sıkıcı göründüyse, açık söylüyorum, yanlış görünüyor! Testleriyle ve mizahi anlatım tarzıyla tam tersi, çok eğlenceli. Başta Ogün Sanlısoy olmak üzere tüm “Edebiyattan pek anlamıyorum”culara şiddetle değil, güzellikle tavsiye ediyorum.

Haberin Devamı