CaddeHer 10 yılda bir başka Sinan Çetin

Her 10 yılda bir başka Sinan Çetin

23.01.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Siyah tişörtü, saçı sakalı hemen hemen hiç değişmedi ama o, 70'lerden günümüze her 10 yılda bambaşka bir kanatta kameraların arkasına geçti. Bir dönemin solcusu, sonrasının Tansu Çiller destekçisi, şimdilerin AKP'ye oy veren ünlü yönetmeni... İşte bir Sinan Çetin portresi

Her 10 yılda bir başka Sinan Çetin

Belki de o akşam o telefon gelmeseydi, bugün hayatımızda Sinan Çetin diye biri olmayacaktı. Her fırsatta laf attığı 'enteller' boynu bükük, nefret ettiği 'sanat filmleri' başıboş, Cihangir'in kedileri özgür kalacaktı, kim bilir? Yıl 1986. Son çektiği birkaç filmle topa tutulmuş genç yönetmen, memleketi terk edip İngiltere'ye yerleşmeye niyetli. Uçak bileti cebinde, kendine inancı tam. Telefonu çalar bir akşam. Renault 9 çıkmak üzeredir, reklâm filmini çekmesi istenir. Hayatının kararıdır. Çeker, film çok ses getirir, kalır. Reklâm piyasasının önde gelenlerinden biri olarak... 1 Mart 1953 tarihinde Van'ın Bahçesaray ilçesinde başlar Sinan Çetin'in hikâyesi. Gümrük muhafaza memuru Mehdi Bey ile asıl adı olan Şöhret, nüfus memurunun yanlış anlamasına kurban giden Şevket Hanım'ın oğludur. Süt ağabeyiyle beraber 8 kardeştirler. Babaları, bir ara Suriye sınırında görev yapmıştır. Daha sonra oğlunun "Propaganda" filminde anlatacağı gibi... Ahlaklı, rüşvet olarak getirilen peyniri, balı getirenin kafasına atan bir memurdur. Annesi ise daha 'rasyonel'dir Çetin'in anlattığına göre, "Evde yiyecek yok, sen kafalarına atıyorsun" der. Sinan Çetin, babasından çok annesine yakın hisseder kendisini. Pek çok memur çocuğu gibi oradan oraya göçmekle geçer hayatının ilk 7 yılı. Ordu, Erzurum Aşkale derken, Ankara'ya yerleşirler, babası bir bakkal dükkânı açar. Sinan Çetin'in Samanpazarı'nda Sakalar İlkokulu'nda başlayan öğrenim hayatı Gazi Lisesi'nde devam eder. 8 kardeşten biri Uzun saçları, İspanyol paça pantolonları yüzünden öğretmeni Deli Veli'den sürekli dayak yediği için Ankara Atatürk Lisesi'ne geçer sonunda. Veli Bey de onu izler lakin... Lise demek sopa yemektir onun için özetle. Sadece öğretmenlerden değil, ülkücülerden de... Liseden sonra bir süre Hacettepe Üniversitesi'nde Eczacılık, ardından Sanat Tarihi okur. İnsanları yan durdurtup karikatürlerini çizerek, sonra da ağabeyi Cemil Çetin'in ona aldığı makineyle fotoğraflarını çekerek para kazanır, çizdiği kara kalem işçi resimleri sendikaların duvarlarını süsler. Ancak içinde yer aldığı sol hareketi 'toplu şizofreni' diye niteler daha sonra. "Mülkiyetin ve egonun bir suç olduğunu düşünüyorduk. Böylece başarısız bir topluma gitmeye başladık" diye özetler durumu Kürşat Başar'a. 'Mecbur kalmıştır', 'Sanki o dönemler öyledir..." 'Toplu şizofreni' Okuldan sıkılınca, 1977'de dönüp mezun olmak üzere İstanbul'a gider. Bir arkadaş vasıtasıyla Atıf Yılmaz'la tanışır ve 1975'te Zeki Ökten'in "Hanzo" filinde asistanlık yaparak adım atar sinemaya. 1980'de ilk uzun filmini çeker: "Bir Günün Hikâyesi". Nur Sürer ve Fikret Hakan'ın oynadığı filmin epey bir bölümü sansüre kurban gider. Bunu "Çirkinler de Sever", "Çiçek Abbas" ve "14 Numara" izler. 1982'de "Çirkinler de Sever" ile En İyi Film, "14 Numara" ile En İyi Yönetmen dallarında Altın Portakal alır ve "Bütün arkadaşlarını kaybeder". "Ne ödülmüş kardeşim, diyorum, ben almadım, verdiler, ne günah işledim, kötü bir şey mi, başarıya mı tahammülleri yoktu, korktular mı anlamadım..." diye anlatır Kürşat Başar'a durumu. Ama asıl şimşekleri 1985'te "Prenses"le çeker. Oysa sadece "Boktan bir fikir uğruna ölmeyin, yazık hayatınıza" demiştir Arda Uskan'a verdiği röportajda anlattığına göre. Ama o film yüzünden 'sokağa çıkamaz' olur. Altın Portakal iyi de... Aynı yıl bir de çok kişisel olduğunu kabul ettiği, ama bu sebepten de sevdiği "Gökyüzü" filmini yapar ve bir süre elini eteğini çeker sinemadan. 1986, reklâm piyasasında yıldızının bir daha sönmemek üzere parlayacağı yıldır. 1992'ye kadar sadece reklâm filmi çeker peş peşe. "Ne yapıyorum ben, benim asıl işim sinema" diyene kadar...Dönüş filmi, Türk sinema tarihine talihsiz bir şekilde Hülya Avşar'ın mastürbasyon sahnesiyle geçecek olan "Berlin in Berlin"dir. Filmini Türk seyircisinin sinemasıyla barışmasında bir milatt olarak görür. Bu arada sürekli muhalif, anarşist olmasıyla övünen Sinan Çetin, Tansu Çiller'in danışmanlığını yapmış, bunu da sonradan "Dışarıda kalmayın, bu ülkeye hizmet etmek istiyorsanız gelin" diyen Çiller'e samimiyetle inandığı için yaptığını izah etmiştir Aydınlık'ta Tunca Arslan'a. Ancak bir süre sonra işlerin yürümediğine karar verip 'aynı samimiyetle' ayrılmıştır. Sürekli sert açıklamalarıyla gündeme gelir ya, en çok ses getirenlerinden biri 1994 yılında söylediği "Devletten yardım isteyen fakir sinemacı eşektir" cümlesi olur. Sinema dernekleri ayağa kalkarken, en ağır yanıt Film Yapımcıları Derneği Genel Sekreteri olan ağabeyi Sabahattin Çetin'den gelir: "Medya maymunu, ruhunu satıyor, tanrısı para, küfürbaz, aynı soyadını taşımaktan rahatsızım." 'Medya Maymunu' 'Başarısız' insanların sığındığı laflardır bunlar Sinan Çetin'in gözünde. Sanat sineması ise 'Beceriksizliklerin, derdini anlatamayışların, kifayetsizliklerin' adı. "Sokakta yürüyen bir dangalak, oturan 10 entelektüelden iyidir." sürekli ağzından çıkacak cümlelere bir örnektir... Bu arada bir filmde kamera asistanlığı yapmak üzere Türkiye'ye gelen Rebecca Haas'la evlenir. Bu ikinci evliliğidir. İlkinden Rüzgâr adında bir oğlu, ikinci eşinden de Cemil Rafael, Sinan Orfeo ve Sahara Tess adlı üç çocuğu olur. Fikir aşamasından gösterime girişine, hatta hadiseli galalarına kadar mütemadiyen tartışılan filmler çeker hep. Kimden esinlendiği konusunda sürekli dedikodu üretilen "Bay E", Kemal Sunal'ın oynadığı son sinema filmi olan "Propaganda", hafızalara Kadir İnanır'ın etek giydiği film olarak kazınan "Komser Şekspir" birbirini izler... Tartışılan filmler Her defasında çok iddialıdır Sinan Çetin. Şengül Balıksırtı'na yaptığı "Komser Şekspir seyirciye duyduğu saygıyla Vizontele'yi geçecek" açıklamasıyla Ayşe Arman'a ettiği "Vizontele'deki mega starlar benim filmimde oynasa, ben beş milyon yapardım" cümlesinin arası sadece 2 aydır. Yeterince 'mega' bulmadığı oyuncuları Okan Bayülgen ve Kadir İnanır tarafından topa tutulunca da "Vizontele bizi çivi gibi çaktı" der çıkar işin içinden. Bu arada Plato Film'i kurmuş, yönetmenlik ve yapımcılığı birlikte götürür olmuştur. Adının 'Sinangir' olarak anılmasına neden olacak kadar 'yerleştiği' Cihangir'de Kafika adlı bir de kafe açar. Hani şu kedilerin torbalara konarak uzaklaştırıldığı iddiasıyla protestolara sahne olan kafe. Tabii Plato Film'in çektiği bir reklam filminde ölen yavru kedi de unutulmuş değildir... Ama işlerinin önemli bölümünü 'ukala entellere' inat yapan, bu uğurda Bahçeşehir Üniversitesi'nde hoca bile olan Çetin yoluna hep aynı şekilde devam ediyor. Hem kendini kavganın her türlüsüne karşı 'ciddi bir pasifist' olarak niteliyor, hem her ağzını açtığında birine laf atıyor. "İyi ki seyirci eleştirmenleri dinlemiyor, yoksa 'Gemide'ye 5 milyon kişi giderdi" diyor örneğin. Ya da "Yumurta" filmini 'entelektüel terör' ilan ediyor. En son, gene rüzgara göre yön değiştiren 'muhalif' kişiliğinin bir örneği olarak AKP'ye oy verdiğini ilan etti. Üstelik yaşadığı 'sosyetik' ortamda 'hiç de kolay değilmiş' bu, öyle diyor. 'Samimiyet' bunu gerektiriyor tabii, oy verdiği partiyi açıklamasını... Bir gün gene aynı 'samimiyetle' buradan da cayabilir nasıl olsa. 1970'te ayrı, 80'de ayrı, 90'da, 2000'de ayrı düşünmesiyle övünen bir kişi zaten kendisi... Her ağzını açtığında