05.08.2011 - 02:00 | Son Güncellenme:
Yazı: Kemalettin Kuzucu
Osmanlılara tulumbayı tanıtan Fransız kökenli David (soyadı bilinmiyor) 1716’da İstanbul’a gelip Galata’ya yerleşmiş ve tulumbayı imal etmişti. Yıllar içinde müslüman olan David’in ismi, İslam dünyasında kullanılan ‘Davud’a dönüştürüldü. Dine kalbiyle bağlandığı ve samimi olduğu için kendisine ‘gerçek’ lakabı verildi. Gerçek Davud’un ürettiği tulumba ilk kez, 1718’de çıkan yangınlarda kullanıldı. Yararı görülünce de yaygınlaştırılmasına karar verildi. 1720’de kurulan tulumbacı ocağının başına, ‘tulumbacıbaşı’ sıfatıyla Gerçek Davud Ağa getirildi.
İstanbul’da yangın kulesi kullanımına ancak Lale Devri’nde geçilmiştir. Galata Kulesi 1717’de ‘yangın kulesi’ne dönüştürüldü. Ancak bunun yetersiz olduğu görülünce, 1750’de ‘Yangın Köşkü’ adıyla yeni bir kule inşa edildi. Sonra bir kule de Vaniköy sırtlarında ‘İcadiye’ adıyla kuruldu.
Yangın Köşkü
1750’de yapılan Yangın Köşkü, yangın alarmı amacıyla inşa edilen ilk yapıydı. Sultan Mahmud’un bu kararı almasında, 1750’de çıkan Küçükpazar yangını etkili oldu. Yangın 4 Şubat gecesi bir evde başlamış, bir anda Küçükpazar’ın tamamını sarmıştı. Ancak ertesi gün ikindide kontrol altına alınabildi. Padişah, kül olan Ağakapısı çalışanlarını teselli ederek binanın eskisinden daha gösterişli inşa edileceği söyledi. Nitekim Ağakapısı aynı yıl, padişahın vaadine uygun yapılarak hizmete sokuldu. I. Mahmud, yangın sonrasında inceleme yaptırmış ve yangının bu kadar tahrip edici boyuta ulaşmasının, geç haberdar olunması ve tulumbacıların vaktinde toplanamamasından kaynaklandığını tespit etmişti. Bunun üzerine, yangın alarmında kullanılması için yüksek bir noktaya kule inşa edilmesini istedi. Ağakapısı’nın yeniden yapımı sırasında, avlusuna bir de kule inşa edildi. Burada sürekli gözlem yapılacak, bir yerde ateş ya da duman fark edilirse, kule görevlisi ulaklar aracılığıyla durumu tulumbacılara bildirecek, böylece yangına erken müdahale edilebilecekti. Kulenin üst kısmı, camekân bir köşk şeklinde tasarlanmıştı. Gözlem işi buradan yapılacaktı. Bundan dolayı kuleye ‘Yangın Köşkü’ adı verilmişti. İnşası büyük bir boşluğu doldurmuş olmakla birlikte, yapımında önemli bir husus göz ardı edilmişti. Kule ahşaptan yapılmıştı. Bunun alev dalgalarına karşı duramayacağı açıktı. Nitekim 6 Temmuz 1756’daki Cibali yangını kısa sürede genişleyerek Vefa meydanını aşıp Saraçhane üzerinden Aksaray’a kadar uzanmış ve 77 bin 400 ev,
34 bin 200 dükkan, 130 medrese,
325 değirmen, 150 cami ve mescit, 36 hamamı küle çevirmişti. 48 saatlik afette birçok yapı ve Ağakapısı’yla Yangın Köşkü de yanmıştı.
Tamir üzerine tamir
Yangın Köşkü, 1826’ya kadar birkaç defa yanıp inşa edilecektir. III. Selim devrinde de büyük onarım görmüştür. Abdülhalim Efendi’nin yaptığı bu tamirle ilgili kayıtlardan, yapının özellikleri hakkında ipuçlarına ulaşabilmekteyiz. Örneğin köşkün üzerinin ahşapla kaplandığı ve üzerine kiremit döşendiği görülmektedir. Sadece abdesthane kısmında taş malzeme bulunmaktadır, o da muhtemelen kurna ya da tuvalet taşıdır. Yangın Köşkü, III. Selim’in emriyle 1803’te bir kez daha onarılmıştır.
II. Mahmud ve Yangın Köşkü
Yeniçerilerin 1826’daki isyanı üzerine ocağı kaldıran Sultan II. Mahmud, yeniçerilikle ilgili her şeyin silinmesi amacıyla birçok önlem aldı. Böylece yeniçerilerden kurulu tulumbacı ocağı da kalkmış oldu. Nihayet Yangın Köşkü de yıktırıldı. Ancak bu karar, birkaç ay sonra çıkan yangında acı bir fatura çıkardı. Yeniden tulumbacı birimi kuruldu ve yangın kulesinin de inşasına karar verildi. Eski Saray avlusunun ortasına kule inşa edildi. Ancak eski yeniçerilerden bazıları kuleyi ateşe verdi. Yerine bugünkü taş kule inşa edildi. Ancak taş kulenin merdivenleriyle külah kısmı yine ahşaptı. Ta ki 1850’de Sultan Abdülmecid ‘som kâgir’, yani taştan yapılmasını isteyene kadar, şehirdeki tüm yangın kuleleri tahta malzemelerle yapılmıştı.