Cadde “Kimsenin İstanbul’u umursadığı yok”

“Kimsenin İstanbul’u umursadığı yok”

28.02.2013 - 19:17 | Son Güncellenme:

Şair Ülkü Tamer, bir İstanbul aşığı değil. Yüzyıllardır alışık olunduğu gibi, İstanbul’a methiyeler yazması olağan karşılanabilirdi ama onun kalbi bambaşka bir kent için atıyor. 65 yıl İstanbul’da yaşadıktan sonra bile, “Benim anayurdum Antep’tir” diyor

“Kimsenin İstanbul’u umursadığı yok”

İstanbul’a ne zaman geldiniz?
İlkokuldayken yaz tatillerinde gelirdik, bir hafta kadar otelde kalırdık. Dolaşır, alışveriş yapardık. Sonra da Antep’e dönerdik. 1948’de Robert Koleji’nde yatılı öğrenci olarak başlayınca, hayatımda süreklilik kazandı İstanbul. Sevdim ama vurulmadım. Antep’i ve arkadaşlarımı çok özledim.

Haberin Devamı

O yılların İstanbul’unu nasıl hatırlıyorsunuz?
Şimdiki Boğaziçi Üniversitesi’nin binasındaydı Robert Koleji. Okuldan kaçınca Etiler tarafına giderdik, oralar dağ başıydı. Tek bir bina bile yoktu. Dağlardan Baltalimanı’na ya da Bebek’e inerdik. Kolejde bizim sınıf çok ilginçti. Sınıf arkadaşlarım arasında tiyatro sanatçısı Genco Erkal, eski Dışişleri Bakanı Emre Gönensay, eski Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Üstün Ergüder vardı.

İstanbul daha mı güzeldi o zamanlar?
Bugünkü İstanbul’la kıyaslanamayacak kadar güzeldi. Nüfusu 850 bin filandı; bir milyon bile değildi. İnsan ilişkileri daha kuvvetliydi. Ama sadece İstanbul’da değil, bütün Türkiye’de öyleydi. Trafik, koşturma yoktu. İstanbul Topkapı’da başlar, Şişli’de biterdi. Şişli’den sonrası dağdı. Mecidiyeköy’deki Ortaklar Caddesi’ni hatırlıyorum mesela; tamamen dutluk, birkaç tane tek katlı bahçeli ev... O kadar. Etiler, Levent diye bir yer yoktu; Gayrettepe bile dağdı. Hatta Levent’te ilk evler yapıldığı zaman oradan ev alanlarla alay ettiler. “Git Eskişehir’de otur, daha yakın” dediler.

Haberin Devamı

“Açıkhava sinemalarını özlüyorum”

Özlem duyduğunuz neler var?
O zamanki İstanbul’u bütün olarak özlüyorum. Tramvaylarıyla, çarşılarıyla, sütçüleriyle, sokakta dolaşan yoğurtçularıyla... Mesela Beyazıt’ı özlüyorum. Ortasında havuz vardı. Etrafında Küllük Kahvesi, banklar, sarı tramvay, Beyazıt’tan Aksaray’a inen yol, ağaçlar, iki tarafından tramvay geçen yol... Bunun gibi yüzlerce şey söyleyebilirim. Açıkhava sinemalarını, Beyoğlu sinemalarını özlüyorum.
Lale, Saray, İpek, Melek...

İstanbul’la beraber İstanbullular da değişti mi?
İnsan ilişkileri çok kuvvetliydi İstanbul’da, bir mahalle kültürü vardı, şimdi yok böyle bir şey. Bakkalıyla, eczacısıyla, fırınıyla, bütün bir kültürden söz ediyorum. Mahallelerde herkes birbirini tanır, yardımcı olurdu. Şimdi karşı dairede oturanın adını bile bilmiyoruz. Bu sadece İstanbul’a özgü değil, dünyada da böyle. “İnsan kalitesi düşüyor” diyemem ama değiştiği kesin... Kozmopolit bir kentti, kendi içinde eritebiliyordu bunları. Artık herkes kendi kültürünü, kendi yaşam biçimini sürdürüyor.

Haberin Devamı

İstanbul’un sizin yaşamınız üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Biçimlenmemize görünmeyen katkılar sağlamıştır herhalde. Ben içimde İstanbul’dan çok, Antep’i yaşatıyorum. Brezilyalı yazar Amado’nun bir sözü vardır; “İnsanın anayurdu çocukluğudur” der. Benim de anayurdum Antep olduğuna göre, yani çocukluğum; eski İstanbul’dan çok Antep’i özlüyorum.

“Değişim kaçınılmaz” Şehrin tarihi dokusu yeteri kadar korunabiliyor mu sizce?
Bu konuya umutlu bakamıyorum. Önüne geçilmez bir hızla her şey değişiyor. Kimsenin İstanbul’u fazla umursadığı yok, İstanbul’un kültürünü ve güzelliklerini korumak gibi bir kaygısı yok.


Bu ortamda duygunun ve şiirin yeri nedir?
Gittikçe azalıyor. Şiir de değişiyor, her şey değişiyor. Kaçınılmaz şeyler bunlar... “Eskiden şöyle şairler vardı, şöyle taşıma araçları vardı, şöyle sinemalar vardı” diyoruz. Yarın öbür gün de diyecekler ki, “Eskiden ne güzel bilgisayarlar vardı, televizyon vardı, iPad’ler vardı...”

Haberin Devamı

“BU ŞEHİR SANATÇIYI BESLİYOR”

Dünyanın bazı kentleri sanatçı yetiştirme açısından ön planda. İstanbul’un bu konudaki yeri nedir sizce?
İstanbul bir kaynak. Sanatçıyı besliyor. Çevresiyle kolay ilişki kurabiliyor insan. Başka kentlere göre pek çok açıdan daha güçlü. Mesela eskiden ‘A’ dergisi yayımlardık. Onat Kutlar, Kemal Özer, Doğan Hızlan, Konur Ertop yazardı. Buluşma olanaklarımız fazlaydı. Ama şimdi bu mümkün mü? Biri Beylikdüzü’nde, biri Arnavutköy’de, biri Bostancı’da oturuyor. Çok sık buluşamıyoruz.

Sanatçılar 1980 öncesini hatırlıyor
SALT Beyoğlu’nda açılan ‘Duvar Resminden Korkuyorlar’ sergisi kapsamında, mart boyunca konuşma ve gösterimler düzenlenecek. Etkinliklerle,
1980 öncesi kültürel üretimin hatırlanması, izlenmesi, bilgi ve deneyimlerin paylaşılması amaçlıyor.
Programının ilk gününde, 1970’lerin ikinci yarısında sinema, tiyatro ve müzik alanlarının panoraması tartışılacak. İkinci günse Vecdi Sayar’ın belgeseliyle, Ali Özgentürk’ün 1979 tarihli ‘Hazal’ filmi gösterilecek.

Haberin Devamı

PROGRAM:
7 Mart Perşembe
l 18.30: Konuşma: Hüsamettin Koçan ve Zeyno Pekünlü / 1970’lerden bugüne sanatçı hakları
14 Mart Perşembe
l 18.30: Konuşma: Ataol Behramoğlu ve Banu Karaca
1970’lerden bugüne edebiyat ve sanatta sansür
16 Mart Cumartesi
Moderatör: Vecdi Sayar
l 14.00: Yavuz Özkan, ‘Sinemanın sol yakası’
l 14.45: Hüseyin Karabey’in yorumları
l 15.30: Seçkin Selvi, ‘Devrimci tiyatronun yükselişi’
l 16.15: Memet Ali Alabora’nın yorumları
l 16.45: Başar Sabuncu, ‘Şehir Tiyatroları’nda yerinden yönetim’
l 17.45: Aslı Öngören’in yorumları
l 18.15: Sarper Özsan, ‘Müziğin sol anahtarı (politik müzik ve örgütlenme)’
l 19.00: Aylin Aslım’ın yorumları
17 Mart Pazar
l 14.00: Gösterim ve tartışma: Vecdi Sayar’ın, 12 Eylül 1980 günü Kuşadası Kültür ve Sanat Şenliği’nden dönüşü konu alan belgeselinin gösterimi ve sonrasında, şenliğin katılımcılarıyla tartışma
l 15.00 Gösterim: Hazal (Ali Özgentürk, 1979)
17 Mart Perşembe
l 18.30: Konuşma: Hakkı Başgüney
Sanatın politikleşmesi, politikanın sanata artan ilgisi, 1970’ler Türkiyesi
Konuşma: Ahmet Gürata
Sansüre karşı bir uzun yürüyüş: Sinemacıların 1977’deki sansür protestosu