Peri bacaları arasında bir parti

Peri bacaları arasında bir parti
Cumartesi akşamüstü İstanbul-Nevşehir hattında uçakta parti başladı. Şarkı yüklenmiş olan ipod shuffle’lar dağıtıldı, su gibi viski ve şampanya aktı (Etkinliğin sponsoru J&B olunca...). Herkes koltuklarından kalkıp koridorda dansa başladı; tütsüler, sigaralar yakıldı. Neyse ki uçak bu organizasyona özel kiralanmıştı. Pilot arada bir sınıfta zıvanadan çıkmış öğrencileri azarlayan okul müdürü edasıyla uyarı anonsu yaptı ama nafile... Hostesler her şeye rağmen son derece nazikti. “Hostes iç, iç, iç” sloganları atılırken bile iradelilerdi.
Hep birlikte Kapadokya’ya gidiyoruz. Studio 54’ün Türk versiyonu gece kulübü Crystal’ın tayfası ve birkaç gazeteci. 200 kişiyiz. Parti çevrelerine yakın ünlüler de var: Zeynep Tunuslu, Yasemin Kozanoğlu, Ayşe Hatun Önal, Clio Mutaf, Sezen Aksu’nun oğlu Mithatcan ve şarkıcı sevgilisi İlhem.
Yonca Evcimik de vardı. Ama inanır mısınız, nereye giderse gitsin yanından asla ayırmadığı “Yoncimik” oyuncak bebeği  yoktu.
Oray Eğin kendini tutamayıp sordu: “Yonca, bebeğin yok mu?”
Yoncimik gülümseyip “İlahi...” falan gibi bir şey demek yerine soruyu epey ciddiye aldı: “Bir tane bile kalmadı, inanır mısın... Ama yeni sipariş verdik, 200 tane gelecek.”
Ne diyelim, Allah işlerini artırsın.
Bu arada başka bir ünlü de PR çalışmalarına ağırlık vermişti. Zeynep Tunuslu grup grup dolaşıp yeni kitabının tanıtımını yaptı.
Oyuncular Timuçin Esen, Olgun Şimşek ve şarkıcı Burak Kut da ayrı bir gruptu.
Rıfat Özbek gecede DJ’lik yapacak olan, Londra’dan yakın arkadaşı Boy George’a sürpriz yapmak için gelmişti. Özbek’in yakın arkadaşı Erdal bir an olsun yanından ayrılmadı. Özbek ile Boy George otelde uzun uzun sohbet ettiler. Bu arada size ufak bir dedikodu; meğerse yakın arkadaşlar Rıfat Özbek ile Cemil İpekçi iki yıldır küslermiş.

Kuzu çevirme ve viski
Nevşehir’den Kapadokya’ya giderken minibüslerde de parti devam etti, otelin terasında da...
Terastaki “chill”den sonra Göreme Açıkhava Müzesi’nde yemeğe gidildi. Burası “Kurtlar İmparatorluğu”nun çekildiği yer. Yemek organizasyonu için özel izin alınmış. Yemekte kuzu çevirme ikram edildi. J&B yetkilileri “Kuzu çevirme ve J&B alakasız ama buranın kuzu çevirmesi meşhur diye tatmanızı istedik” dediler. Anlaşılan kuzu çevirme ve viski çok da alakasız değilmiş çünkü yemekte viskiler bitti.
23.30’da “Aşk Vadisi”ndeki esas partiye yollandık. Kapıdaki görevli-lerin kafasında disko topu vardı.
Önce Sombionx&Lindsay sahnedeydi. Sonra Boy George çıktı. Yaşlanmış, e biraz da kilolanmış ama bütün gece harika çaldı. Mevzu coşturmaksa, coşturdu.
Bir ara 360 adlı restoranın sahibi Sasha, Boy George’un iki şarkısına vokal yaptı. Sasha bir dönem bir şarkısına kilip çekip misafirlerine göstermesiyle meşhurdu. Deneyimliydi aslında.
Şanghaylı bir arkadaşıyla gelen Zeynep Tunuslu sırtı tamamen açık bluzu ve mini şortuyla gecede kıyafeti en çok dikkat çekenlerdendi. Ve “geceye damgasını vurdu”. Bir ara bir baktım sahnede tek başına dans ediyor. Sonra gidip bir yarım saat koltukta uyudu ve hızlı bir parça başladığında enerjik bir şekilde zıplayıp partiye devam etti. Birkaç İspanyol da vardı. Bütün gece Zeynep Tunuslu’yu konuştular.
Ben bir saatten sonra doğrudan kahveye geçiş yapıp gözlemeleri götürüp sabah 05.00’teki balon turunu beklemeye başladım. Dediler ki “Balonlar ancak 06.00’da havalanır.” Pes ettim ve gidip uyudum.

Balon “macerası”
Ertesi sabah otelin kahvaltı salonunda yıllardır gelmediğimiz Kapadokya’da yıllardır duymadığımız şarkılar (“Boat On the River”, James Bond film müzikleri vs) çalarken Oray Eğin, Cüneyt Özdemir, Müjde Yazıcı ve Elçin Yahşi benimle balon maceralarını paylaştılar. Mahşer yeri gibiymiş, 20 balon ve yüzlerce turist... Partiye gelenler mini bir 80 Günde Devrialem deneyimi yaşamışlar. Oray’ın hoşuna gitmiş ama pek kesmemiş anlaşılan, “İnelim artık, gördük işte” diye tutturmuş. “X Kuşağı”nın yazarı Douglas Coupland’dan bir alıntıyla hislerini anlattı: “Adventure without risk is Disneyland” (Risksiz bir macera Disneyland’dır). Yunuslarla yüzmek gibi insanın hayatını değiştiren türde bir deneyim değilmiş ona göre. Kimileri balona binmeyerek çok şey kaçırdığımı söylerken Oray biraz olsun yüreğime su serpti.
Balonu kaçırmama rağmen çok eğlendim ve gecenin “Geceye nasıl başlarsanız başlayın, bilinçli için” sloganının, hele de böyle uzun süren partilerde, ne derece önemli olduğunu idrak ettim.

Haberin Devamı

 Peri bacaları arasında bir parti
Yves Saint Laurent’in eşcinsel olması ve hassas kişiliği, dini okuldayken zorluklar yaşamasına neden olmuştu. Laurent’in hayat arkadaşı Pierre Berge’ydi...

Haberin Devamı

Depresyonuna yenik düşen bir efsane
“Moda gelip geçici, kalıcı olan stildir” sözünü ilk söyleyen adam Yves Saint Laurent.
Moda tarihinde, hatta tarihte adını Dior, Chanel ve Balenciaga’nın yanına yazdırmıştır.
Kadınlara pantolonu giydirmesi, Edison’un ampulü bulması gibi bir şeydir giyim kültüründe. Hem bir icattır hem de devrimci bir harekettir. Düşünsenize, pantolonu kadınların gardırobuna soktuğu ilk günlerde otellere ve restoranlara pantolonla giden kadınların kapıdan geri çevrildiği konuşulur. O kadar aykırıydı.
Moda endüstrisi de varlığını çokça ona borçlu. Laurent olmasaydı hazırgiyim diye bir şey de olmayacaktı. 1966’da hazırgiyimi icat ettiğinde dönemin tasarımcıları onu dışladı ama çok geçmeden hepsi onun yoluna geldi. 

Modanın kralıydı
Laurent etek boylarında ufacık bir değişiklik yapmayagörsün, anında yansıması tüm dünyada görülüyordu. Uzun süre modanın kralıydı. Herkes Yves Saint Laurent olmak istiyordu. Modern çağın belki de ilk uluslararası süperstarı oydu.
Ama çok gülen çok ağlarmış sözünü doğrularcasına geçti hayatı. Başarıları onu dünyanın en mutlu adamı yaparken omuzlarına yüklediği sorumluluk ve hep daha iyiyi, en yeniyi yaratma baskısı doğuştan olan depresyonunu körükledikçe körükledi.
Acıları çocukluk yıllarında başladı. Cezayir Oran gibi maçoların çoğunlukta olduğu bir yerde eşcinsel olması ve hassas kişiliği, devam ettiği dini okuldaki erkek öğrencilerden bol bol dayak yemesine ve tuvalete kilitlenmesine neden oldu. Zorbalıklara maruz kalırken kendi kendine sürekli aynı şeyi tekrarladı: “Bir gün ünlü olacağım.”
İntikamı buydu.
Ve nitekim, intikamını aldı.
Modaya aşık bir adam olmasına rağmen bu ilişki içinde çelişkiler barındırıyordu. Baskılar onu 60’ların sonu ve 70’lerin başında uyuşturucuya yöneltti. Fas’taki evinde hafif uyuşturucularla başlayan serüveni ileriki yıllarda daha ağır uyuşturucularla devam etti. Son yıllarda depresyonu ağırlaştıkça “Yanlış arkadaşlara sığındım; uyuşturucular” itirafında bulundu.
2002 yılında modadan emekliye ayrılırken, “Şimdi çok daha huzurluyum. Üzgün değilim, sadece nostaljiğim” dedi. Pek inandırıcı değildi. Hayat arkadaşı Pierre Berge’in dediği gibi “Çok sevdiğiniz biriyle ayrılabilirsiniz çünkü ayrılmak zorundasınızdır... Ama yine de çok mutlu olmayabilirsiniz. Yves’in durumu buydu.”
Korkuyu ve yalnızlığın en beterini tecrübe ettiğini, uyuşturucu gibi sahtekar arkadaşlar edindiğini, depresyon ve hastane gibi cezaevlerinde yattığını ama tüm bunlardan ayık bir şekilde sıyrıldığını söyleyen Laurent son yıllarını evden hiç çıkmayarak geçirdi.

Korkuların kaynağı moda
Huzursuzluğunun ve korkularının kaynağının hep moda olduğunu düşünüyordu ancak modayı bıraktıktan sonra bunların onun bir parçası olduğunu fark etti. 1991’de “Koleksiyon hazırlamadığım zamanlarda koca bir boşlukta yaşıyorum” demişti. Ve emekliliğinde de yaşamı bir boşluktan ibaretti. Hiç okumadı, hiç çizim yapmadı, hiç yazmadı. Sadece televizyon izledi.
Depresyonuna yenik düştü. Diğer birçok efsane gibi...

Haberin Devamı