Geçen hafta Londra’daydım. İki büyük restoranın şefiyle görüşme fırsatım oldu. Birincisi Gordon Ramsay’in üç Michelin yıldızlı restoranının şefi Mark Askew, ikincisi iki Michelin yıldızlı Berkeley Hotel’deki (eski Petrus) restoranın şefi Marcus Wareing
Dünyadaki mali krizden en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor
İngiltere. Ekonomisi ağırlıklı olarak finans sektörüne dayanıyor. Sıkılmaya başlayan kemerlerle birlikte, lokanta harcamaları son iki sene içerisinde oldukça düştü. Kuver sayısında belirgin bir gerileme olmamasına rağmen, özellikle şarap harcamaları kısılmış durumda.
Michelin yıldızlı restoranlar, misafir trafiğini arttırmak için akla gelmedik kampanyalar yapmaya başlamışlar. BYOB (Kendi içkinizi getirebilirsiniz) kampanyası, bunlardan biri. Şimdilik sadece öğle yemeklerinde uygulanan bu promosyon, burunlarından kıl aldırmayan lokantalar için oldukça şaşırtıcı geldi. Fiyatlar oldukça uygun bir hal almış. Eğer gastronomi turu yapmak istiyorsanız tam sırası.
Londra’ya gidiş amaçlarımdan biri de, eski patronum ve şefim Gordon Ramsay’le röportaj yapmaktı. Kendisi Güney Afrika’da Dünya Kupası’nı takip ettiği için bir başka sefere kaldı. Gordon Ramsay birkaç yıldır oldukça zor zamanlar geçiriyor. Krizden önce, çok sayıda yeni restoran açmak için kredi kullandı ve kriz patlak verdiğinde bunları ödemek için bazı restoranlarını elden çıkarmak zorunda kaldı.
Uzun zamandır restoranlarını yöneten şeflerin büyük bir kısmı (Artık kendi başlarına şöhret olduklarından) Gordon Ramsay ile çalışmayı bıraktı. Claridges’ten Mark Sergant, Petrus’tan Marcus Wareing ve Maze’den Jason Atherton kendi yolunu seçenlerden. Yukarıda saydığım tüm şeflerin, televizyonda programları ve best-seller olan kitapları var. Belli bir zamandan sonra bu kadar şöhreti yönetmek kolay bir şey değil.
Ayrıca geçen sene tüm gazetelerde eşini başka bir kadınla aldatırken paparazziler tarafından çekilen fotoğrafları yayımlandı. Gordon Ramsay’in çoğu restoranında en büyük yatırımcı, aynı zamanda işadamı da olan kayınpederi. Bu durum, eminim aile içinde büyük huzursuzluğa neden olmuştur.
Bütün bu sıkıntıları her şeye rağmen çok iyi yönettiğini düşünüyorum. Hem şef hem de girişimci olarak kabiliyetlerini tartışmaya bile gerek duymadığım Ramsay, borçlarını azaltıp, kötü durumdaki restoranlarını satıp, eşiyle de arasını düzeltmeyi başardı. Bundan iki ay kadar önce Melbourne’de bir restoran açtı. Hemen sonrasında eski Petrus’u, Londra’da yeni bir mekanda açtı. Şimdi Londra’nın simge otellerinden Savoy’da yeni bir restoran kurma projesi var.
Enerjisini ve yeteneklerini bildiğim Gordon Ramsay’i kolay kolay hiçbir şeyin durduramayacağını iyi bilenlerdenim.
Londra tavsiyeleri
- Bence Londra’nın fiyat - kalite açısından en iyi dengeye sahip restoranı Galvin Bistrot de Lux’e mutlaka uğrayın.
- Eğer merakınız varsa dünyanın en eski, bir o kadar da geniş ürün yelpazesine sahip şarap dükkanı Berry, Bros & Rudd’u (www.bbr.com) ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
- Babası Kıbrıslı bir Türk olan, çılgın sanatçı Tracey Emin’in Royal Academy’deki ‘Walking with Tears’ (Gözyaşları İçinde Yürümek) adlı sergisini ziyaret edebilirsiniz.
Bir opera hayali
Operayı seviyorsanız, ölmeden önce mutlaka Glyndebourne’e gitmenizi tavsiye ederim. Sadece yazın açık olan bir opera merkezi burası. Genelde dünyada popüler olan oyunlar, kapalı oldukları yaz sezonunda burada performans gösteriyor.
En güzel yanı ve beni en çok etkileyen kısmı, oyun öncesinde doğada yapılan piknik. Sadece ‘black tie’ ile gidilebilen Glyndebourne’de, birbirinden şık çiftlerin kırlarla romantik bir yemek yiyip, sonra da güzel bir oyun seyretmeleri hayatın zevklerinden biri.
Londra’ya iki saat uzaklıktaki bu kasabada, biletler aylar öncesinden karaborsaya düşüyor. Eğer bir tanıdığınız yoksa yer bulmanız oldukça güç. Şimdi düşünüyorum; İstanbul’a birkaç saat uzaklıkta, mesela Sakarya veya Tekirdağ’da yazlık bir opera binası açılacak. Bu bir devlet girişimi değil, bir şahsi girişim olacak. Dünyanın dört bir yanından en büyük oyuncular burada bale ve opera performansları sergileyecekler. Ve daha yaz gelmeden tüm biletler tükenmiş olacak. Bu arada biletler hiç ucuz olmayacak. İnsanlar karaborsadan bilet almaya çalışacak. Dışarıda güzel bahçelerde, güzel insanlar nefis yemekler yiyecek, romantik bir akşam geçirecek. Umarım bir gün gerçekleşir ama kulağa sanki bir masalmış gibi geliyor...