06.07.2011 - 21:01 | Son Güncellenme:
Röportaj: YASEMİN BAY Fotoğraflar: GARBİS ÖZATAY
İstanbul şu sıralar 300’e yakın sanatçının yaklaşık 500 eserinin yer aldığı kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Royal Academy’nin desteğiyle düzenlenen ve 15 Temmuz’a kadar Karaköy Sanat Limanı’nda izlenebilecek olan ‘İstanbul Yaz Sergisi’nin mimari bölümünün küratörü Gökhan Karakuş. Mimarlık eleştirmeni, kuramcı ve tasarımcı Karakuş, aynı zamanda Ağa Han Mimarlık Ödülleri ve Mies van der Rohe Avrupa Çağdaş Mimarlık Ödülleri’nde aday gösteren, denetleyen isimlerden biri. Mimarlık alanındaki etkin yazılarının yanı sıra birçok üniversitede ders veren Karakuş, bu sergiyle Türkiye mimarisinin ipuçlarını sunuyor; yenilikçi anlayışları, arayışları gösteriyor.
* Türkiye’de sizce neden mimari üzerine çok fazla sergi görmüyoruz?
Mimarlık sergilerinin sergileme biçiminde sorun vardı. Çünkü mimari sergilemek proje tabanlı gidiyordu; yani mimar projesini sunuyordu. O projeyi sunma şeklini herkes anlayamaz. Görselleştirmede sorun vardı. Ayrıca sergilerde sirkülasyon vardır; eserler satılır, alınır. Ama mimarlık sergilerinde bu olmadı. Tüm bunlar mimarlık sergilerinin ortaya çıkmasını engelliyordu.
* Bu sergiyi hazırlarken nelere dikkat ettiniz?
Mimarlığı bir yapı sanatı olarak algılayanları getirmeye sergiye getirmeye çalıştım. Bir yapının malzemesi, şekilleri, formları veya sentez oluşturması onu önemli bir eser haline getirir. Biz de önemli mimarlık eserlerini sergilemeye çalıştık. Eserlerin görsel değerinin yüksek olması gerektiğini davet ettiğim mimar arkadaşlara da söyledim. “Ben projeni sergilemiyorum, orada bitmiş bir görsel sergiliyorum. Sen onu proje olarak değil, eser olarak gör” dedim.
* Eserleri nasıl seçtiniz?
Birkaç bölüm var. Önce gerçekleşmeyen projeleri koyduk. Mimarlık öyle bir meslek ki, bir sürü iş yaparsın, bir dolu proje üretirsin, bunların ancak bir kısmı hayata geçer ve sadece bir kısmını insanlar görür. Burada o gerçekleşmeyen projelerin insanlara gösterilmesini istedim. Örneğin Tabanlıoğlu’nun İstinye Park projesinin maketi var. Orası başka biri tarafından yapıldı; Tabanlıoğlu’nun projesi gerçekleşmedi. “Bugünkü İstinye Park böyle de olabilirdi” diyor sergiyi gezen ziyaretçi. Aynı zamanda ütopik projeler var sergide. Mimarlar bazen hiçbir zaman gerçekleşmeyecek projeler yapar. Onlar da mimarlık kültürünün zenginliği ve imkanlarıdır. Mesela Şulan Kotan’ın ütopik Galataport projesini burada görebilirsiniz. Aynı zamanda Türkiye’de çalışan Ishtiaq Rafiuddin ve Henrik Schulte’un ortak çalışması Taksim projesi de asla gerçekleşmeyecek ütopik mimarlık eseri. Öte yandan sergiye artık İstanbul’da olmayan binaların projelerini koyduk. Buna örnek olarak da Cem Kozar’ın ‘hayalet binalar’ını verebiliriz. Tüm bunların dışında önemli binaları koyduk sergiye. Tabanlıoğlu’nun Sapphire’i, Emre Arolat’ın Zorlu Center projesi... Bunlar hayatımızın ortasındaki projeler. Onlar nasıl oluştu, nasıl oluşuyor, onu görme şansımız oluyor. Mimarlık süreçleri içinde bazı görsel değeri yüksek işleri de seçtik. Zaha Hadid’in Kartal için yaptığı planının soyutlaştırılmış hali gibi...
* Serginin amacı nedir?
Mimarlığı standart insana göstermek. Mimarlığın nasıl bir sanat olduğunu anlatmak. Bir diğer amacımız da, mimarlık hafızamızı ayakta tutmak. Biz bugün 30, 40, 70 sene evvelki mimarlığı göremiyoruz; çünkü ortada yok. Kimi önemli mimarımızın eskizleri, çalışmaları çöpe atılıyor. Değer kazanmadığı sürece de atılmaya devam edecek. Nasıl değer kazanacak peki? Bu tür sergilerde sergilenerek, insanlara göstererek... Serginin bir diğer amacı ise şu: Türkiye’de inşaat patlaması var. Bu inşaat patlamasında ne tür mimarlık yapıyoruz, o hareketler ve dinamikler içindeki mimarlık yaklaşımları neler? İşte bunları ortaya koymak istedik.
* Türkiye’deki mimarlığı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha iyi noktada olabilir. Şu an belli akımlar var. Bazıları eskiye bakıp neo Osmanlı işleri tekrarlıyor. Sanki hâlâ 1950-60 gibi modernist kavramlar çıkarıyoruz. Günümüzü, çağımızı yakalayacak unsurları ortaya çıkarmamız lazım. Le Corbusier’ye dayalı mimarlığı bugün bir yere kadar kullanabilirsin. Çağını yakalaman gerekir. Türkiye’de bunu yapamıyoruz. Mimarlık kültürümüzün kısıtlı olduğunu görüyoruz. İnşaat patlamasıyla birlikte bir sürü bina yapılıyor ama bunların mimarlık değeri hiçbir zaman sorgulanmıyor, eleştirilmiyor. İllerlemek için mimarlığı konuşmamız lazım.
* İstanbul’da önemli bulduğunuz yapılar hangileri?
Mesela Santralistanbul önemli. Ümraniye’deki Meydan adlı alışveriş merkezi başarılı bir proje. Nevzat Sayın’ın The Seed binası, Rex Mimarlık tarafından yapılan Altunizade’deki Vakko’nun genel müdürlüğü de önemli yapılar.
* Bir dönem AKM’nin hakkında çok konuşuldu. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Çok önemli bir bina. Mimarlık hafızamızı kaybetme nedenimiz özellikle modernist binaların önemsenmiyor oluşu. Sanki 1914’ten sonra yapılanlar önemsizmiş gibi! Oysa önemli. AKM, içinde bir kamusal alanının yaratıldığı, içerdiği mekanların özenli olduğu, iç-dış ilişkisinin iyi yapıldığı, temsil ettiği kültürün önemli binalarından biri. Ve Hayati Tabanlıoğlu önemli mimarlarımızdan. Bir şekilde onun işlerini anlamak için o binanın ayakta kalması lazım. “Yıkarız, daha iyisini yaparız” anlayışını bırakmalıyız. İMÇ binaları da bence çok önemli. Hem onlar hem de karşısındaki yapı grubu Sedad Hakkı Eldem’e ait. Üstelik Ağa Han ödüllü. Ama bunu kimse bilmiyor. “Önemli değil, yıkalım” diyorlar ama onlar 100 sene sonra önemli olacak. Bu yapıları değerli unsurlar olarak ortaya koymadığımız sürece yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyalar.