Epeydir yazmayı planlıyordum ama bir kıvılcım gerekti bu konuyu açmam için.
Geçtiğimiz sonbahar okuyucum ve mesajlarından şarap konusunda hem bilgili hem de açık fikirli olduğu belli olan Sayın Umay Çeviker bana iki Gürcü, iki Yunan şarabı hediye etti.
Gürcü şarapları, uzun süren bir suskunluk döneminden sonra, cömert, duygusal ve misafirperver insanların yaşadığı ve bir zamanlar şarapları ile ünlü bu güzel ülkede şarap konusunda tekrar bir kıpırdanışın başladığının müjdecisi idi.
İlk kez denediğim Xinomavro (‘ekşi kırmızı’ anlamına geliyormuş) üzümünden yapılan kırmızı şarap dürüst ve şahsiyetli idi ve benim kişisel notlarımda 100 üzerinden 81 aldı.
Öte yandan asıl ilgimi çeken bir Yunan beyaz şarabı idi.
Santorini Adası’nda ve Assyrtiko üzümünden yapılmış bir şarap. 2007 yılının. Üreticisi Hatzıdakis. Küve 15 adı verilmiş belli ve yüksek irtifadaki bir parselden geldiği için.
Hiç makyajsız ve manipülasyon olmadan yapılmış bir şaraptı bu. Belli ki yaşlı bağlardan üretilmiş ve fermantasyon sürecinde sunı değil, doğal maya kullanılmıştı.
Benim özellikle ilgimi çeken şarabın gerçek bir teruar şarabı olduğu ve bitimindeki mineral derinlikti. Deniz kenarındaki bağlara özgü ve salinite denen, tükürük bezlerini harekete geçirici hafif tuz ve iyot aroma ve tadının yanında sadece ‘ciddi’ şaraplara özgü mineral lezzetler vardı bitimde.
İtiraf edeyim Assyrtiko üzümünden bir şarabı ilk kez içiyordum. Eğer ne olduğunu bilmeden içse idim ve bana biri tahminimi sorsa idi Korsika Adası’na özgü ve Vermentino üzümünden yapılan şaraplar ile Fransız Burgonya bölgesinde nadiren bulunan (çünkü eski bağlar sökülüp daha fazla para getiren Chardonnay ekiliyor) Aligote arası birşey derdim.
Geçenlerde ise, bizde de bir şubesi bulunan Spice Market adlı lokantada yemek yiyordum.
Amerika’da, Atlanta şehrinde.
Bir de baktım Assyrtiko şarap listesinde. Ayrıca makul bir fiyata. 36 dolar.
Şarabı denediğimde ilk izlenimlerim kuvvetlendi. Amerika’ya ithal edilen özel küve değildi ve Umay Bey’in gönderdiğinden yarım gömlek aşağıdaydı ama şahsiyetli, dengeli ve belli bir derinliği olan bir şaraptı.
Lokantanın şarap garsonu ile uzun uzun konuştuk.
Amerikalı şarapsever arasında Yunan ve Lübnan (Chateau Musar) ve Doğu Avrupa ve Gürcü şaraplarına bir ilgi başlamıştı.
Kendisi de Türk şaraplarını merak ediyor ve özellikle uluslararası stilde olmayan ve yerel üzümlerden yapılmış şaraplar ile ilgileniyordu.
Bunu işittiğm zaman umutlandım ve yemekler şöyle böyle olmasına rağmen Atlanta’daki Spice Market lokantasından mutlu ayrıldım.Umarım yakın zamanda Türk şaraplarını Batı’nın önde gelen lokanta listelerinde görmeye başlarız.
Lucca Bar
Bebek’teki bu kalabalık barda hafta sonu gece geç vakit, değil yemek yemek, ayakta durmak bile mucize.
Bizim üç kişilik grup bu mucizeyi gerçekleştirdi.
Bendeniz ve sevgili Jak ‘nizami’ dirsek ve omuz atmalar ile bara kadar ilerledik ve en azından bir tabağın sığabileceği kadar yer açtık kendimize.
Bu kalabalıkta servis yapmak için garsonların Mehmet Yıldız gibi bacaklarından iki, kollarından üç kişi çekse bile kaleye, pardon bara, ilerlemeyi bilmeleri lazım. Allah için biliyorlar bu işi. Bizi aç bırakmadılar.
Bu kadar kalabalıkta ve mutfak yaylım ateşine tutulmuşken yemeklerden pek hayır gelmeyeceğini düşünmüştüm.
Yanılmışım.
Ördek ve karides roll istedik.
Karidesin lezzeti pek yoktu ama ördek azıcık kuru olmasına rağmen bazı pahalı lokantalarda yediklerimden daha iyiydi.
Soslarda biraz kolaya kaçmışlar. Acı ve tatlı soslar fabrikasyon gibi. Daha çok Amerika’da havaalanındaki Çin lokantalarında bulunan cinsten.Sonra bir meze tabağı ısmarladık..
Rezeneli ve domates soslu sosis. Paçanga. Karides pane. Beşamelli brokoli kroket. Hiçbiri ‘aman aman’ değildi ama belli bir düzey tutturulmuştu.
Roka ve parmesanlı enginar kalbi salatası iyi değildi çünkü konserve enginar kullanılmıştı. 12 TL’ye ben fiyatı abartılı buldum.
Buna karşılık ‘uykuluk kızartma’ güzel bir sürpriz oldu. Bulamaç azıcık kalındı ama kuzu uykuluğu taze idi ve kurutulmadan kızartılmıştı. Fiyatı 18 TL idi.
İçtiğim iki kokteyl, mojito ve zencefilli-armutlu margerita oldukça iyi idiler.
Yemekler gibi müşteri kesiminin de biraz ‘eklektik’ olması dikkatimi çekti.
Çıkarken vestiyerden pardösümü aldım ve mecbur olmamama rağmen 10 lira bıraktım.
Vestiyerdeki sorumlunun bir teşekkür ya da en azından gülümsemeyi esirgemesi ve 10 kağıda sanki pislikmiş gibi dudak bükerek bakması gecenin cezasız kalan faülüydü.
DEĞERLENDİRME: * *