PazarAhh... Niye geçmişe götürdünüz beni?

Ahh... Niye geçmişe götürdünüz beni?

04.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

İki can, anne ve çocuk...

Ahh... Niye geçmişe götürdünüz beni




1912 yılında Erzincan'da babasının memleketinde doğan Bedriye hanım, henüz birkaç aylıkken annesiyle beraber babasının yanına Elazığ'a gider. Elazığ'daki çocukluk günleri iki katlı bir konakta geçer. Babası topçu yüzbaşıdır. İlkeğitimini Elazığ'da mürebbiyelerin evlerinde tamamlar. Sırasıyla Sivas ve Konya'da öğretmen okullarında okur. İstanbul Tıp Fakültesi Ebelik Bölümü'nü bitirdikten sonra Haseki Hastanesi'nde baş hemşire olarak çalışmaya başlar. Konya Ebelik Okulu'nda öğretmenlik yapar. Hayatının büyük bir kısmını Akhisar'da ve Uşak'ta ebelik yaparak geçirir. Akhisar'da yaşadığı yıllarda Şevket bey ile tanışır ve evlenir. Bu evlilikten üç çocukları olur. Bedriye hanım yıllarını verdiği "ebelik" mesleğini anlatırken "Yemeği ocağa koyardım, doğuma çağırırlardı, ne gecem ne gündüzüm belliydi ama işimi severek yaptım" diyor. 1956'da gelir Ankara'ya ve Yenimahalle'de şimdi oturdukları evin olduğu yerde, iki katlı dört daireli bir ev alır. PTT'de sağlık memurluğu yapar ve emekli olur. Bu arada üç çocuğu eğitimini tamamlar. Kendisiyle Ankara'da, Yenimahalle'deki evinde görüştük. Saatler süren görüşmede zengin çocukluk anılarını anlatırken, sık sık "Tüm bunları 92 yaşımda gözümün önünde canlandırdınız. Ahh... Niye geçmişe götürdünüz beni? Hadi götürün beni şimdi oralara. Nasıl getirdiyseniz, şimdi götürün" derken zaman zaman güldü, zaman zaman da geçmişin siyah beyaz tanıkları fotoğraflara daldı gitti gözleri, sözleri...

Bir gün, aile toplantısı, oturuyorduk. Böyle zurna ile bir şeyler çalınıyordu dışarıda. Annem beybabama dedi ki, 'Bey, bayram değil, seyran değil, n'oluyor böyle?' 'Hanım, hatalı hareket edersin, milletin düğünü var bugün, cumhuriyetimiz ilan edildi' dedi beybabam da. Bu kelimeyi işte ilk kez o zaman işittim. 'Cumhuriyet nedir baba?' dedim daha sonra. 'Kızım padişahlar idare ediyordu bizi. Bir sultanın bilmem kaç tane cariyesi vardı, bütün hazineyi, milletin parasını, pulunu hep cariyelere yediriyor, bilmem n'apıyordu. Şimdi ondan kurtulduk. Doğrudan doğruya cumhuriyet denilen bir rejim idaresi geldi. Atatürk denilen büyük zata müteşekkiriz yavrum, o bizi kurtardı. Bundan sonra korku yok, korkmayın' dedi babam. Bu konuşmayı hatırlıyorum." Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923 günü henüz 10-11 yaşlarında olan Bedriye Kırcalı Ertümen, Elazığ'da ailesiyle birlikte yaşamaktadır. "Elazığ'da beşkardeşler tabir edilen konaklar vardı. O konaklardan, baştan birinci konakta oturuyorduk. Konaklar Ermenilerden kalmaydı, emlak-ı metruke evleriydi." Babasının ilk eşi Emine hanım çocuğu olmayınca, eşinin ikinci kez evlenmesine razı olur, babası da Bedriye hanımın annesi Fatma hanımla evlenir: "Üvey annem kendi arzusuyla babamı evlendirmiş, işte bir evlat hatırı için. Bana çok sahip çıkardı, kimseye vermezdi. 'Bağrıma taş bastım, evlat sahibi oldum, bundan sonrakinde siz ne isterseniz yapın' derdi, bu tabirini hiç unutmam zavallının. Çok da severdim. Ona büyükanne, büyükhanım derdik." Büyüdüğü konağı anlatırken, yaşadığı mekanı en ince ayrıntısına kadar anımsayan Bedriye hanım konağın adeta detaylı bir planını çiziyor: "Gözümün önüne geldi şimdi oralar, merdivenlerle çıktım... Hatta ilk sokak kapısından içeri girerken karşınıza hemen merdivenler gelirdi. Dört odalı, uzun bir salonu vardı. Biri oturma odası, biri de annemin yatak odasıydı. Diğerlerinde ise büyükannem ve sütanneler yatarlardı. Aşağı katta çamaşırhane, kiler tabir edilen bölümler ve af buyrun ahır tabiri çirkin olacak bilmiyorum ama atların barındığı yerler vardı, bakıcıları da burada yaşardı. Elazığ'ın meşhur dutlarıyla, kaysılarıyla süslenmiş güzel bir bahçemiz vardı."

Lusi, Bezi ve Zeyni
Annesi Fatma hanıma ev işlerinde yardımcı olan Lusi ve Bezi de anılarında önemli bir yer tutuyor: "Bezi evdeki temizlik işlerini yapardı. Zaza Kürtlerindendi. Çok sevimli, mazbut, çok müstesna biriydi. Evde bir tane Ermeni bakıcı vardı, Lusi isminde. Hâlâ hasretle anarım, çok kıymetli, tatlı bir ablaydı. Sonra sütannem Zeyni bacıyı hatırlıyorum. Annemin sütü çocuklarına yaramıyormuş, onun için sütannesi tutmuşlar. Bizimle yaşıyordu." Çoğu Ermeni olan komşularıyla yakın ilişkileri vardır Ertümen ailesinin: "Elmas, Aznif madamları hatırlıyorum. Sonra komşumuz Cemil beylerin iki kızı, Refika'yla Şefika arkadaşımdı. Bir de Şahap isminde kardeşleri vardı. Şahap bizden büyüktü. Göz açtırmazdı, kıskanırdı, biraz hırpalardı bizi. Oyunlarımızı bozardı... 'Ev ev' oyunu oynardık. Kiremit parçalarının üzerine meyvaları korduk, yemek diye ikram ederdik. Güzeldi oyun şekillerimiz." Evdeki öğle yemeklerinin muayyen, sabah kahvaltılarının asla kaçırılmadığını anlatan Bedriye hanım o dönemde yemeklerin asıl maddesinin bulgur ve et olduğunu dile getiriyor: "Annem hazırlardı yemekleri. Yemeklerin temelinde etle bulgur yatardı. Hamur yemekleri, su böreği, mantı, ondan sonra meşhur ayran çorbası... Bulgurun çeşitli yemekleri: içli köfteler, sulu köfteler, kuru köfteler..."
Elazığ'da o dönem okul olmadığı için evlerinde ders veren öğretmenlerden alır ilkeğitimini Bedriye hanım: "Kör Mustafa derlerdi. O hesap dersleriyle müzik derslerini verirdi. Kıraat dersi vardı sonra. Kıraat bugünkü, ne diyoruz? Okuma, edebiyat inşaa dersi. Fatma ve Pamuk hoca hanımlar verirdi dersi. Ana kızdı onlar. Asker götürürdü onların evlerine, dersleri alır, asker tekrar eve getirirdi bizi. Kıraat ederken en ziyade, edebiyat şekline dikkat edilirdi. Mektup yazmak, anneye, babaya hitap şekli, bunlara... İşte, bir de şiir vardı mesela: 'Kalk artık güzel kardeş, horozlar haykırıyor, karşıdan doğan güneş hayata çağırıyor, yıldızlar gökyüzünden altın ışıklarıyla, diyor çalış bugünden düşünerek yarını, arkadaşlar okulda seni beklemesinler, sonra seni görünce uykucu demesinler.'" Bir süre sonra babasının emekli olmasıyla birlikte Sivas'a annesinin memleketine taşınırlar: "Sivas'a geldik. İki ay sonra vefat etti babam." Bu arada ilkokulu bitirir. Önce Sivas Öğretmen Okulu'na, daha sonra da Konya Öğretmen Okulu'na giden Bedriye hanım,
eğitimine devam etmek üzere İstanbul'daki teyzesinin yanına gelir: "Lise imtihanını verdim, ebe okuluna müracaat ettim. O zaman İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne bağlıydı ebe okulları. Orada, üç sene tahsilimi yaptım,
1938 senesinde mezun oldum."

33 yıl süren ebelik
Haseki Hastanesi'nde baş ebe olarak çalışmaya başlar. Bir süre sonra annesi de İstanbul'a gelir. Ablasının eşinin Safranbolu'ya tayin olmasını takip eden günlerde tayinini ister ve Konya Ebe Okulu'na gider. Ebe okulunda öğretmenlik yapmaya başlar. Ardından Akhisar'a tayin olur, orada eşi Şevket bey ile tanışır ve evlenir: "Daha sonra belediye ebesi olarak Uşak'a geldim. 18 sene Uşak'ta çalıştım. Uşak, Türkiye'nin medarı iftaharı olan bir memleketimiz. 18 sene, kimse böyle kaşının üstünde gözün var demedi." Uşak'ta yaşadıkları yıllarda doğar çocukları ve eğitimlerinin büyük kısmını burada tamamlarlar: "Tahsil yaptılar, okudular. Ankara'ya geldik daha sonra.
Üç çocuk okutuyordum. Kızım öğretmen okulunda, Kahraman'ım üniversitede okuyordu, ben de Rüzgarlı Sokak'taki PTT'de çalışıyordum. Buradan (Yenimahalle'den) Rüzgarlı Sokak'a yürüyerek gittim. O zaman amcanız (eşi Şevket bey) rahatsızdı, şeker hastasıydı, komadaydı. Üç çocuğum tahsildeydi, bir maaş idare etmiyordu. 1972 yılında eşimi kaybettim. Hiç kimseden ufak bir yardım göremedim. 33 senelik hizmetimden sonra emekliye ayrıldım." Ankara Yenimahalle'de yaşayan Bedriye hanımın en büyük yardımcısı can yoldaşı kızı Şule hanım. Oğulları da evlenmiş, torunları olmuş. Söyleşi bitip ayrılırken Bedriye hanımın yaşam enerjisine, içtenliğine hayran kalıyoruz.

Akhisar ve daha sonra Uşak'a tayin olan Bedriye ebe mahalle ebeleri hakkında rapor tutar ve onları hükümet tabipliğine şikayet eder. Çok kötü koşullarda yapılan doğumlar kadınların sağlığını tehdit etmektedir: "Ben gittiğim zaman hepsi için rapor tuttum. Gayrı sıhhi doğumlar yapıyorlar dedim, icrai sanattan uzaklaştırılması gerekir dedim. Hükümetten işte, onlara görülen lüzum üzerine çalışma haklarını aldılar tabii. Efendim hastayı nerede olursa olsun yere yatırıyorlardı. Hele bir tanesinde gördüm, hükümet tabibini çağırdım. Saman çuvalını silkelemişler, tozu, pisi içerisinde hastayı yere yatırmışlar, altına bir yastık koymuşlar, o pislik içerisinde orada, bir mahalle ebesi doğum yaptırıyordu. Benim doğum şeklim, böyle bir koltuk üzerinde, hastamı yatırırım. O kanepenin üzerine evvela çocuğun temiz eşyalarından muşambasını alırım, hazırlanmış bezler vardır, o bezlerden alırım. O muşambayı koltuğa korum, onun üzerine bezini korum, altına leğenini korum, ben karşıda sandalyeye geçerim. Hasta, iki ayaklarını getirip benim bu iki bacağımın üzerine kordu ve işte bizim ona göre bir formülümüz vardı. Bu şekilde ağrıları sıklaşır. Bu arada hastaya kuvvet vermek, ıkındırmak için güç vermek lazım. Ne hasta mikrop alır ne de bir yer kirlenir bu şekilde. Hastanede yapılan doğumların aynını ben orada yaparım. Hatta hastanedeki doğumlara bile kusur bulurdum. Zaman ve zemin müsaitse kaynatırdım aletlerimi. Yalnız şunu gururla söylemek isterim. Hiçbir zaman hastanın seviyesi, seciyesi, karakteri, medeni hali, içtimai hali, ne olursa olsun, asla birbirinden fark etmedi. Daha evvel kim müracaat ederse onun doğumunu yaptım. Hiç unutmam, Uşaklı bir Çingenenin doğumundayım. Tam cihazı hazırlamış, doğuma hazırlanmış vaziyetteyim, valinin şoförüyle jandarma geldi, kapıya dayandı: 'Çabuk, vali beyin hanımının evinden acele isteniyorsunuz.' 'Hayır gidemem' dedim. Sağlık müdüründen ve validen emir aldılar, tekrar geldiler kapıya. 'Hayır' dedim, 'gerekirse istifamı veriyorum, çünkü bu kadını bu şekilde bırakıp gidemem, doğum yapmak üzere. Burada iki can, mevzubahis, bir anne, bir çocuk.' Efendim, doğumumu bitirdim, hastamı yerine yatırdım, rahmi kontrol altına aldım, ilacını güzelce yaptım. Ondan sonra valinin hanımına gittim. Hanımın günü geçmiş, iğne yapılacakmış."



TARİH VAKFI
Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliği'ne, İnşaat Mühendisleri Odası'na ve Kayseri Ticaret Odası'na maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58
Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr

  • Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
  • Proje koordinatörü: Gülay Kayacan
  • Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak
  • Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek
  • Görüntü kaydı: Tamer Üstel
  • Yayına hazırlayan: Tuba Çameli


  • Projeye katkılarınızı bekliyoruz:
    Telefon: (0212) 327 86 58
    Faks: (0212) 227 37 32
    e-posta:mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr

    www.tarihvakfi.org.tr

    EN ÇOK OKUNANLAR

    KEŞFETYENİ

    İlgili Haberler