Pazar “Ailede ikiz yok, ben gen başlangıcıyım”

“Ailede ikiz yok, ben gen başlangıcıyım”

09.08.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

ERKEN doğum yapan Gülben Ergen’in ikizleri, artık evlerine döndü. İkizlerin 45 gün boyunca “kuvöz anneliğini” Dr. Pınar Dayanıklı ve Dr. Gülnihal Şarman yaptı. Bebekleri için günlerce hastaneye gidip gelen Gülben Ergen, “Ne lohusalığımı anladım ne kırmızı kurdele taktım ne de nazlanabildim” diyor.

“Ailede ikiz yok, ben gen başlangıcıyım”

S ağır sultan bile duydu, Gülben Ergen ikizlerini erken doğurdu. Ares ve Güney, 22 Haziran’da doğdukları hastaneden geçtiğimiz çarşamba günü çıktılar. Yani 45 gün sonra. 30 haftalık doğan bebekler, Acıbadem Maslak Hastanesi’nin Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’nin sorumluları Dr. Gülnihal Şarman ve Dr. Pınar Dayanıklı’ya emanetti. İkisi de mesleğine âşık, hayatlarını bebeklere vakfetmiş doktorlar. Ama öyle pejmürde, gözleri şırınga ve steteskoptan başka bir şey görmeyen kadınlar değiller.
Pınar Dayanıklı aynı zamanda konservatuvarın piyano bölümünden mezun, Gülnihal Şarman ise her yıl Boğaz’ı yüzerek geçiyor, madalyaları var. İkisi de ABD’de yenidoğan yoğun bakım ihtisası yapmış, Türkiye’ye döndükten sonra tanışıp birlikte çalışmaya başlamışlar. 10 yıl Amerikan Hastanesi’nde kurdukları üniteyi yönettikten sonra geçen yıl Acıbadem’e transfer olmuşlar. Bebek bekleyenler arasında hatırı sayılır bir şöhretleri var. Gülben Ergen de “Erken doğurabilirsin” cümlesini duyar duymaz “peşlerine düşmüş”. Ares ve Güney beklenenden de erken doğunca, Dayanıklı ve Şarman’ın hastası olmuşlar.
Bir buçuk aydır neredeyse birlikte yaşayan üçlüyle buluşmak için hastanenin yolunu tuttuk Ercan’la. Yenidoğan yoğun bakım servisinden içeri girdiğimizde dört bebekle tanıştık: Ares, Güney ve ilk arkadaşları Yağmur ile Ozan.
Ares’le Güney kuvözde değillerdi artık; iki kiloyu geçmiş, rahat rahat meme emen, kucağa alınan ve eve gitmeye hazırlanan iki bebek gördük. Ares daha esmer ve ciddi ciddi bakıyor, Güney ise Atlas’ın kopyası neredeyse. Yataklarının başucunda abileri Atlas’ın fotoğrafları asılıydı. Ayakuçlarından ise Şehrazat’ın hediyesi tespihlerle birer minik poşet içinde Mustafa Erdoğan’ın Kıbrıs’tan getirdiği bin yıllık bir ağaçtan zeytin tanesi ve yaprağı sallanıyordu.
Günlerdir evle hastane arasında mekik dokuyan Gülben Ergen’in esas işi şimdi başlıyor aslında. Üç çocuklu bir yaşamı var artık, üstelik üçü de erkek! “Hani acaba bir kız ister misiniz hâlâ?” diye soracak oluyorum, “Hayır” diyor hemen...


Ares ve Güney’in doğumlarıyla başlayalım...
Gülnihal Şarman: Gülben hanımın doğumunu anne karnından takip etmeye başladık. Erken doğumlarda buna çok dikkat ediyoruz. Gülben hanım Okan Bayülgen’e çıkmıştı, o akşam ben nöbetçiydim. Özel koltuk getirmişler filan; ama gecenin 1’i oldu. Ben kendi kendime başladım: “Gülben hanım hadi eve gidelim”. Hop oturup hop kalktım, neredeyse stüdyoya transport kuvözünü götürecektim.

Zor bir anne mi Gülben Ergen?
Pınar Dayanıklı: Hiç!
Gülnihal Ş.: Tanınmış bir aile, bize çok sıkıntı olabilirdi. Baskı olur mu üzerimizde diye endişelenmiştim. Hiç olmadı. Stresli bir iş yapıyoruz. Güzel günü var, o kadar da güzel olmayan günü var, kaka yapmadıkları günü var. Bir sabah geldim, Gülben hanım çoktan gelmiş bebeklerin başında, beni “E hani kaka?” diye karşıladı mesela. “Size de günaydın Gülben hanım” dedim.
Pınar D.: Bir gün de geldi, “Nasıllar?” diye sordu. Bize göre harika bir gün geçmiş, “Süper” dedim. Cevabı “Emeklediler demeyeceksiniz herhalde” oldu.

Bu kadar küçük bebekler hastanede, anne evde. Çok zor olsa gerek...
Gülben Ergen: İlk günler çıkar çıkmaz telefon ediyordum; gece 3’te de geliyordum. Sonra 2’de geldim, sonra 1’de... Bu güven duygusunun tarifi yok. Büyük de konuşmamak lazım, şartlar neyse alışmak ve kurallara uymak zorunda kalıyor insan.
Pınar D.: Çok merak etti Gülben hanım. Biz yoğun bakım doktorları olarak telefonla uyuyoruz, şehri terk etmiyoruz. Ama belli bir deneyime geldikten sonra bebeğin seyrini tahmin edebiliyorsunuz. Gülben hanıma da “Sandığınız gibi her dakika bir bomba patlamıyor” dedim.
Gülnihal Ş.: Burada yıllardır gördüğümüz şey şu, insanın bebeği doğar doğmaz bir duygu kaplıyor: Ben bunu bırakamam. Onun için de annelere yoğun bakıma girdin mi girmedin mi sıkıntısı yaratmıyoruz.
Pınar D.: Evet, Gülben hanım buradaydı! Hatta hep buradaydı!
Gülben E.: Bizim süt çekmecelerimiz var burada. En alt benim, üstü yoğun bakım komşularımızdan Yağmur’un annesinin, onun üstü de Ozan’ın annesinin. Yağmur ve Ozan, Ares ve Güney’in ilk arkadaşları. Bir gün Atlas’ı anneannesine götürdüm yazlığa. Aman ne telaş, sabah gidip akşam döneceğim. Telefonum çaldı, arayan numaranın hastane olduğunu görünce içim çekildi. Meğerse süt bitmiş. Bunu duyunca o rahatlama ile “Komşularımızdan isteyelim” dedim ama bulduk evden, dipfrizden yolladık hemen.

“Bebeklere komşu odadaki anneden süt aldık”

Süt anneliği var mı burada?
Gülben E.: Var tabii. Hatta şöyle bir hikayemiz var. Doğumdan sonra ikinci, üçüncü gün geliyor süt. Pompayla çekmeye çalışıyoruz, içim içimi yiyor. Buraya yeni doğan bir bebeğimiz gelmişti. Pınar hanıma dedim ki, ben de gidip odasına rica edebilirim, ama önce siz bir söyleyin, anneden süt istesek. Başardık ve 5 cc süt aldık. Odada ne kadar çiçek varsa götürdüm. Bunu halledince o gece benim de sütüm geldi.

Gülben Ergen vesilesiyle gündeme geldi, ama epeyce erken doğum duyuyoruz bu aralar. Özel bir nedeni var mı?
Pınar D.: Daha çok konuşuluyor, çünkü prematüreyle uğraşan uzmanların sayısı arttı. Bu yeni bir dal. ABD bile 1970’lerde başladı. Şu anda Türkiye’de yaklaşık 120 yenidoğan uzmanı var.
Gülnihal Ş.: Erken doğum oranı dünyada da Türkiye’de de yüzde 10. 37 haftanın altında doğan bebeklere prematüre diyoruz. Ama 34-37 hafta arası doğanlar orta derecede prematüre. Türkiye’de her sene yaklaşık bir milyon 300 bin doğum olduğunu düşünüyoruz, demek ki kabaca 130 bin erken doğum var. Bunların yarısı az riskli bebekler. 34 haftanın altında kalan bebekler ciddi derecede prematüre.

“İkiz bebekler yüzde 60 arttı, üçüzler ise yüzde 300“

Erken doğumun nedenleri ne?
Gülnihal Ş.: Son yıllardaki en büyük neden çoğul gebelikler. İki bebeği, hele üçüz bebeği taşımakta insan vücudu çok zorlanıyor.

İkiz bebekler de arttı sanki.
Pınar D.: Hem de yüzde 60 oranında arttı. Yardımcı üreme teknikleri en büyük neden. Çünkü bir yumurtayla spermi birleştirmek yerine birkaç tane koyuluyor, hangisi tutarsa diye. Bazen hepsi tutuyor. Çoğul gebelik sayısı daha yüksek o nedenle.
Gülnihal Ş.: Dünya çapında bir araştırma var, birtakım krizlerin sonunda ikizlikler artmış. II. Dünya Savaşı’ndan sonra mesela. Bazı ırklarda da fazla, mesela Afrika’daki siyahlarda... Üçüzler ise yüzde 300 arttı. Tüp bebek nedeniyle. Ama şimdilerde tek embriyo transferine başladı uzmanlar.

İkiz doğurmak genetik midir?
Gülnihal Ş.: Evet.
Gülben E.: Ben gen başlangıcıyım. Ailede böyle bir şey yok.

Hani “7 aylık mısın?” diye bir soru vardır. Sabırsız olurlar mı gerçekten?
Gülnihal Ş.: Esasında ileri derecede prematüre bebeklerin üçte birinde hiperaktivite olur.
Pınar D.: Sınıfta oturmayıp etrafta dolanan çocuklar mesela... Araştırmalarda ortaya çıktı ki erken doğanlar geç evleniyorlar, kesinlikle ikinci kez evlenmiyorlar, çok fazla iş değiştirmek istemiyorlar.
Gülben E.: Şu an oraya kadar hayal edemiyorum. Önce bahçede koşturduklarını görmek istiyorum.

“Ailede ikiz yok, ben gen başlangıcıyım”



Dr. Pınar Dayanıklı: “Damlalıkla çocuğunu besleyen anneler var”
Buradaki bakımı görünce insanın aklına şu geliyor: Erken doğum yapan ama böyle hastanelere gidemeyen annelerin bebeklerine ne oluyor?
Pınar D.: Bazıları daha ileri haftalarda doğup anne karnında beslenemeyen, bu nedenle kilosu az kalmış bebekler. Aynı kiloda iki bebekten daha ileri haftada doğan her zaman daha avantajlı. Damlalıkla çocuğunu besleyen anneler biliyoruz. Başaranlar da var.
Gülnihal Ş.: Biz El Bebek Gül Bebek Derneği olarak 81 ilde bir çalışma başlatmak ve her ile bir yenidoğan yoğun bakım ünitesi kurmak istiyoruz.
Pınar D.: Uzmanların Türkiye’nin batısında öbeklendiğini görüyoruz. Hem üniteyi açmak gerek hem de doktor ve hemşire sağlamak.

Anadolu’da nerelerde yenidoğan yoğun bakım üniteleri var?
Gülnihal Ş.: Her üniversite hastanesinde var, bazı devlet hastanelerinde de kuruldu. Ama şunu söyleyebilirim ki yalnızca kuvöz koymak bir işe yaramaz. Bebek başına kaç hemşire düşüyor ve uzmanlar ne kadar yetkin? Dağlarda bile sağlık ocaklarına kuvöz kondu. Ama iyi elemanınız yoksa hiçbir işe yaramaz.

“Her gün İstanbul’da 200 bomboş kuvöz var, diğer yerler yıkılıyor kalabalıktan

Yoğun bakım çok masraflı değil mi?
Gülnihal Ş.: Çok masraflı hem de.

Parası olmayan birinin çocuğu ne olacak?
Gülnihal Ş.: Devlet hastanelerine gidilebilir. Sosyal Güvenlik Kanunu’na göre 0-18 yaşındaki bütün çocuklar ve gençler güvence altında. Devletle anlaşması olan özel hastanelere de gidilebilir.
Pınar D.: Ama her hastanenin belli bir kapasitesi var.
Gülnihal Ş.: İstanbul’da her gün yaklaşık 200 hastanede kuvöz boş. Bence Sağlık Bakanlığı’nın acilen özel sigortalarla işbirliği yapması lazım. Diyelim 25 yaşındayım ve erken doğurdum. SGK’m da var, özel sigortam da. Özel sigorta yenidoğan bebeği ödemiyor. SGK ancak anlaşmalı hastanelerde ve devlet hastanelerinde geçerli. Neden sigorta buradaki bakımımı karşılamasın? Her gün İstanbul’da 200 bomboş kuvöz ve boş hemşire var, diğer yerler yıkılıyor kalabalıktan. Biz burada şanslı bir grubun bebeklerine bakıyoruz ama daha fazla bebek bakmak isteriz.


Dr. Gülnihal Şarman: “Erken doğum uzmanıyım ama 10,5 ayda doğurdum”
Neden bu branşı seçtiniz?
Pınar D.: Rutin seven bir insan değilim. Çocuk doktorluğu eğitimim biterken ya çocuk yoğun bakım ya çocuk onkoloji ya da bebek yoğun bakım seçecektim. Ama ilk ikisi çok trajik. Bizim branşta bebekler daha olumlu sonuçlanıyor, üstelik aynı adrenalin var.
Gülnihal Ş.: Benim seçmemdeki nedenlerden biri Türkiye için çok yeni bir branş olmasıydı. ABD’den döndüğüm sene, 1995’te bebek ölüm oranları yüzde 45’ti burada.

Yenidoğan yoğun bakımı hayatınızı ne kadar etkiliyor?
Pınar D.: Aşırı. Çoluk çocuk kendi kendine büyüyor. Şehir dışına çıkmıyorum, riskli bir durum varsa akşam konsere bile gitmiyorum. Bir hafta ben sorumlu oluyorum buradan, bir hafta Dr. Gülnihal.

Kendi çocuklarınızın doğumunda tecrübelerinizin etkisi oldu mu?
Gülnihal Ş
.: Benim de ilk doğumumda yanımda bebeğe bir şeyler yapıyorlardı, gözümü açıp “oksijen aspire edin” diye bağırıyordum.

Erken doğurmaktan endişelendiniz mi?
Gülnihal Ş.: Ne erkeni, ben 42’nci haftada doğurdum. Doğmadı yani! ABD’deydim, Türkiye’den herkes geldi geri döndü. Ev sakinledi, doğum yaptım.


“Ailede ikiz yok, ben gen başlangıcıyım”
“42 gündür hastanede yaşıyoruz. Bu doğumda ben ne lohusalığımı anladım ne de başıma kırmızı kurdele taktım. Lohusalık borcum var”

Erken doğacaklarını öğrenmek korkuttu mu sizi?
Hayır. Buraya geldim, Pınar ve Gülnihal hanımla tanıştım. Oturduk, her şeyi konuştuk. Ama 22 Haziran tarihini beklemiyorduk. Annemi “Mümkün değil, ağustostan önce olmaz” deyip zorla Bodrum’a yolladım. Mustafa’nın Kültür Bakanı ile Hakkari gezisi vardı, ona da “Rahat ol” dedim, gönderdim.
Sabah 05.30’da doğumun başladığını anladığımda, hemen doktorum Süreyya Menteş’i aradım. Sabah 6’da tek başıma hastanedeydim. Arıyorum annemle Mustafa’yı, o saatte uyanmazlar. 8’e doğru ameliyathaneye girdim.

Zor bir hamilelik miydi?
Ne kadar ayakta durmaya çabalasam da zordu. İki ruhu, iki canı taşımak zor. Çok dikkat ettiğim halde 30’uncu haftada doğurdum.

Lohusalık depresyonu oldu mu?
Olamıyor ki öyle bir şey, lükse kaçıyor. 42 gündür buradayız. Ne kafama kırmızı kurdele taktım ne lohusalığımı anladım ne şerbetler ne nazlanmalar, hiçbir şey yaşamadım... Bir lohusalık borcum var, en nazlısından. Hep buradaydım. Sadece Atlas’la ilgilenmek için evdeyim. Sonsuz bir sevgi ve sabır bu... Son yıllarda kitaplarda öğrenmeye çalışıyoruz ya, “Bu Hindistan’da ne oluyor, acaba bu bilge Ferrari’sini neden satıyor?” diye. Ne Hindistan’ı, doğur da gör!

Atlas nasıl karşıladı bebekleri?
O da bu kadar erken beklemiyordu. Doğuma aniden gidişimle iki-üç gün çok aklım kaldı onda, daha sonra o hastaneye gelse de beni iki büklüm yatarken görmesini istemedim ve dördüncü gün eve döndüm. Ciddi bir şekilde ilgi istiyor tabii. İlk zamanlardaki sevimliliğinin yerini, son günlerde “Hayır, hayır”lar aldı. Bu da çok normal. İlk gördüğünde yanaklarından makas aldı, “Bize ne zaman gelecekler?” diye sordu. Dedim “Oğlum bize gelip bayağı bir uzun kalacaklar”.

“Çocukların adına karar veremeden doğurdum”

Ares’in adını babası koydu, Güney’i siz...
Belli olduğu üzere...

Niye Güney diye sorayım o zaman.
Mustafa’yla isim arıyorduk. O mitoloji kitaplarını karıştırıyordu, ben mistik kitapları. A harfinden gitmekten yanaydık; önce Aras-Ares olsun dedik. Sonra sevmedik benzerliği. Mustafa biri senin baş harfin, diğeri benim baş harfim olsun dedi. O benim aklımda kaldı galiba.
Güney’in iklimini, müziğini, duygusunu, insanını çok sıcak bulurum. Bu bileşimlerden dolayı Güney dedim. Üstüne düşünemeden doğurdum zaten. Doğuma girerken hemşire isimlerini sordu, Mustafa’yı aradım son dakika, “Son kararlarımız geçerli” dedik.

Hangisinin Ares hangisinin Güney olduğuna nasıl karar verdiniz?
O kadar bariz ki. Ares’in kaşları çatık, Güney de pembe pembe bakıyor. Çift yumurta ikizleri, çok da benzemiyorlar birbirlerine.

Hâlâ bir kız çocuk özlemi var mı?
Hayır! Bana hâlâ bu soruyu nasıl sorabiliyorsunuz? Gelinlerim olacak benim. Biz iki çocuk istiyorduk, üç çocuğumuz oldu. Onlara gerekli eğitimi, sevgiyi, özeni ve imkanları vermemiz için yeterlidir diye düşünüyorum. Çağdaş, laik, düzgün, iyi yürekli, sıcacık pırıl pırıl çocuklar yetiştireceğiz. Ama büyük konuşmam tabii.