Pazar"Ancak ölüm ayırdı bizi"

"Ancak ölüm ayırdı bizi"

20.05.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Birbirlerine yazdıkları mektupları okudum... "Ne iğne ne hap; ilaçların ilacı sensin" demiş Abidin Dino. "Sevgilim, penceremden koskoca valizle kapıdan çıkışını seyrettim. Çabuk dön!" Bu ne aşk... Paris'e uçtum. Elimde mektuplar... "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama..." İki uzun hayatı dinlemek, dünyaya dar gelen bir büyük aşka şahit olmak için Güzin Dino'nun kapısını çaldım...

Ancak ölüm ayırdı bizi

Güzin Dino demek, en çok "Abidin Dino'nun karısı" demek. Büyük aşkların kahramanları böyle olur ya; biri giderse, kalan aslında tam değildir ya... "Abidin Dino öleli 14 yıl olmuş" deseniz de, durum aynı. İsterse 100 yıl geçsin. Aşk ne kadar büyükse, ayrılmanın trajedisi de o denli ağır. Aşk ne kadar "hayat"sa, elvedanın acısı da o denli derin... Güzin Dino bir dilbilimci, öğretim üyesi, çevirmen ve yazar ama en çok "Abidin Dino'nun karısı"... Hâlâ öyle. Abidin Dino'nun ölümünden yıllar sonra, Güzin hanımın her gününde sadece Abidin Dino var. Abidin için yazılmış kitaplar, yazılar var; eylül ayında Sakıp Sabancı Müzesi'nde açılacak büyük sergi var; gelen giden hayranlar var. Paris'teki bu küçük evde, İstanbul'da, her yerde, sadece Abidin var... Şimdi bir sosyolog bey, neredeyse 2 bin sayfayı bulan bir kitap hazırlıyor. Kocaman bir kitap! Hiç inanmıyorum basılabileceğine. Başka kitaplarda da rastlıyorum Abidin'e, çok hoşuma gidiyor tabii. Hayatınız Abidin beyle dopdolu... Çocuğumuz yok. Biz Adana'da evlenebildik. Abidin'i sürdüler, biliyorsunuz. Biz Nişantaşı'nda oturuyorduk. En üst katta da Abidin'in ablası. Abidin bilmem kaç sene Fransa'da ve İngiltere'de yaşadıktan sonra geri döndü. 26 yaşında falan. Düşünün, en yakın arkadaşı Picasso olan bir genç, yakışıklı adam. Ve aynı apartmandayız! Hiç çocuğunuz olmadı mı? Evet. Üniversitedeydim. Müthiş bir dönemdi. 47 tane Yahudi göçmen hocamız vardı. Ben Roman Dilleri ve Edebiyatı bölümünde okuyordum. Şahaneydi. O derslerde aldığım tadı, başka hiçbir okulda almadım; Sorbonne'da bile. Ben Dame de Sion'dan mezunum, Fransızca zaten biliyordum. Latince, Eski Fransızca ve İspanyolca öğrendim... Abidin'in ablası Leyla hanım da, anneme bezik oynamaya falan gelirdi. Leyla hanım da hep şikayet ederdi, "Abidin geldi, hiç kendine bakmıyor, sabaha karşı gelip 2'ye kadar uyuyor" falan diye anlatırdı. Hatta ciğerlerinde bir rahatsızlık vardı, o yüzden de askerlikten muaf tutulmuştu. Tabii siz de o zaman çok gençsiniz... Bir gün Leyla hanıma bir şey vermek için kapılarını çaldım, kapıyı Abidin açtı. Tanıştık. Bir sohbet, bir muhabbet... Beni içeri aldı. Ben de o dönem aktris olmak istiyorum, hocalarımdan biri evde davet veriyordu. Ben de bir tirad okuyacağım orada, Moliere'in "Cimri"sinden... Siz de böylece görüşmeye başladınız. Kesinlikle! "İsterseniz size yardım edeyim, ben Paris'te en ünlü oyunculardan seyrettim" dedi. Beni çalıştırmayı teklif etti ve öylece de başladı. Siz de hemen hayatınızı anlatmaya başladınız anlaşılan. Evet. Amerikan Kampı vardı o zaman, her yaz giderdim. Yüzmede, kürekte şampiyondum. Daha ziyade oğlan çocuğu gibiydim. Erkeklerle çok yakın arkadaş olurdum ama flört çok geç oldu. Bir defa, o da Abidin işte. İlk erkek arkadaşınız mıydı? Bir dereceye kadar. El ele tutuşurduk. Abidin'in olağanüstü bir magnetizması vardı. Sadece bana değil, herkes onun çekim gücüne kapılırdı. Siz tanışsaydınız, hemen sizle de çok iyi dost olurdu. Kediler bile onun etrafında toplanırdı. Nasıl bir flörttü? Babam kıyameti koparttı. Açık da konuşmak istemiyor, açık konuşursa karşılıklı kararlar verilmesi lazım ya... Aslında babam da haklı. Sürgünü yaşamış, şimdi kızı sürgüne giden bir adama aşık! Evlilik nasıl gerçekleşebildi peki? Önce Çorum'a, Mecitözü'ne gönderdiler. O zamanın popüler sürgün yeri. Hiçbir şeyi olmayan taş bir oda veriyorlar adamcağıza... Sonra ertesi gün, civardaki Alevi köylerden yardım geliyor, bir araba eşya taşıyorlar. Dino ailesi yıllarca İsviçre'de yaşamış. Hatta o zamanın başbakanı, kimse artık; kardeş Arif onunla da İsviçre'den çocukluk arkadaşı. Başbakana gidip izin alıyorlar, iki kardeşin de Adana'ya gidebilmesi için özel izin çıkıyor. Neden sürgüne Adana'ya gitti? "Bizi atlı polis korudu" Hemen değil. Zaten Abidin de Çorum'da bir aileye bakmaya başlamıştı, onları hemen bırakamadı. Ankara'da, Azra Erhat'ın evinde buluştuk. O sırada doçent olmak üzereyim, Nişantaşı'nda bir evde oturuyorum, Abidin asla bana "Gel benle" demez diye düşünüyorum, kafamda onu isteyecek cümleleri kuruyorum. Abisi "Ben şimdi sizi yalnız bırakacağım ama ailenin büyüğü sıfatıyla, kardeşimle dest-i izdivacınızı istiyorum" demesin mi! Ben de "Tüh be, ben isteyecektim" dedim! Ve siz de peşinden gittiniz. Evet, "Hepimizi kesecekler, sonra akademik kariyerini nasıl bırakırsın!" diye bir güzel kızdı bana. Adana'ya gittik ve hemen evlendik. Erkek Lisesi'nin Fransızca hocası vardı, son derece sempatik bir adamdı. Adamcağız 10 gün içinde ölüverdi, onun yerine hemen ben tayin oldum. Müdür faşistti fakat müthiş efendi ve vazifesini bilen bir adamdı. Beni rahat ettirmek için çok çabaladı. İlk olarak Azra hanıma mı söylediniz? Adana müthiş kabul etti ama rahat durmadılar kardeşim... Bir gece evimiz taşlandı, sekiz gün atlı polis bizi korudu. Zaten polis bizi kendi hesabına koruyordu ya, o da başka mesele... Kimselerle görüşmedik, rahatsız etmeyelim diye. O zamanlarda dizanteri vardı, bit vardı, dört sene kininle yaşadım. Sonra Abidin'i askere aldılar. Adana'da rahat ettiniz mi? Evet; annem, Abidin ve ben çok hoş bir daire tuttuk. Fevkalade bir dönemdeydik, Hasan Ali Yücel devri vardı. Adamı attılar, yerine dehşet bir adam geldi. Muzaffer Şerif, meşhur sosyolog, korkup kaçtı, Amerika'ya geçti. Behice Boran'ın derslerini kaldırdılar. Felaket bir dönemdi. Baktık ki Abidin rahat olamayacak, sıhhati de dayanmayacak. Zaten dokuz ay askerlik canına okumuş. Ameliyat da oldu ama hâlâ iyi değil. Gitmesine karar verdik, pasaport alması tam iki sene sürdü! Daha sonra Ankara'ya mı döndünüz? "Şeytan tüyü vardı adamda" "Bir yerden Türkiye'ye bağlı kalacağız" dedik ve Fransız pasaportu almadık. Türkiye'den üzülüp ağlayarak ayrıldık... Fransız vatandaşı oldunuz mu? 1991'den beri gidiyorum. Şimdi eylülde Abidin'in retrospektif sergisi olacak, Sabancı Müzesi'nde. Sergiye gidip biraz da kalacağım bu sefer. Türkiye'yi sık sık ziyaret ediyor musunuz? Yok canım, gene yaşanıyordur... Tabii onların başına medya üşüşmüyordur! Ne büyük, ne kadar güzel bir aşk yaşamışsınız. Olmuştur tabii... Bir tanısaydınız, ona herkes ama istisnasız herkes aşık olurdu. Onunla tanışan herkes, "Oldum bittim tanıyormuş gibiyim" gibi hissederdi. Fransızca, Rusça, İngilizce ve İtalyancayı aksansız konuşurdu. Şeytan tüyü vardı adamda... Abidin bey sizi hiç aldatmış mıdır? Hiç ayrılmadık. Ölüm ayırdı ancak... Hiç ayrıldınız mı? Haberiniz olsun, 80'lere geliyorum! Şimdilik evet, burada kalacağım. Bu daireyi Abidin'e çok ucuza verdiler. Küçük bir emekli maaşım var, Abidin'in resimlerinden gelen gelirler var. Bir Portekizli bir de Türk iki yardımcım var; haftada birer gün geliyorlar. Düzenimi değiştirmeyi düşünmüyorum. Peki hep burada, birlikte yaşadığınız bu evde mi yaşayacaksınız? "Picasso, Abidin'e yardım etti" Ankara'da son oturduğumuz ev Konur Sokak'taydı. Kapıda kar kış demeden polis bekliyor. Biz de pasaportu bekliyoruz... İçişleri Bakanı'na gidip geliyoruz, "Tamam" diyorlar, "son anda" pürüz çıkıyor... Abidin en sonunda "Ya beni tevkif edin ya da pasaportumu verin" dedi. Nihayet sonunda verdiler. Abidin gidecek, havaalanında uğurlamaya gittik. Biraz sonra uçağın kapısı açıldı, bir baktım Abidin'in bavulu indirildi... Arkamı bir döndüm, Abidin bana el sallıyor, bu arada da uçak kalkıyor... Abidin bey yurtdışına nasıl çıktı? "Pasaportta bir eksik varmış, indirdiler" dedi. Polis müdürüne gittik, "Biliyorsunuz bizim memleket böyle, yarın gideceksiniz, biletinizi de biz alacağız" dedi. Gidemedi yani! Halet-i ruhiyesini anlatabilmeme imkan yok. Beyoğlu'nda Çin lokantası açılmıştı, tenha olur diye oraya gittik. Oturduk, ne konuşacağımızı bilemiyoruz... İkimiz birden ağladık... "Son gün" ne zor bir zaman... Gitti, önce İtalya'ya. Gider gitmez de adamı Venedik Bienali'ne aldılar. Ertesi gün sorunsuz uçtu mu? Önce bir aylığına tatile gittim. Dönüp bir sene daha çalıştım. Benim pasaportum da sorunlu oldu tabii... Manevi işkence! Ayrılık ne kadar da zor gelmiştir size. Yok yok, bu sefer sadece iki ay. Düşün ki annem bile tek kızına "Git ve gelme" diyor. 1954 senesiydi, temelli kapağı Avrupa'ya attım. Yine iki sene mi? Sorbonne'da ders verdim, sonra da radyoda çalıştım. Picasso da Abidin'e yardım etti, aynı galeride çalıştılar. Her şey müthiş zor oldu. Türkiye'deki tüm haklarım yok oldu... Ve bütün akademik kariyeri hibe ettiniz. Pat diye raporlu hasta adamı askere aldılar. Hiçbir okuldan diploması yoktur Abidin'in. Fransa, İsviçre, İngiltere, Robert Kolej; her yerde okumuş ama hiç diploma almamış. Herkes "Komünist diye nefer oldu" dedi, "Yok canım, adamın diploması yok" diyorum, inanmıyorlar. "Hiç diploma almamış"