07.03.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:
1925 yılında İstanbul'da doğar Rukiye Pulaş. Çapa Kız Öğretmen Okulu'nu bitirir. Hasta olan annesi Meryem hanımı kaybetmesinin ardından doğup büyüdüğü kentten, İstanbul'dan ayrılmaya karar verir. 1944'te Yozgat'ın dağ köyü Çokradan'a çıkar ilk tayini. Yozgat Milli Eğitim Müdürü Alişan bey ile evlenir. İki yıl sonra ayrılırlar. 1946'da İstanbul'a tayin olur. Bir süre işitme ve görme engellilerin eğitimiyle ilgilenir.
Bu arada tanıştığı tiyatro yazarı Galip bey ile 1949 yılında evlenir. Dört sene sonra kızları Biricik doğar. 1958 yılında ikinci evliği de biter. Bir kez daha evlenmeyi düşünmez. 1973 yılında emekli oluncaya kadar öğretmen olarak çalışır.
Şimdi İstanbul Levent'teki evinde yaşıyor. İki gün süren uzun görüşmemizde öne çıkan Anadolu'daki öğretmenlik deneyimini gelecek haftaya bırakarak bugün Rukiye hanımın yaşam anlatısında dile gelen çarpıcı kadın deneyimlerini ve tanıklıklarını bir araya getirelim istedik, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü fırsat bilerek…
Dünya kadınlar günümüz kutlu olsun!
Meryem hanım
Annem Rusya'da yetişmiş, oranın görgüsünü almış. Köyde zaten hiçbir eğitim yok. Üvey anneanne, babaanne ve görümceler var. Köydeki kadınlar annemin eline, yüzüne bakıp, 'Nasıl olur böyle eller, hiç nasırlanmamış, yanmamış yüz, beyaz ten, güzel mavi gözler' diye hayret ediyorlar. Annem onlara uyum sağlamaya çalışıyor ama ızdırap içinde. İlk evvela büyükbabam Kuran'ı öğretiyor. Annem Kuran'ı ve eski Türkçe'yi öğreniyor. Çünkü büyükbabam hafızmış aynı zamanda, onun soyu da Gürcistan'dan gelme bir derebeyi soyu. Enez ağa diye bir derebeyi soyu, oraya göç etmişler. Annem büyük ızdırap içinde, büyük abime hamile. Babam yokken doğumunu yapıyor. Orada kadınlar odun toplamaya giderlermiş, annemi de odun toplamaya gönderiyorlar. Arkalarında onların meşhur küfeleri vardır, annemi de odun toplamaya yolluyorlar. O zamanın meşhur eşkıyası var, Kansız Ali. Dürüstlüğüyle tanınan ama dağa çıkmış bir eşkıya... Annem bir gün dağdan gelirken, karşısında üç silahlı adam görüyor, ödü kopuyor. 'Sen kimin gelinisin?' diyorlar. Annem de 'Enes ağanın geliniyim' diyor. Bir küfür ederek, 'Enes ağaya söyle, senin gibi gelini bir daha dağa yollamasın, yollarsa kendini dağda bulur' diyor. Annemi ondan sonra yollamıyorlar. Annem yemekle meşgul oluyor. O sırada Ruslarla bir çatışma yaşanıyor Rusya'da. Türklere yapılan bir baskın sırasında babamın öldüğü haberi geliyor köye. Annem muazzam feci durumda tabii. Ve babamdan uzun zaman haber yok. Tam bu sırada Rus konsolosluğu haber yaydı, kaçırılmış Rus kızları, gelinleri varsa müracaat etsinler, yolluyoruz yerlerine' diye haber geliyor. O günlerde annem bir rüya görüyor. Haber veriyor ki 'Ben gitmiyorum, kalıyorum' diye. Kalışı o oluyor. Babamı rüyasında bir at üzerine, ata bağlı olarak karlı bir yoldan gelirken görüyor. Annem uyanıyor, yakındakilere görümcelere filan 'Yusuf sağ, gelecek' diyor. 'Gelin oynattı' diyorlar. Bir hafta, 10 gün sonra aynı karlı yoldan bir at üzerinde bağlı olarak, o zaman kar yolları kapıyor, babam geliyor. Annemin adı ondan sonra 'ermiş'e çıkıyor." Rusyadan kaçarken Yusuf bey tifoya yakalanmıştır, bir süre sonra iyileşir. Daha sonra Rusya'ya geri döner ama bu kez eşi Meryem hanım ve oğlunu da götürür. Odessa'ya yerleşirler. Meryem hanım ikinci oğlunu doğurur bir süre sonra. 1917 Ekim'inde devrim olmuş ve Rusya büyük bir değişime sahne olmaya başlamıştır. Yusuf bey de ailesiyle birlikte Batum'dan İstanbul'a gelmek durumunda kalır.
Evin en küçüğü
Beş kardeşin en küçüğü olan Rukiye hanım 1925'te İstanbul Süleymaniye'de doğar. Babası yine fırıncılık yapmaktadır. "Benim hatırladığım babam çok mutaassıptı, tam Karadeniz erkeğiydi... Evdeki yaşantımız pek çok bakımdan babamdan saklıydı. Hatırlıyorum ben nöbetçi olurdum, 'Babam geliyor' dedim mi her şey ortadan kalkardı, hatta ablamlar başlarına başörtü koyarlardı. Ablalarım da çok güzeldi. Hepimiz okurduk. Abimin ve annemin bir kütüphaneleri vardı."
Evde zaman zaman Yusuf bey ve Meryem hanım Rusça konuşurlar. "Ben kurnaz, bir kelimeyi kapardım, anneme onu sorardım, 'Nedir bu?' diye, annem beni bir azarlardı. Ya birinci ya ikinci sınıftayken, babam bize din hocası tuttu. Ama sökemedim eski Türkçe'yi, muazzam korkardım hocadan." Beyazıt 6. Okulu'nu bitiren Rukiye hanım ortaokula başlar: "Bu arada ilkokulu bitirdim, iki ablam evlendi, bir abim evli zaten Sarıyer'de." Yusuf beyin işleri bozulur bir süre sonra. Ağabeyleri de başka illerde açarlar dükkanlarını. "Babam işini kaybetti. Ortağı Hafız efendinin üzerine babam iflas etti. Bunalıma girdi, evden uzaklaşıp kendi hemşerilerinde kalmak istedi ve Rize'ye gitti. Zaman zaman gelirdi. Biz annemle baş başa kaldık. Annemin zor günleri başladı böylece. Öyle yığınla gelen şeyler, artık okkayla filan alınmaya başlandı. Bu arada babam da alzheimer başlamıştı. Aynı yıllarda beni pek çok isteyen oldu. Ağabeyim taraftardı evlenmeme. Ben 15 yaşında filanım ama daha büyük gösteriyorum." Evlenmeyi değil eğitimine devam etmeyi isteyen Rukiye hanmın yardımına annesi koşar ve engel olur evlenmesine. "Sabah altıda çıkardım evden, Beyazıt'a kadar yarı karanlık, şeye, Cağaloğlu'na kadar karanlıkta giderdim abime yakalanmayayım diye... Ve imtahanlarımı verdim geçtim. O sene Alman harbi başladı, Almanlar Polonya'ya girdi. Annemin de hafif rahatsızlıkları başlamıştı. 'Kızım bitir, öğretmen ol' dedi. Gittim Çapa Öğretmen Okulu'na yazıldım. Karartmalar ve karneyle ekmek satışı başladı. Ekmek halen en çok sevdiğim gıdadır, çok severim. Daha mezun olmadan, işte altı ay evvel, doktora götürdüm annemi. Kahvaltıdaydık sabahleyin, annem öksürdü bir de baktım ki mendiline kan geldi. 'Sakın kimseye söyleme' dedi. Korkunç sancılar başladı, doktora gidiyoruz, morfin yapıyorlar, annem tam manasıyla yatakta. O sırada aşağı mahalleden iki Rum çocuğuna da ders vermeye başladım. O zaman Rum okullarında mecburi Türkçe dersi vardı, Türkçe dersi veriyordum. Annem çok hastaydı."
Rukiye hanım, okulunu bitirmek üzeredir. Annesinin bakımını üstlenmek için okuluna ara vermeye karar verir, ancak annesini o günlerde kaybeder. Okul biter, artık İstanbul'da yaşaması için neden kalmamıştır…
İlk tayin yeri olan Yozgat'ın bir dağ köyüne gider.
Kızlar kahve içmez
"Kahve yoktu, annem kahve çok severdi ve mangalda kahve pişirirdi. Mangallarda fırından gelen kömürler kullanılırdı. Her odada, hani elektrik sobası gibi olan şeylerdi mangallar. Sonra annem başladı bana, "Sen de kahve içsene, beraber içelim, müşterek bir konumuz olsun" demeye. Çünkü bana onu teklif ederdi, nohut kavurmasından olan kahve içerdik, fındık ve nohut. Fındık kabuğu, nohutun kendisi fırınlarda pişirilir, öğütülürdü. Kahve yerine onu içerdik. Şeker çok az, hemen hemen hiç bulunmuyordu. Biz buluyorduk, o kahveyi hatırlarım yani küçük yaşta çünkü evvelden biliyorsunuz genç kızlar kahve içmezdi. Ancak evlendikten sonra kahve içme şerefine nail olurlardı."
Kırmızı pancurlu ev
"'Yozgat'ta hoca hanım sen burada kalıcı değilsin' dediler, 'Ne demek istiyorsunuz?' dedim. 'E seni' dedi 'burada bırakmazlar, Yozgat'a alırlar' dediler. "Neden?" dedim, 'E maarif müdürümüz boşanmış, bekar adam' diye geldi yanıt." Sözü edilen maarif müdür ile karşılaşır bir süre sonra Rukiye öğretmen. "Ürküyorum, korkuyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum, elini şöyle dizime vurdu, çekti ama. 'Bak kızım' dedi, 'işin aslı' dedi, 'sen buraya geldiğinden beri, bütün köyden gelen müfettişlerden tut, yüksek memurlara, alay komutanı bile, herkes senin adını geçiyor. Yozgat'a şöyle güzel, genç, körpe bir kız geldi, tek başına diye. Ve ondan sonra da her teftişim için hangi köye gitsem, burada, o güzel öğretmene gitti, maarif müdürü diye, laf yayılmış' dedi. 'Onun için ben de bekar bir adamım. Ayrıldığım kızımdan bir karımdan var, o da karımın yanında kalıyor, en doğrusu bizim seninle evlenmemiz' dedi, hiçbir şey diyemedim. Konuşamıyordum ki, neredeyse ağlayacağım. Sabaha kadar annemin ölüsünü çağırdım. Oradan kaçmak istiyordum. O günlerde maarif müdürü şahane şiirler okuyordu. Çok güzel bir sesle, benim sevdiğim aruz şiir, kendi şiirleri ve başka şiirler de, kaymakam filan, hepsi mest. Maalesef hayatımda güzel konuşan, güzel şiir okuyanlara hayran kalmışımdır. Ertesi gün sabahleyin kapım vuruldu, başöğretmen Lütfü bey açtı, 'Hoca hanım nüfus kağıdınızı verir misiniz?' dedi gülerek, ben de nüfus kağıdımı verdim." Nikah işlemleri yapılır ve evlenirler. "42 yaşındaydı. 22 yaş büyüktü benden. Diyarbakırlıydı. Diyarbakır'ın baro reisinin oğluydu. Beni de Diyarbakır'a götürecekti fakat ilk gecemizde felaketler başladı. Ondan sonra zaten her an, ne yapabilirim, buradan nasıl kaçabilirim, bütün şeyim o oldu." İki sene sonra İstanbul'a gelerek özel eğitim okullarında engelli öğrencilerle ilgilenmeye başlayan Rukiye öğretmen Alişan beyden ayrılır. Ablasının yanına taşınır. Bu arada başlayan ve hayatında iz bırakan bir ilişkiyi de sürdürmesine izin vermez içinde bulundukları koşullar, şanssızlıklar, iletişim güçlükleri… Sevgilisiyle kavuşma umudunu yitirir…
O dönemde tanıştığı oyun yazarı Galip beyle evlenmeye karar verir Rukiye hanım: "Galip bey gitti, geldi, evlenme teklif etti,o da çok güzel konuşurdu." Galip beyin Maltepe'deki evi de etkiler Rukiye hanımı: "Dört dönüm içinde, bir Galatasaraylı evi, kırmızı panjurlar, sarı, bej boyanmış ev, çok şirin, aşağı kat bütün kütüphane, çok güzel zengin bir kütüphane. Ve müstakil bir ev. İşte beni cezbeden, 36 yaşa rağmen, bu oldu... Bir de artık, abla evinde, abi evinde kalmak beni sıktı. Tahdit altındaydım, bir nevi yasaklı gibiydim. Ayrı ev oluşu bana büyük bir şey verdi. Beyoğlu Evlendirme Dairesi'nde nikah yapıldı, o zaman İstanbul'da olan bütün gazeteciler, ressamlar, şairler, onlarla doluydu nikahımız. 1953 yılında kızım Biricik doğdu. Biricik bir yaşındayken Osmanbey'e taşındık, yani kışlık yerimiz Osmanbey, yazlık yine Maltepe'ydi. Kızım benle Nilüfer Hatun'da okudu, mezun oldu. 1958 yılında Galip beyden ayrıldım. Kızım Dame de Sion'a yazıldı. Çok iyi okuyan bir çocuktu, zaten muazzam bir lisan kabiliyeti vardı. Üniversite imtahanlarını istiyordu. Bir yandan da daktilo kurslarına koydum. İşletme fakültesini kazandı. Teknik üniversiteye giden bir çocuk vardı, onla da anlaşmışlardı. Okulu bitti…" Devam etmesini dönemin üniversitelerindeki siyasi ortamın etkisiyle istemez Rukiye hanım: "Mastırına engel oldum, tam o sırada ortalık karışıktı..."
Deneyimlerinden sonra erkeklerle ilgili değerlendirmeleri olumludur Rukiye hanımın, ancak bir yandan da yaşamına yön verirken kızının durumunu düşünür hep: "Ben bir daha evlenmeyi düşünmedim, talepler çok geldi. İki evliliğim de yaşça benden büyük olduğu halde, erkekler hakkında menfi düşündüm. Yani bir erkeğin koruyucu yönünü çok arıyorsunuz. Sevgiyle beraber, o koruyucuyu bulacağıma inanmadım. Kızımı, bir üvey babaya veremezdim... Onu katiyen veremezdim…"
Telefon: (0212) 327 86 58
Faks: (0212) 227 37 32
e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr
Proje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Görüşmeyi gerçekleştiren: Hakan Koçak n Deşifre / redaksiyon: Sevil Üzrek n Görüntü kaydı: Tamer Üstel n Yayına hazırlayan: Tuba Çameli
www.tarihvakfi.org.tr