16.12.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
SOFRADA BAŞ BAŞA
Yavuz Bingöl: Neler yapıyorsun Ece? Ne zamandır görüşmüyoruz?
Ece Uslu: Hayırsızsın. Hep ben arıyorum. Kimseyi de aramam biliyorsun.
Yavuz B.: Biliyorum. Sen dizi varken, iki oyun birden çıkacak diyordun; provalar falan, yoğun olduğunu biliyordum. Ben de yoğunum aslında. Bir televizyon programına başladım. Bir de şu Avşar filmin Gaziantep’teki dizisi için anlaştım ya onun provalarını yapıyorum.
Ece U.: O dizide ben de olacaktım.
Yavuz B.: Vallahi mi?
Ece U.: Tabii. Kabul edemedim ben onu. İki oyun var bu sene. “Haftanın altı günü Antep var” dediler. Mümkün değildi. Bak benim kısmetim değil, senin kısmetinmiş. Sen haftanın kaç günü Antep’tesin?
Yavuz B.: En az dört. Antep deyince işte Zerda... Antep olunca toprak işi ya herhalde. Dizi işi sıkıntıya düştü ama... Belki de bu son üç yılda tutacak bir dizi olacak diye düşünüyorum.
Ece U.: Ben aslında memnunum. Bu sene iki tane oyunum var. Memnunum çünkü dizi de olsa hiçbir şey yapamayacağım. Kendime ayırdığım vakit hiç olmayacak. Bir de TV programı düşünüyorum işte. Eskiden benim yaptığım bir konsept vardı zaten TV8’e. Onun üzerinden yola çıkıp düşünüyoruz şimdi ne tarz bir şey yapsak diye.
Yavuz B.: Genelde böyle kadın programı yapıyorlar ya, kadınların sorunları üzerine.
Özellikle son yıllarda çok fazla kadına şiddet
oldu ya böyle bir şeye ihtiyaç olabilir diye.
Ece U.: Kadına şiddet, erkeğe şiddet bitmedi ki hiçbir zaman, bitmiyor.
Yavuz B.: Var olan kadın programlarından daha düzeyli bir şey olabilir.
Ece U.: Bilmiyorum yani herkesin bir alıcısı var sonuçta. Bunlar eğitici, öğretici şeyler de oluyor programların içinde, kaç saat sürüyor zaten.
Yavuz B.: Yani şu sabah programları var ya ben onlardan bahsediyorum aslında. Telefonla bağlanıyorlar, birbirlerine hakaret ediyorlar, stüdyoyu basıyorlar falan filan...
Tatsız konular masaya gelen meze tepsisiyle bölünüyor. Masaya gelen enginar, çivez, semizotu, pilaki ile konu da değişiyor.
Ece U.: Peki keşkelerin var mı senin şu son zamanlarda yaşadığın?
Yavuz B.: Var. Kimin yok ki? Geçen gün yeni albüme şarkı sözü yazarken kitap karıştırdım biraz da, “Keşkelerimiz olmasa” diye bir şiire rastladım yeni şairlerden birisi yazmış. Senin yok mu?
Ece U.: Hep “Yok” diyoruz ama var aslında. Sonradan çıkıyor. Ama “en”lerimiz de var, “İyi ki yaptık” dediklerimiz de var. Ama ne biliyim mesela hani dizi bitti ya bizim son “Bulutların Ötesi”... “İyi ki bitmiş” dedim prova sürecinde. İki ay prova süreci sürdü ve son bir ay dokuz saat her gün tiyatrodaydım ben Kadıköy’de. Eğer devam etseydik mümkün olmayacaktı.
Yavuz B.: Fazla ite kalka gidiyor değil mi?
Ece U.: E tabii dokuz ayda 13 bölüm çıkarmak kimsenin işine gelmedi.
Yavuz B.: Dokuz ayda 13 bölüm mü? Ben hiç hesaplamadım o süreleri.
Ece U.: Su gibi akıp geçti çünkü. İlk bölümü
40 günde çektik.
Yavuz B.: Yapma ya. Vay be. Zerda güzel bir işti ya... Kendi döneminde de bence çok beğenilmişti.
Ece U.: Evet iyiydi. Hala daha konuşuluyor.
O da bir fenomen olmuştu. Hadi bakalım şerefe. Sağlığımıza!
Yavuz B.: Yeni işlere!
Ece U.: Yeni iş demişken bir tane sinema filmi vardı elimde. Onun toplantısından geldim şimdi. Biraz buhranlı bir film, ağır travmatik bir geçmişi olan bir çocuğun hikayesi. Onunla kadının arasında geçen bir hikaye. Ocak gibi başlamayı düşünüyorlar. İlk başta yaz filmiymiş ondan sonra hikayesinden dolayı daha kış filmine çevirmişler. Antalya İstanbul arasında geçiyor. Hikayenin ayrıca bir romanı var onun yazarı da filmin sponsoru Antalyalı bir beyefendi otel sahibi. Bakalım netleşsin de. Sen film çekecektin. Ne oldu?
Yavuz B.: Senaryo bitti. Onun üzerine tekrar çalışıyorum biraz. Nasıl bir şey yaparız diye.
Çocuk filmi olduğu için bu yaz tatilinde çocukların okullarının olmadığında başlarız. O da haziranla temmuz arası olur. Oyuncu çocuksa okul sıkıntısı olur. Yaz filmi gibi de değil aslında. En büyük
sıkıntı da yaşanmış bir olayı bir senariste
verip yazdırıyorsun ya...
Ece U.: O zor tabii...
Yavuz B.: Kurgu yapıyor. Yaşamadığı bir şeyi yazıyor bazen monteleme işi gibi duruyor. Hayal ettiğin bir iş gibi olmuyor. Gerçek olaylar da zor oluyor, ikna edemiyor beni senarist. Allahtan o tip beraber çalışmaya çok yatkın arkadaş Aysel Hanım, çok uyumlu çalışıyoruz şu anda. İyi bir şey çıkacak.
Ben yeni albüme çalışıyorum işte. Albümlerde genelde türkü söyledim ve kendi bestelerime çok az yer verdim. Bu 12. albüm olacak, 12. albümde sadece kendi şarkılarım olsun istiyorum, ona çalışıyorum.
10 tane falan koyayım diyorum. Sözleri, müzikleri tamamen kendime ait olsun istiyorum. Onu çalışırken gece 12’den sonra yaşıyor biz de hayat. Gündüz hiçbir şey üretemiyorum. Hayat böyle biraz sakinleşsin, herkes uykudayken falan bir şey çıkıyor. Alıştık galiba. Bünyem çok alıştı. Dört-beş saat yetiyor.
Yavuz Bingöl: “Albümlerimde şimdiye dek kendi bestelerime çok az yer verdim. Bu 12’nci albümüm olacak. Bu albümde ise sadece kendi şarkılarım olsun istiyorum ilk defa.”
“Bizim seninle görüşebilmemiz için Playstation oynamayı öğrenmem lazım”
Ece U.: Oyunumuzun galası çok güzel geçti.
Yavuz B.: Oraya da sen çağırmadın beni!
Ece U.: Gelir miydin? Nereye çağırdım da geldin. Hep geleceğim, geleceğim diyorsun gelmiyorsun. Ben de ümidi kesitim senden.
Gala çok güzel geçti. Hiç gala seyircisi yoktu sanki. Hani böyle galalar genelde gergin olur ya bu muhteşemdi, bütün salon ayaklara kalktı. Herkes kahkahalar attı. Çok eski bir oyun aslında Carlo Goldoni’nin 200 sene evvel yazdığı bir oyun. Biz de Savaş Özdural oyuncumuz, ayrıca tiyatronun sahibi, günümüz 80’lerine getiriyor. 80’lerden şarkılar söylüyoruz. Koreografilerimiz var işte, dekor değişiyor. Bayağı zor bir iş aslında. Mahvolduk yani prova sürecinden sonra. Galamıza gelmedin, oyunumuza gel.
Yavuz B.: Tamam geleyim. Bizim ekipten birileriyle görüşebildin mi?
Ece U.: Murat Hocayla konuştum.
Yavuz B.: Çocuklarla görüşüyorum ben de. Bana geliyorlar. Oyun-moyun oynuyoruz.
Ece U.: Playstation değil mi? Anladım bizim seninle görüşebilmemiz için Playstation öğrenip gelmem lazım.
Yavuz B.: Sen nasılsın? Sağlığınla ilgili her şey yolun değil mi?
Ece U.: Yolunda, çok güzel her şey. Sen?
Yavuz B.: İyi diyorum sanırım. Ama yaş da geldi de geçiyor ya. Bazen yaşlandığımı hissediyorum. Hayat zorlaşıyor ya gittikçe. Yaşlanmak iyi bir şey değil galiba.
Ece U.: Ya ben ne diyorum sen ne diyorsun ya? Beynin çok yorgundur da o yüzden. Bazen çok gereksiz şeyleri düşünmek zorunda kalıyoruz hayatta. Onun için kendimizi biraz daha farklı bir şekilde eğitmemiz gerekiyor. Daha mutlu yaşamak için.
Yavuz B.: Sanatla uğraşan insanların daha fazla bir şey yapması gerektiğine katılıyorum. Novaris’in bir sözü var çok seviyorum diyor ki; “aklın açtığı yaraları sadece şiirle sanatla tedavi edebiliriz” diyor. Yani aslında belki de dünyadaki bütün egemen güçlerin açtığı yaraları ancak sanat, şiir, müzik tedavi edebilir.
Ece U.: Ama şöyle bir şey var mesela ilkokulda ortaokulda müzik eğitimi verilir. Nasıl verildiği de çok önemli herkes yetenekli değil ki müziğe, resme ya da matematiğe... Her şeyi birden öğretmeye çalışıyorlar ve yanlış bir sistemle. Ben çocukluğumdan beri resim, müzik, beden eğitimi dersi gibi mevzulara daha yatkındım ama onun dışında derslerim çok iyi değildi ve inadına da çalışmak istemiyordum mesela. Flüt dersimiz vardı, müzik dersi dediğimiz oydu. Marşımız bile bir tane var, Hıristiyanlarda öyle mi? Kalk sana çatır çatır eserleri okur hepsi. Müzikle sen daha çok ilgileniyorsun. Okullardaki müzik eğitimi nasıl yapılmalı?
Yavuz B.: Genelde bizim toplumda şey var ya mesela resim, müzik 10 gelir diğer dersler zayıf geldiği zaman kızar anne babalar, benimkiler kızıyordu mesela çocukken bana. Halbuki güzel sanatlara olan ilgisini gösteriyor çocuğun.
Ece U.: Ama ne yapsınlar? Onlar da istiyorlar ki çocukları büyüsün, ondan sonra güzel üniversiteleri bitirsin doktor olsun, avukat olsun çünkü oradan para geliyor neden çünkü sanatta para yok. Davulcuya mı gideceksin? mevzuları. Ressam para kazanamıyor, heykeltıraş para kazanamıyor bir çok müzisyen o kadar çok yetenekli müzisyen var para kazanamıyor. O yüzden diyorum biz çok şanslı insanlarız.
Yavuz B.: Şanslıyız diyorsun ama biz de çok zor bir dönemde yaşamıyor muyuz yaş itibariyle. Ben 18-20-25 yaşlarıma bakıyorum 12 Eylül Darbesi ile geçmiş. Ondan sonra başka bir şey olmuş.
Ece U.: İlerlememiz gerekirken hep geriye doğru aslında. Geçmişe de tarihimize de baktığımızda.
Yavuz B.: Böyle bir şiddet, göz yaşı, acı, insanların mutsuz oldukları, hiç mutlu insana rastlamıyorum. Bir de çok az konuşmuyor muyuz günlük hayatta? Çok konuşursak acaba sorunlarımızı konuşa konuşa çözebilir miyiz? Sadece bizle ilgili değil ülkeyi yönetenler, ne bileyim hayatın akışını sağlayan o mekanizma var ya daha çok konuşsa daha mı iyi olur diye düşünmüyor değilim. Belki bizim iletmemize yaşadığımız çağa tanıklık ediyoruz bir şeyler üretiyoruz ya da yazdığımız şarkıya yansıyor, o günkü ruh halimize yansıyor ya da yazdığımız bir şiire yansıyor ama çok mutlu değilim yani.
Ece U.: Ben de öyle evet. Genel olarak baktığında çoğu insan mutlu değil zaten. Bu da sistemdeki bir takım bozukluklardan kaynaklanıyor.
Yavuz B.: Para da mutluluk getirmiyor.
Ece U.: Tabii ki getirmiyor canım. Para mutluluk getirir mi allahaşkına. İlk önce kendini sevip kabul edeceksin, kendinle barışacaksın, kendini tanıyacaksın, kendini eğitim yetiştireceksin her şeyin bir zamanı var. Ben mesela eve gidip çiçeklere sardım, bitkilere sardım. Eve gidince onları suluyorum. Eskiden deli gözüyle bakardım ama gerçekten insan ister istemez konuşuyor onlarla çünkü onların her gün pıt pıt büyüdüğünü, coştuğunu falan görüyorsun onlar da birer canlı. Bitkiler hissetmekten öte, seni tanıyorlar hani yanına kimin geldiğini falan biliyor. Bitki de yaşan bir şey sonuçta hani bu garipsenmesin.
İkilinin baş başa yemek için tercihi Cihangir’deki Savoy Balık. Bu lokanta oyuncu mahallesi Cihangir’in çok eski olmasa da şimdiden klasikleşmiş mekanlarından. Öğle yemeğinde hafif bir rakı sofrası kurup iki tek atan ikili daha sık görüşme kararı ile ayrılıyorlar.
“Can sıkıcı durumlar olunca enstrüman çalıyorum ve çok faydasını görüyorum”
Ece U.: Ben en son Bulut Atlasını izledim, bayıldım. Biraz uzun ama içine girince su gibi akıyor.
Y avuz B.: Ben de Nicole Kidman’ın oynadığı Hemingway&Gellhorn’u izledim. Çok beğendim. Bir de geçen gün Çolpan (İlhan) ablanın oyununu izledim, çok güzeldi. Sadri alışık tiyatrosunda bir oda tiyatrosu açıldı, oradaydı oyun. Fazıl’ın konserine gitmeyi düşünüyorum. Ayın 16’sındaydı galiba Borusan’da. Etkinlikleri takip etmeye çalışıyoruz ama zaman buldukça...
Ece U.: Senin şimdi bir tane oyunun var. Haftada kaç gün oynuyorsun?
Yavuz B.: Ayda bir oynuyoruz. Geçen sene çok oynadık çünkü. Haftanın dört günü dizi olur. Bir gün de TV8’de canlı yayınım var, müzik programı. Gidip geleceğim Antep’ten artık. Oyun zor olurdu. Ne dinliyorsun bu aralar?
“Bazen kaçmak istiyorum”
Ece U.: Klasik ve caz müzik dinliyorum. Ahu yeni bir şeyler getirdi bana, tedavi ediyormuş. İnsanı bir şekilde uyumluyormuş
o müzik
Yavuz B.: Allah Allah...
Ece U.: Tiron enerjisi denilen bir şey. Tam adını unuttum şimdi. Do, re, mi, sol bütün sesler var.
Yavuz B.: Gam yapıyor yani...
Ece U.: Arada deniz sesi de geliyor. Hatta bir tanesi var, hiç ses yok. İnsan kulağı duyamıyor bunu ama beyin bunu algılıyor.
Yavuz B.: Doğanın seni fa diyezdir derler ya. Fa diyez mi veriyor acaba? Müzikle tedavi yaygın bir şey zaten.
Ece U.: Her şeyle bir tedavi var zaten. Ben sürekli internetten değişik değişik videolar izliyorum. Uzun zamandır meraklıyım bu işlere ama her şeyin bir zamanı vardır ya. Yapmaya başlama zamanım şimdi geldi demek ki. Hep okurdum merakım vardı ama hiçbir zaman bir yoga veya meditasyon yapmadım. Şimdi EFT tekniği öğrenmek istiyorum mesela.
Yavuz B.: Enstrüman çalmak da tedavi ediyor insanı mesela... Ben enstrüman çaldığım için çok şanslı hissediyorum kendimi. Çok can sıkıcı durumlar olduğu zaman enstrüman çalıyorum ve gerçekten faydasını görüyorum.
Ece U.: Ben hep piyano almak istemiştim eve, olmadı.
Yavuz B.: Benim de psikologum önermişti. Hatta öyle kulağıma bir müzik vermişti kulaklıkla ve soru cevap şeklinde bir seans yapmıştık. İlginç bir tedavi yöntemi... Ritim insanlık tarihi kadar eski bir şey. Ritim duygusu insanın içinde var. Kalbimizin ritmi var mesela. O ritim galiba bir şeyleri tetikliyor.
Ece U.: Bizi iyileştirecek tek şey doğa gibi geliyor bana, bazen ormana kaçmak istiyorum.
“Saçma bir şey de olsa insan bir kere evlenmeli”
Ece U.: Kıyamet kopacak Yavuz ne yapacağız? Öleceğiz hepimiz, nereye kaçsak da acaba ölmesek (gülüyor). Ben zaten senelerdir şunu diyorum: Acaba bütün dünyada, hadi dünyayı da bırak Türkiye’de bir anda elektrikle ilgili her şeyin bittiğini düşün. Büyük bir kaos çıkar. Dünyanın sonu diye bir şey var mı bilmiyoruz. Bunu sadece Allah bilebilir. Ya da neyse
o enerji, herkesin inancı kendine. Ama sonuçta hepimiz ölümlüyüz. Bu arada zaten tüm dünyada
doğal afetler oluyor.
Yavuz B.: Doğal kalan şeyler çok azaldı. Doğallık bozuldu.
Ece U.: Doğasını bozduk dünyanın, bu durumda
o da kendini yenilemek zorunda. Bir şeyler olabilir. Neler olacak göreceğiz. 21 Aralık’ta başlayıp 2013’e kadar devam eden bir şey olacağından söz ediyorlar ama biz bunu bilemeyiz. Önemli olan insanın önce içine dönüp kendiyle hesaplaşması. Birilerini yargılamak çok kolay.
Yavuz B.: Kapitalizmde kıyamet yaşanırsa onu biraz hak etmiş oluyor.
Ece U.: Halk niye hak ediyor?
Yavuz B.: Halk hak etmiyor belki ama yönetenler hak ediyor. Kapitalizm çok insan vicdanına uygun bir sistem değil bence. 21 Aralık’ta kıyamet gelsin!
Ece U.: İnsanoğlu öyle değil mi? Bir şeye sahip oluyor sonra daha fazlasını istiyor. Mesela geçen gün bir arkadaşım “Mutlaka bir sevgilim olmalı” diyor. Önce kendi mutlu olmayı öğrenmeli. Ben bu konuda çok mükemmelim demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Aynı hataları tekrarladıkça aynı yerde sayıyoruz.
Yavuz B.: Aşk, aşk aşk...
Ece U.: Aşk çok yorucu bir şey, çok güzel aynı zamanda...
Yavuz B.: Zaten çabuk biten bir şey sanırım. Sonrası için hep yerini sevgiye, saygıya bırakıyor derler.
Ece U.: Ben hep öyle derim zaten. Çok önemlidir bence. Mesela Nedret (Güvenç) teyzemle Okan eniştemin ilişkisi... Nedret teyzemin oyunu ya da provası olur geç saatlere kadar ama o masa kuruludur, gecenin 12’si de olsa birlikte oturur yemek yerler. Okan eniştem Nedret teyzemi sahnede izler hep, hiç yer kalmasa da bütün oyunu ayakta izler, gözyaşlarıyla alkışlar. Benim tüylerim hâlâ diken diken oluyor. Bu tamamen sevgi ve saygı ile alakalı. Aşkı sen koruyabilirsin, iki taraf karşılıklı koruyabilir.
Yavuz B.: Değil mi? “Aşkı sen koruyabilirsin” güzel cümle oldu. Aşkı bir şeyin içine alıp 50-60 yıl koruyorlar demek ki. Elle tutulan, gözle görülen bir şey gibi davranıyorlar aşka. Bir köşeye alıp onu sevgi ve saygıyla sarmalıyorlar, pamuklara sarar gibi...
Ece U.: Bir şarkı yap o zaman sen bundan. Ben mesela bıraktım artık, ilişki-milişki istemiyorum. Zaten beklenti içine girmek de yanlış, karşılığını alamayınca sonu hüsran oluyor.
Yavuz B.: Bence de, yeni bir ilişki istemiyor bazen insan. Tekrar kendini anlatacaksın, bilmem ne... Seni tanıyan birine, eskiye doğru yöneliyorsun galiba bu yüzden. Ya da yorulduk.
Ece U.: Nasıl yani, bundan ne çıkarmalıyız? Eskiye doğru derken?
Yavuz B.: Zor olmuyor mu yeni birisiyle tanıştığın zaman? Ufak bir heyecanın oluyor ama kendini anlatmak, alışkanlıklarını anlatmak...
Ece U.: Ben hiç öyle kendimi anlatmıyorum açıkçası. Onunla vakit geçiriyorsun sürekli ve bir şekilde davranış biçimleriniz, uyumunuz ortaya çıkıyor. Ben kendimi anlatmak için enerji harcamam.
İkili tam da aşk gibi derin mevzulara dalmışken balık tepsisiyle garson beliriyor...
Ece U.: Ben İzmirliyim ama balık yemeye çok geç başladım. Senelerce neden balık yememişim, nasıl pişmanım.
Yavuz B.: Yemez miydin eskinden?
Ece U.: Tabii, annem de balık sevmediğinden etkilenmişim herhalde ondan. “Kara Melek” döneminde yavaş yavaş başladım. Ben lüfer manyağıyım.
Yavuz B.: Lüfer’in mevsimi geçmedi mi? Geçmediyse birer tane yiyelim.
Ece Uslu: “Ben İzmirliyim ama balık yemeye çok geç başladım. Senelerce neden balık yememişim, nasıl pişmanım. Şimdi lüfer manyağıyım.”
“Aşk yorucu bir şey ama çok güzel aynı zamanda”
Ece U.: Ee, evlilik yok mu hâlâ yani?
Yavuz B.: Yok, sen niye evlenmiyorsun?
Ece U.: Boş ver zaten ne yapacaksın evlenip de çocuğun var mis gibi. Türkü dünya güzeli bir kız. Amerikalarda eğitimini de görüyor. Yakında o da evlenecek galiba
Yavuz B.: Sen evlen, sen... Ne güzel olur evlensen
Ece U.: Neden? Düğünüme gelip eğleneceksin diye mi?
Yavuz B.: Yani en az bir kere evlenmeli insan diye düşünüyorum. Çok saçma sapan bir şey de olabilir belki ama
Ece U.: Bak işte bunların hepsi toplumun bize öğrettiği şeyler. “Aman kızım evde kaldın evlenmelisin evlenip çocuk yapmalısın, kariyer sahibi olmalısın”... Bunlar hep bize sonradan öğretilen şeyler.
Yavuz B.: Gerek yok mu diyorsun?
Ece U.: Bilmem bizim içimizden ne geliyor acaba gerçekten ne istiyoruz? Bir dönem hormonel olarak gerçekten çok istedim evlenip çocuk yapmak hâlâ da istiyorum Ama kısmetinde böyle bir şey yoksa Allah korusun belki de olamaması gerekiyor. Ama bilemezsin tabii...
Yavuz B.: Ben de katılıyorum sonradan toplum baskısı demeyeyim de gelenek görenek işleri böyle oluyor. İlla bir işin olacak evleneceksin çocuğun olacak...
Ece U.: Eskiden evlilik diye bir şey var mıydı acaba onu merak ediyorum. Sonradan çıktı ve kim çıkardı acaba? Benim duyduğum bir şey vardı: Eskiden herkes birlikte oluyormuş. Ortada çoluklar çocuklar annesiz babası dolanıyor. Çok zengin olanlar da en güzel çocukları alıyormuş. Artık buna bir çare bulmak lazım deyip evlilik ortaya çıkmış. Öyle bir hikaye duymuştum. Ne kadar doğru bilemem ama...
Yavuz B.: İnsanoğlunun bahtı kara. Bir Türkü de der ki “Evrah-ı ezelde levh-ı kalemden...” Yani tanrıdan bile önce, sevaplar günahlar yokken benim bahtımı kara yazmışlar diyor. Aşık Sümmani yazmış...
Ece U.: Sen bir karanlık geldin bana bugün...