28.03.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
Miraç Zeynep Özkartal
29. Uluslararası Film Festivali’nin NTV Belgesel kuşağında özellikle caz meraklılarını çok sevindirecek bir film var: “The Greatest Ears In Town: The Arif Mardin Story / Şehrin En Şahane Kulakları: Arif Mardin’in Hikâyesi”. 6 ve 7 Nisan’da Beyoğlu Sineması’nda gösterilecek.
Mardin’in kulaklarına methiye düzen, filmin yapımcılarından önce Bette Midler aslında. Midler Arif Mardin için yazdığı şarkıya bu ismi vermiş. Şarkıyı ancak
haziranda, Mardin’in son albümü “All My
Friends Are Here / Bütün Arkadaşlarım Burada” yayımlandığında dinleyebileceğiz.
“Arif Mardin’in Hikayesi” zaten bu albümün kayıtları sırasında çekilmiş. Babasının kanser olduğunu öğrenen Joe Mardin, stüdyoda geçen saatlerini kamerayla kaydetmiş. Sonra filmin diğer yönetmeni Doug Biro ile birlikte Arif, Latife, Betûl Mardin’le; yıllarca Mardin’le çalışan yapımcılarla, Norah Jones, Aretha Franklin gibi yıldızlarla röportajlar yapmışlar. Böylece ortaya çıkan film, Arif Mardin’in son beş ayından çok daha fazlası olmuş. İlginç, sürükleyici bir hayat hikayesi çıkmış ortaya. İnsan hiç tanımadığı Arif Mardin’i, filmde geçen tanımlardan biriyle bu “sessiz sakin dahi”yi çok seviyor seyredince; “Keşke tanısaydım” diyor.
Gösterim öncesi babası gibi Berklee mezunu bir müzik adamı olan Joe Mardin ile New York’taki evinden telefonla konuştuk.
“Ölümünden bir gün önce bile notalar elindeydi”
Nasıl başladınız babanız için film yapmaya?
Ocak 2005’te babamın hasta olduğunu öğrendik. Aynı yılın sonunda stüdyodaki seanslarımızı kaydetmeye başladım. Filmin yönetmenlerinden biri olmayı düşünmemiştim, kendiliğinden öyle gelişti.
Filmin tamamlandığını da göremedi, değil mi?
Hem filmi hem de albümü onu kaybettikten sonra tamamladık. Babam 2006 haziranında öldü, albümü ekimde bitirdik. Ama filmi tamamlayana kadar albümü çıkarmadık, haziranda piyasada olacak.
Arif Mardin hastalığını nasıl karşıladı?Miraç Zeynep Özkartal
Yeneceğini düşünüyordu. Hayatında hiçbir değişiklik yapmamaya çabaladı. Filmde de söylediği gibi, stüdyoda olmak yaşamına amaç katıyordu.
Vasiyeti var mıydı? Konuştunuz mu bunları?
Hiçbir zaman “Az zamanım var” demedi, öyle düşünmüyordu. Ama son günlerde konuştuk, albümü nasıl tamamlamamızı istediğini anlattı. Zaten o kadar çok birlikte çalıştık ki ne istediğini çok iyi biliyordum.
Arif Mardin’in oğlu olmak... Nasıl tamamlarsınız bu cümleyi?
Büyük bir mutluluk ve gurur derim. Her açıdan müthiş biriydi. Ondan hem hayata hem de mesleğime dair çok şey öğrendim. Şimdi de ayak izlerini takip etmeye çalışıyorum.
Filmde sizin için “O benim koruyucum, Joe olmadan hiçbir şey yapamam” diyor.
Fazlasıyla cömert sözler olduğunu düşünüyorum. Hastalandığında bile müthiş bir gücü vardı, her şeyi yapmaya hazırdı. Ben orada olsam da olmasam da. Son güne kadar da albümü düşündü ve çalıştı zaten.
Nasıldı o son günler? En son hasta yatağında çalıştığını görüyoruz filmde...
Vefat ettiği günden bir gün öncesine kadar müzik yapıyordu babam. Artık evdeydi, yataktan çıkamıyordu. Ben odada dolaşırken elini uzattı ve nota kağıtlarını istedi. “No Way Out” şarkısının orkestrasyonunu orada tamamladı. Ertesi gün de onu kaybettik. Biz ancak üç ay sonra stüdyoya girip kaydedebildik şarkıyı.
Ben olsam babamın son saatlerini notalar yerine benimle geçirmesini tercih ederim. Siz hiç babanızı müzikten kıskandınız mı?
Asla. Bu benim için inanılmaz bir yaşam dersiydi. Berbat bir hastalıkla boğuşsa da son anına kadar sevdiği işi yaptı. Benim için çok önemli ve öğreticiydi. Babam ortalarda görünmeyen, stüdyoya kapanan bir baba değildi zaten. Çok iyi bir baba ve çok iyi bir kocaydı.
Filmin en hoş bölümlerinden biri annenizin yazdığı “Arif’i Beklemek” yazısı. Latife Mardin’in hayatının büyük bir bölümü onun stüdyodan gelmesini bekleyerek geçmiş.
Kimse mükemmel değildir!
Bir yandan da büyük bir aşk aralarındaki. Tanışma hikayelerini anlatır mısınız?
Annemin kardeşi Baki bey babamın; babamın ablaları Betûl hanım ve Leyla hanım da annemin en iyi arkadaşlarıymış. Çocukluklarından beri tanıyorlar birbirlerini. Babam anneme çocukken âşık olmuş.
“Babam evlenme teklif ettiğinde...”
Evlenmeye nasıl karar vermişler?
Annem babamın müziğini duyduğunda ona aşık olduğunu söylüyor. “Bu genç adam bu müzikleri nasıl yapıyor?” diye hayran olmuş ona. Babam “Evlenelim” dediğinde “Niye?” diye cevap vermiş gerçi.
Evet, filmi seyrederken de babanızın annenizden daha romantik biri olduğunu düşündüm. Ama annenizin fedakarlığı benzersiz.
Evet, babamın dediği gibi o “kanatlarının altındaki rüzgar”dı. Amerika’ya geldikleri zaman ilk yıllarda çok zorluk çekmişler. Babam uzun süre iş bulamamış, annem Birleşmiş Milletler’de çalışmış o dönemde.
İkisi de kalburüstü ailelerden geliyorlar. Ama ABD’deki ilk zamanları “Şahane Züğürtler” gibi...
Evet, babamın babası Muhittin bey onun da aile şirketi Türk Petrol’de çalışacağını düşünüyor. Bu nedenle London School of Economics’te okutmuş oğlunu. Ama babam “Ben ABD’ye gidip müzik yapacağım” deyince, herhalde delirdi bu çocuk diyor. Annem için de babam için de Türkiye’de kalmak çok daha konforlu ve kolay. ABD’ye gelip “hiç kimse” olarak hayata sıfırdan başlıyorlar. Çok cesurca! Annem babamı gerçekten çok sevmiş!
Çocukluğunuzda evde hayat nasıldı?
İnandırıcı gelmeyebilir ama herkesin ailesi gibi bir aileydi bizimki. Yalnızca babam stüdyoda starlarla çalışırdı. Aretha Franklin, The Rascals, Average White Band de evimize sık sık gelirdi.
Türkiye ile ilişkiniz nasıl?
Yılda en az bir kez geliyorum. ABD’de kendimi çok Türk hissediyorum, Türkiye’de ise gayet Amerikalı. Kardeşim Julie de ben de yazlarımızı hep Türkiye’de geçirdik; Tuzla’da, Büyükdere’de. Kışları da okula, ABD’ye dönüyorduk. Ömer Dormen kuzenim ama kardeşim gibidir. Çocukken bütün yazlarımız birlikte geçti. Eşi Ayşe (Arman) ile de tanıştım, çok sevdim.
“Babam yaşasa Lady Gaga için neler söyleyeceğini çok merak ediyorum”
Arif Mardin aynı zamanda bir dönemin temsilcisi. 2000’lerin müzik anlayışına, download etmelere, elektronik müziklere ne diyordu?
Müzik dünyasındaki yeniliklerden hep haberdardı. En çok neye üzülüyorum biliyor musun, bazı konulardaki yorumlarını artık duyamadığıma...
Çünkü özellikle bir şeyden nefret ettiğinde çok komik şeyler söylerdi. Ben ve
Julie çok gülerdik.
Mesela bugün Lady Gaga hakkında neler söylerdi diye meraktan ölüyorum.
Filmde çok sakin, tatlı, esprili biri Arif Mardin. Hep öyle miydi?
Evet, gülmeyi ve güldürmeyi seven biriydi. Kendisiyle dalga geçecek kadar da güvenliydi. Ciddi olduğu konular ise müziği ve Martini’siydi. Martini’sinin özel de bir adı vardı: Mardini.
Film ve albüm bitti. Şu sıralar ne üzerinde çalışıyorsunuz?
Bu filmi beni müzik işlerimden epeyce alıkoydu. Yavaş yavaş geri dönüyorum. Bu yıl bitmeden kendi elektronik kompozisyonlarımdan oluşan bir albüm yayımlamaya planlıyorum.
“Babam gibi Tarkan’a ve İbrahim Tatlıses’e bayılıyorum”
Filmde şunu gördüm: Arif Mardin’in hayatında belirgin dönüm noktaları var. İlki de ablası Leyla’nın erken kaybı.
Evet. Aile için büyük bir trajedi
19 yaşındaki kızlarını kaybetmek.
Babam zaten müzikle ilgiliymiş o yaşta ama bu kaybın tutkusuna ve yaratıcılığına psikolojik bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Zaten filmde Betûl halam da anlatıyor. Ablasını kaybedince odaya kapanmış ve uzun bir süre çıkmamış. Yalvarıp yakarıp çıkarmışlar. İlk söylediği
“Piyano çalmak istiyorum” olmuş.
O günden sonra daha duygusal biri oldu belki de...
Leyla’nın erken ölümü, ona duygularını notalara katabilme yeteneği vermiş sanırım. Diğer dönüm noktaları İstanbul’da Quincy Jones’la tanışıp Berklee’de burs kazanması, sonra da Nasuhi Ertegün’ün ona Atlantic Records’da iş vermesi.
Sonunda bu müthiş başarıyı getiren kırılma noktası ne sizce?
Filmde söylediğine göre, ABD’ye geldiğinde yalnızca cazla ilgileneceğini düşünüyormuş. Ama The Rascals’ın ilk kez yapımcılığını yapıp “Good Love” şarkısı bir numaraya yükseldiğinde “Hmm, belki cazı bir süreliğine kenara koyabilirim. Pop müzik yapacağım” demesi onu başarıya taşıyan karar. Türkiye’deyken ticari müzikle ilgileneceğini aklına bile getirmiyor çünkü. Niyeti caz aranjmanları yapmaktı.
“Benimle çalışmak isteyen Türk şarkıcılar oldu”
Nereden kaynaklanıyor bu caz tutkusu?
1945 yılında, 13 yaşında bir çocukken Dizzy Gillespie, Charlie Parker, Duke Ellington dinliyor. Amerika için bile henüz avangart cazcılar bunlar. Ve bu Türk genci İstanbul’da tutkuyla dinliyor bu müzikleri.
Türkiye’den neleri dinlerdi Arif Mardin?
Babam her şeyi dinlerdi, hepsiyle ilgilenirdi. Caz, klasik, kabare, country, etnik müzikler, flamenko... Hepsi. Bu bana da aktardığı bir şey. Ben de hemen her türü dinliyorum.
Siz Türkiye’den neler dinliyorsunuz?
Babam 1970’lerde İlhan Mimaroğlu ile bir albüm yapmıştı, “Whirling Dervishes” (Sema Yapan Dervişler), onu seviyorum. Kudsi Erguner’in müziklerini dinliyorum. Babam gibi Tarkan’a ve İbrahim Tatlıses’e bayılıyorum.
Eskiden Türkiye’deki müzisyenler ABD’ye gelip babanızın kapısını çalardı. Bu bayrağı devraldınız mı?
Bir zamanlar gelenler oldu ama çok değil.
Tarkan’la da çalıştınız mı?
Hayır, çalışmadım. Babamla ikisi çalışmak üzere konuşmuşlardı ama çalıştıklarını sanmıyorum. Babam hayranıydı Tarkan’ın, çok beğeniyordu.