01.06.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Ne yalan söyleyeyim, yazar Mehmet Bilal’in kapısını çalarken az sonra roman kahramanı Erhan’ın evine gireceğimden emindim. Ve Erhan’a soracaklarım vardı. Bu nasıl bir aşktı? Hem böyle tutkulu, hem bu kadar hesaplı... Bu nasıl bir hayattı? Çok kalabalık ama çok yalnız; hem çok eğlenceli hem çok acıklı... Derken, kapıyı Mehmet Bilal açtı. Erhan kitabın sayfalarında kaldı. Ve biz ondan "Üçüncü Tekil Şahıs" söz ettik.
Bu bir otobiyografik roman mıdır, değil midir; kim bilebilir? Ama bu sorunun cevabının da bir önemi yok zaten. Çünkü ortada iç paralayan bir aşk; paralı bir işten, şık bir evden çiş kokulu barlara uzanan "kalabalık" bir yalnızlık, eşcinsellerin yakası açılmadık hikayelerine dokunan bir ilk roman var.
Mehmet Bilal, "Üçüncü Tekil Şahıs" ile hep neşeli, eğlenceli, esprili tasvir edilen; romanlarda, dizilerde, filmlerde adeta karikatürize edilen eşcinsellerin "gerçek hayatı"nın kapısını aralıyor bize.
Tepkiler umduğumuzdan daha iyi. Birkaç küçük tanıtım yazısının yanı sıra beni mutlu eden yorumlar yayımlandı. Sırma Köksal "Uzun zamandan beri Türk edebiyatındaki en iyi ilk roman" diye yazdı mesela. Ayşe Düzkan, Radikal’in kitap ekine yazdı. Bir-iki röportaj önerisi de geldi ama kabul etmedim. Bu ilk röportajım.
Böyle görmenize çok sevinirim. Çünkü bence de öyle. Öncelikle aşk romanı olarak okunması lazım. Ve yalnızlık romanı. Ama daha kolaya kaçan değerlendirmeler yapılabilecek olması beni seçici olmaya itiyor. "Ben bir kitap yazdım. Şimdi ortalığa çıkayım" diye bir derdim yok. Ünlü olmak gibi bir arzum da yok. Tabii kitabın okunmasını istiyorum ama suistimal edilmekten de kaçınıyorum.
Çok gerçekçi duygusu olan bir kitap. O da bu soruyu haklı kılıyor ama ben Erhan’a hiç yaşamadığım şeyler yaşattım. Mesela hayatımda hiç karakol görmedim, öyle bir cenaze töreninde bulunmadım. Fakat her kitabın otobiyografik yanları vardır değişen ölçülerde. Benim kitabımda da her kitapta olduğu kadar otobiyografik yönler var. Ama gördüğüm insanları, tanık olduğum olayları bire bir aynı yazmadım, yeniden kurguladım. Benimle Erhan arasındaki en büyük benzerlik ikimizin de reklamcı olması. Ama orada bile kişi ve ilişkileri tekrar kurdum.
"Gay’lerin dünyası kalabalık ama..."
Kızacağını düşündüğüm insanlar vardı ama hiç öyle bir tepki almadım. Aksine yolda karşılaştığımızda, hatta telefon edip teşekkür ettiler. "Bizim böyle bir kitaba ihtiyacımız varmış" dediler. Bir de şunu fark ettim: İnsanlar iyi ya da kötü, bir kitaba konu olmaktan hoşlanıyor.
Bu tercihin "otobiyografik roman" savını güçlendireceğini biliyordum ama kitapta anlatmak istediğim o hırs, acımasızlık, rekabet ve tüm bunların ortasındaki insanın yalnızlığını en iyi verebileceğim meslek reklamcılıktı. Ben yıllardır bu mesleğin içindeyim. Gerçekten de çok acımasız bir sektör reklamcılık.
Onlar karakter değil, tip. Kitapta az sayıda karakter var ama birçok tip var. Böyle bir kalabalık yarattım kitapta çünkü gay’lerin dünyasında böyle bir kalabalık var. Barlarda birbirinin adını bile bilmeyen insanlar çok samimi arkadaşlar gibi davranırlar. Bir de, o kalabalığı vermesem, o yalnızlık duygusunu veremezdim. Hayatın hakikatiyle karşılaşınca yalnızlaşmayı o kalabalıkla anlattım.
Aslında ben başka türlü bir kitap yazacaktım. Daha eğlenceli, daha sıcak bir kitap. Gerçi o karanlık atmosfere rağmen yine espriler, eğlenceli bölümler var ama benim başta düşündüğüm kitap bu değildi. Fakat sonra, neredeyse kamera koydum eşcinsel ilişkilere. Ve yorum yapmadan, bilgiçlik taslamadan ya da ahlakçılığa girmeden kameradan yansıyanları yazdım. Bu yüzden biraz soğuk ve soğukkanlı bir kitap olduğunu düşünüyorum. Kendini sevdirmeye çalışan, şirin bir kitap olmadı.
"Gay’ler ile kadınların iyi anlaştığı doğru"
Kent yaşamında gerçek arkadaşlıklar kurmak herkes için çok zor. Özellikle gay’ler için geçerli değil bu durum. Sizin bahsettiğiniz bölümde, Erhan’ın gay arkadaşlarla hayal kırıklığına uğramasının nedeni, karşısına çıkan ilk gay’lerle heteroseksüel alışkanlıklarla arkadaşlık kurmaya çalışması. Ama gay’in gay’le arkadaşlığı tabii ki mümkün. Zaten Erhan da daha sonra kendine uygun arkadaşlıklar kuruyor.
Doğru tabii. Çünkü kadın-erkek arasındaki iktidar çatışması yok orada. Aşk, alışveriş ya da yatak problemi yok. Yarış yok. Hırs yok. Gerçekten kendileri olarak birbirlerine yaklaşabiliyorlar.
Var böyle bir kadın tipi. Hatta 10 yıl önce bir film seyretmiştim ben, bir Japon filmi, adı "Okoge" idi. Okoge, gay’lere aşık olan kadın anlamına geliyor. Düşünün, Japoncada böyle bir kelime var. Elbette bütün kadınlar böyle değil ama böyle bir tip var yani. Bence bu, bir tür kadın hırsı. "Ben onu döndürebilirim. Bunu başarabilirim" diyor. Erkeğin, bir erkeği seçmesini anlamıyor ve içten içe, kadınlıkları ile o gay’i elde edebileceğine inanıyor, meydan okuyor.
Homofobiden kaynaklanıyor bu. İnsanlar böyle bir kitap yazar, böyle bir resim ya da şarkı yaparlarsa tepki alacaklarını düşünüyorlar.
Aslında bu kitabı yazarken heteroseksüel pencereden de, homoseksüel pencereden de bakmamaya çalıştım. Yazar olarak kendimi geri çekmeye gayret ettim. Müdahalesiz yazmaya çalıştım. Bir şeyin savunuculuğunu, ahlakçılığını yapmak istemedim. Sadece bir mesele var, gerçekten büyük bir mesele var, ben bunu olduğu gibi yansıtmak istedim.
Çünkü onlar da bu ülkede doğup büyüyor. Yani onların da gördükleri, yaşadıkları, dolayısıyla da taklit ettikleri ilişki modelleri bunlar. Anne-babada görülen ilişki, doğal olarak sevgililik ilişkisine yansıyor. Eşcinseller farklı bir ilişki biçimi üretebilir mi? Bu, başka bir kitabın konusu olabilir.