Pazar ‘Ben buraya aitim’

‘Ben buraya aitim’

20.06.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

azeteci Perihan Mağden, İstanbul’un eski semtlerini seviyor. Çünkü Mağden’e göre, Ulus gibi yeni semtlerin Polonya’daki işçi mahallelerinden hiçbir farkı yok

‘Ben buraya aitim’

Perihan Mağden’in İstanbul’u...
‘Ben buraya aitim’

azeteci Perihan Mağden, İstanbul’un eski semtlerini seviyor. Çünkü Mağden’e göre, Ulus gibi yeni semtlerin Polonya’daki işçi mahallelerinden hiçbir farkı yok

MEHMET KENAN KAYA

Yazılarınızdan biliyoruz ki, İstanbullu’sunuz. Hangi semtlerde yaşadınız bugüne kadar?
Ben Levent’te büyüdüm. Önce, bahçe içinde bir evde oturuyorduk. Ardından yine Levent’te bir apartman dairesine, sonra da hâlen oturduğum Beşiktaş’taki daireye taşındık.

İstanbullu olmak konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ben buraya aitim, bu şehir de bana ait. Mesela benim şu an oturduğum daire, annemin büyük babasının eski evinin yerine yapılmış. Yani bütün hayatımın burada geçmesi bir yana, genetik olarak da buraya aitim. Bu da çok önemli bir şey bence.

Gökkafes örneğinde olduğu gibi bazen öfkeli yazılar yazıyorsunuz İstanbul üzerine...
İstanbul’u çok sevdiğim için bütün bunlar bana batıyor. Seyahatten falan döndüğümde toprağını öpmek isteyecek kadar çok sevdiğimi, özlediğimi de yazıyorum. Çünkü gerçekten çok seviyorum İstanbul’u.

Hangi semtleri seviyorsunuz en çok?
Çocukluğuma ait olduğu için Levent’i çok seviyorum hâlâ. Ama iç Levent, 1. Levent; oraları kastediyorum. Mesela, Ulus falan bana korkunç geliyor. Öyle bir semt dünyanın her yerinde olabilir. Hani bir Avrupalı görse, rahatlıkla Polonya’da bir işçi mahallesi olarak tanımlayabilir Ulus’u. Bu yüzden ben daha çok İstanbul’u İstanbul yapan semtleri, Arnavutköy’ü, Beşiktaş’ı, Tahtakale’yi, Eminönü’nü, Cağaloğlu’nu seviyorum. Mesela, benim Kemerburgaz’da yaşamam gibi birşey söz konusu olamaz. Kemerburgaz’da yaşamakla bir Amerikan kasabasında yaşamak arasında bir fark yok çünkü.

Peki "genetik" bağınız dışında sizi İstanbul’a bağlayan en önemli şey ne?
Benim İstanbul’a bir aşinalığım var. Nerede ne olduğunu bildiğim için çok rahat ediyorum. Zorlukları da var tabii ama bu İstanbul’a mahsus bir şey değil. Zaten Türkiye’de yaşamak çok zor bir şey.

‘Ben buraya aitim’
"Kaffeehouse’u ve My Moon’u seviyorum"
Entellerin dantellerin ya da tanıdıkların çok olduğu kafelere gitmiyorum. Kaffeehouse’u, Bekar Sokak’taki My Moon’u ve Tünel Geçidi’ndeki kafeleri tercih ediyorum en çok. Menemeni ve tavuklu pilavı çok sevdiğim için Saray, Sütiş gibi muhallebicilere de uğruyorum. Bir de yazılarımda "Altan Baba’nın Yeri" olarak söz ettiğim Safran’a gidiyorum. Aslı (Altan) benim çok yakın arkadaşım. Kadın benim için prensiplerinden taviz veriyor. Ben istedim diye Ajda Pekkan, Orhan Gencebay çalıyor mesela. Bunlar çok önemli. Çok güzel dolma, hamsi tava, Çerkez tavuğu falan yapıyorlar. Bir de Asmalımescit’teki Refik’i seviyorum. Refik yemeklerini, mezelerini hiç bozmadı. Mekan olarak da iki katlı, küçük, kendimi rahat hissettiğim bir yer.

"Arkadaşım Mine Mert’in evini çok beğeniyorum"
İnsanlar evlerini reklam ajansı gibi döşüyorlar, o beni çok iten bir şey. Çok az kişinin evini beğeniyorum. Mesela geçen gün arkadaşım Mine Mert’in evine gittim. Evini o kadar güzel, o kadar şahsiyetli döşemiş ki "bir insan nasıl bu kadar zevkli olabilir?" diye düşündüm. Sanki altmış yıldır o evde yaşıyorlarmış gibi bir havası vardı.

" Benetton’dan ve Mango’dan alışveriş ediyorum"
Beşiktaş’ta Özerden diye bir market var, etleri acayip güzel ve her şey var orada. Eskiden Öz Beşiktaşlılar diye sürekli Beşiktaş’ın sorunlarını konuşan bir kasabım vardı ama sonra hazır köfte falan derken marketten alışveriş etmenin daha uygun olduğunu anladım. Sebze alacaksam, Beşiktaş Balık Pazarı’nda aile dostumuz bir manav var, ona gidiyorum. CD’lerimi Atlas Pasajı’ndan alıyorum. Kitapları genelde eve yolluyorlar. Giyim kuşam konusunda çok tembelim. Son yıllarda Mango’dan çok şey aldım. Sanırım onlar Türkiye pazarına girebilmek için fiyatlarını ucuz tuttular. Çizgileri de bana uyabilen şeyler. Bir de Benetton’dan pantolon alıyorum. Onun dışında çok sıkılıyorum ve ancak eşin dostun acımasıyla bir şey sahibi oluyorum.

"Kanaat Lokantası’nın yemekleri çok iyi"
Ben iyi yapılmış Türk yemeklerini seviyorum. Onun da neredeyse sonu geldi, artık çok az yapılıyor. Ama Üsküdar’daki Kanaat Lokantası’yla Beyoğlu’ndaki Lades’in yemekleri hâlâ çok iyi. Fast food olmasına rağmen Borsa’nın yemekleri de güzel. Bir de Mısır Çarşısı’nda, çarşının girişinde iki katlı bir lokanta var. Benim sevdiğim gibi biraz yağlı, tipik Türk usulü yemekler yapıyorlar ve hepsi çok lezzetli oluyor. Balık yemeyi de seviyorum ama İstanbul’da doğru dürüst balık lokantası kalmadı. Varolanlar balıktan çok dekorasyonla, sosla falan uğraşıyorlar. Bu da, alerjik bir reaksiyon yaratıyor bende. Bu yüzden de Nevizade’deki İmroz’a ve Beşiktaş’taki Hasbi’ye gidiyorum.

"Tarabya Oteli’nde kalmak isterim"
İstanbul’da hiçbir otelde gidip kalmadım ama fikir olarak, bir zamanlar Türk filmlerinin çekildiği, futbolcuların kamp yaptığı, Türkan Şoray’ın Rüçhan Adlı’yla tanıştığı Tarabya Oteli’nde kalmak isterim. Bana kalırsa Tarabya Oteli, inanılmaz güzel bir mevkiide, müthiş bir oteldir. Ayrıca, Pera Palas’ta kalmayı da çok isterim. Hoş, bunun için delikli kumbaramdaki param da yeter ama Pera Palas da Süzer’lerin, ne yazık ki... Sinemalara gelince... Emek, Alkazar ve AFM başta olmak üzere hep Taksim’deki sinemalara gidiyorum. Son zamanlarda bir de Ortaköy Feriye Sinemaları’na dadandım. Tiyatroya hiç gitmiyorum. Bir gün ‘Bu kadar yapmacık bir sanatla işim olmaz’ dedim ve artık izlemiyorum.




PAZAR