Pazar "Benim tekniğim darbukada milattır"

"Benim tekniğim darbukada milattır"

11.12.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Dünyada darbuka efsanesi olarak tanınan, tarih boyunca denenmemiş bir teknik ve çalma stili geliştiren, darbuka aşkıyla çöllerde yaşayan Mısırlı Ahmet'in yeni albümü çıktı. Avrupa Birliği'nin desteklediği Akdenizli Büyük Üstatlar projesine dahil olan sanatçı şimdi Türkiye turnesinde

Benim tekniğim darbukada milattır

"Ritmi bulabilmek için önce onu kaybetmek gerek" diyen Mısırlı Ahmet hayatı bulabilmek için de önce onu kaybetmeyi göze almış. "Çöldeyken her şey önemini yitirdi. Oraya darbuka için değil kendi var oluşumu bulmak için gittim. Beden önemli değildi" diyor. Mısır'la yetinmeyen, daha sonra flamenko sevdası ile İspanya'ya giden ve orada yaşayan, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde konserler veren sanatçı artık burada. Kendisiyle buluşma sebebimiz yeni albümünün çıkması, bu albümle beraber Türkiye turnesine başlamış olması. Onu Mısırlı Ahmet diye tanıyor dünya. Oysa o Ankara doğumlu. Lise yıllarında annesine yalvararak aldırdığı darbukada dünyaya yeni bir teknik getirmiş bir "efsane". "Ben de herkes gibi başladım. Bildik ritimlerle. Sonra 'Ben ne söylemek istiyorum? Benim sözüm ne?' deyip yeni bir teknik ortaya çıkardım" diyen 42 yaşındaki Ahmet Yıldırım bu tekniği geliştirmek için Mısır'a, Kahire'ye, Sina Çölü'ne gidiyor. Biraz meditasyon, bolca darbuka, doholle (fotoğraflarda da gördüğünüz vurmalı saz) çalıyor. Çöl sessizliğinde "kendi sesini yaratıyor", tekniğini geliştiriyor. O çöllerdeyken efsanesi alıyor yürüyor. Mısırlı adını alıyor. Albümünün gerçekten sizi alıp götürebilecek ritimlerinden başka bir özelliği de Avrupa Birliği tarafından desteklenen kültürel bir projenin ürünü olması. Akdenizli Büyük Üstatlar serisine dahil edilen altı Akdenizli ustadan biri olan Mısırlı Ahmet bu albümünü konuşmaya gittiğimizde müzikten çok "kaybetmeyi göze almak", "hayatı değiştirmek", "taklit ederek yaşamamak" üzerine konuşuyor. Hayatı ritim olmuş sanatçı söyleyeceği şeyi unutunca "Neyse, o ritim gitti, hatırlamıyorum" diyor.Ve müjde! Bir ay sonra burada ders vermeye başlayacak. Ama profesyonellere değil. "Farklı meslek gruplarından, bu olaya çok temiz bakan insanlara..." Ders vermeye başlayacak 2004 Şubat'ında Tunus Perküsyon Festivali'ne davet edildim. Ben normal sahne performansımı verdim, bir atölye çalışmam da oldu. Bir hafta sonra telefon geldi. Beni seyretmişler. Dallarında doruğa çıkmış insanları seçip onlara albüm yapıyorlarmış. Benim kendi tarihim açısından çok önemli bir albüm oldu. Ayrıca bu ülkeden bir sanatçının böyle bir projeye katılması Türkiye için de çok önemli. Bu Akdenizli Büyük Üstatlar projesine nasıl katıldınız? "Buradan olduğumu biliyorlar" Ama albümlerde yazıyor. Türkiye'den, Ankara'dan diyor. Tam yeri gelmişken o soruyu sorayım. Türkiye'den bir sanatçı olarak lanse edilecekken Mısırlı Ahmet olarak tanınıyorsunuz. O zaman o yönünüzün tatmin olması için şunu diyeyim: Türkiyeli Ahmet olamasaydım, Mısırlı Ahmet de olamazdım. Ben bir sene o insanların arasında yaşadım. Beni denediler, sınadılar. Orada tekniğimi geliştirdim. Oradan bu adı verdiler bana. Albümü almayan, oraları okumayanlar çoğunluktadır. Biraz milliyetçilik yapıyoruz belki ama... "Ölmeden müthiş bir solo yapmalıyım" Takipçilik çok yorucu bir şeydir, sürekli birinin arkasından gidersiniz. Hayatta her dalda gerçekler vardır, bir de gölgeleri. Gerçekler hareket ettikçe gölgeler hareket eder, ona bağlı kalırlar. Ben kendi gerçeğimle uğraşıyorum. Sizin en önemli özelliğiniz darbuka dünyasında yepyeni bir teknik geliştirmeniz. Mısırlı sanatçıların CD'lerini dinleye dinleye bozdum. Adamlar uçmuş. Ben onlara yeni ne diyeceğim! "Vardır Ahmet, senin de diyeceklerin, vardır" diyerek başladım. Böylece yeni bir teknik yarattım. Bu darbukada bir milattır. Sonra onu geliştirdim. Çölde o sessizlikte çok ilginç tonlar duydum. Orada kalbinizin sesini duyabiliyorsunuz çünkü. 90'lardan sonra darbukada bana feyz verebilecek bir şey kalmamıştı. Doholle çalmaya başladım. Dohollede çıkan sound'ları ben de şaşkınlıkla seyrediyorum. "Allahım vakit yetecek mi? Ben ölmeden bu mevzuyu toparlayabilecek miyim?" diyorum. O kadar kısa bir ömrümüz var ki. Hiç zamanım yok. En büyük idealim ölmeden önce muhteşem bir solo yapmak. Yani "Daha iki saat önce acayip çaldı, rahmetli oldu. Buyrun atleti de burada, hâlâ kurumamış" demeleri. Kendi gerçeğinizi bulmak için de Mısır'a gittiniz. Burada olaylar olmuş. "Bu olamaz, bu hızlandırılmıştır" denmiş. Çünkü kendi kafalarına göre düşünüyorlar. Buradakiler de Arapların taklidi sonuçta. Sana bırakılan mirasa yapışıp kalmak onu tüketmek demektir. Oysa ki sen bir miras, gelenek yaratabilirsin. Artık Peru, Amerika, Kanada, Fransa, İtalya, Hollanda, Yunanistan'dan talebeler geliyor bana. Bunu görünce iyi ki ödemişim o bedelleri diyorum. Bu teknikle çalarken sizi ilk duyduklarında tepkiler ne oldu? Anlatılacak bir aşk değil. Ben bile anlayamıyorum bu aşkı. Çölde Kızıldeniz'in tam kenarında bir çadırda yaşadık. Daha sonra kaldığımız yerden 120 kilometre içerilere gittik, açıkta, kayaların altında yattık. Akrep sokabilirdi, ölebilirdik. Ben o zaman bu bedeni feda etmiştim. Haftada bir gün bir pet şişe suyla yıkanıyordum. Başımdan aşağı döktüğüm zaman oluk oluk saç gidiyordu kafamdan. Çok eskiden pavyonlarda çaldığım zamanlarda saçıma, başıma bakardım. Ama artık "Saç da gitsin, gerekirse beden de gitsin bu yolda" dedim. Ama sonra ödülünü de aynı derecede alıyorsunuz. Tüm bunlar darbuka mevzusu falan değildi. Hayatı değiştirmek, kendini bulmakla, kaybetmekten korkmamakla ilgili. Bedellerden bahsediyorsunuz. Darbuka aşkınız çok güçlüymüş. Aşk size cesaret vermiş. Zaten "Darbuka benim hayatımdır" diyorsunuz. Oryantale sahip çıkıyor Evet, darbukayı bir keşfediş var. Artık bütün Avrupa'da en çok sattıkları enstrüman darbuka oldu. Darbukanın kültüründe ne sahnede ne albümde tek başına çalma, solo kültürü vardır. Bu da çok yeni bir şey. Son yıllarda tabii sizin de katkılarınızla darbuka sınıf atlıyor. Artık her yer darbuka albümleriyle dolu. Evimde Türkçe albüm yok. Uzun bir süredir de burada değildim. Bilgim yok. Türkiye'de yapılan müzik, buradaki müzisyenler için ne düşünüyorsunuz? Tanışmadık ve dinlemedim de. Peki, Burhan Öçal'ı bilir misiniz, beğenir misiniz? Bazı değerlere sahip çıkmak lazım. Etnikten başlayıp üniversal boyuta geçtik. Mısır'a gitmemin gayesi oryantal ritimleriydi sonuçta. Dünyanın darbukayı tanımasının nedeni de o ritimlerdir. Siz de caz festivallerinde çaldınız. Yeni ritimler, metotlar buldunuz. Ama oryantalden kopma, küçümseme yok. "Kadınlar sizin gibi tutkulu adamlara bayılır ama sonra 'O tutkunu bırak, bana bak' derler" dediğimizde Mısırlı Ahmet "İşte onu başaran olmadı. Beni darbukadan ayırmak isteyen kellemi istiyordur. Dostum olamaz. Benim sınırlarım var, içine giremez" diyor. "Darbuka artık Avrupa'da en çok satılan enstrüman" "Darbuka o kadar sırla doludur ki... Adrenalini yükseltebilir. İnsanı ağlatabilir. Gülme krizine gireni gördüm. Ben çaldıkça özür dileyerek kahkaha atanı, hüngür hüngür ağlayanı, kalbi sıkışanı gördüm. Hastayken iyileşip gidenleri gördüm. Ritim sizi size, karanlıkta kalan yönlerinize götürebilir. Ezbere yaşayanları kendine getirebilir." "Beni izlerken iyileşen de kalbi sıkışan da, gülme krizine giren de oldu"