Pazar “Bu köyde iyi günde kötü günde birlikte“

“Bu köyde iyi günde kötü günde birlikte“

22.04.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

93 Harbi döneminde Kars’a göçüp “Küçük Estonya” anlamına gelen “Nevis Tonka” köyünü kuran 60 aileden kalan tek Eston Avgust Albuk; Müslüman eşi, üç çocuğu ve iki dinli hayatlarıyla, birlikte yaşama kültürünün mikro düzeyde temsilcisi konumunda.

“Bu köyde iyi günde kötü günde birlikte“

Kars’ta şehir merkezine yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta bir köy. Uçaklar neredeyse başınızın üstünden geçip iniş kalkış yapıyor. Horoz, köpek ve koyun sesleri birbirine karışıyor. Yollar toprak, evler taştan. 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı döneminde Kars’a göçen Estonyalı 60 ailenin “Nevis Tonka” (Küçük Estonya) adını vererek kurduğu Karacaören köyündeyiz. Çalışkanlıkları ve yardımseverlikleriyle bilinen, köyün kalkınmasına öncülük eden Estonyalı aileler zamanla bir bir terk etmiş köyü. Avgust Albuk, köye göçen kuşağın dördüncü temsilcisi. En son 1982’de amcasının Almanya’ya gitmesiyle Kars’taki tek Eston kökenli aile olarak kalmışlar. İlk eşinden Melisa adlı kızı, şimdiki eşi Yadigar ve çocukları Bünyamin ve Meryem’le birlikte yaşıyorlar. “Irkımı hiçbir zaman inkar etmedim. Türkiye vatandaşıyım, Eston kökenliyim” diye anlatıyor kendini Albuk. Kendisi Hristiyan, eşi Müslüman. Çocuklar da iki dini öğrenerek büyüyor. “Eşim orucunu da tutar, namazını da kılar, dininin tüm vecibelerini yerine getirmeye çalışır. Ben de Hristiyanlığa göre dinimin vecibelerini yerine getirmeye çalışırım. Eşim bizimle birlikte oturup ibadetini de eder, ben İncil okuduğum zaman eşim dinler, o Kuran okuduğu zaman ben dinlerim. Birlikte bir dayanışma içerisindeyiz.”

Haberin Devamı

Farklı dinlere mensup olmak yalnızca evliliklerinin ilk döneminde problem olmuş; Albuk’a göre iki tarafın da ailelerinin kendilerince tutucu davranması yüzünden. Ama onlar ailelerini bir kenara koyup kendi yollarına bakmış. Albuk, diğer aileler gibi Almanya’ya göçmeyi de denemiş 1994’te. Yaklaşık 3 ay kalmış, dayanamayıp dönmüş. Orada bulamadığı şeyi komşuluk olarak tanımlıyor: “Buradaki insanlarla iyi günümüzde kötü günümüzde birlikteyiz, bir aile ortamında yaşıyoruz. İnanın ne evime ne atölyeme kilit vururum. Hırsızlık diye bir şey yaşanmaz burada.” Aile içinde Türkçe konuşulduğu için Estonca öğrenemediğini anlatıyor Albuk. 1997’de babasını, 2011’de annesini kaybetmiş. İkisi de köy civarındaki mezarlıkta gömülüymüş: “Köyde eskiler, ailemizin yaptıklarını övgüyle anlatır. Köye ilk traktörü bizimkiler getirmiş 1955’te.
O dönem köyümüz tarım ve hayvancılıkta çevre köylere göre ileri düzeydeymiş.”

Haberin Devamı

“Ben İncil okurum eşim dinler, o Kuran okur ben dinlerim“

Yadigar Hanım, çocukların bakımı, dersleri ve ev işleriyle meşgul. Çocukları iki dinli büyütmenin zorluklarını sorunca “O da zorluk mu?” der gibi bakıyor yüzüme: “O konularda hiçbir sıkıntımız yok. Mesela Avgust çocukları vaftiz ettirdi İstanbul’da ama ben İslam’ı da öğretirim. Bünyamin Kuran kursuna gidip Kuran okumayı öğrendi. İncil’i de okuyor zaten. Bazen soruyor, ‘Anne ben Hristiyan mıyım Müslüman mıyım?’ diye. Diyorum ki; sen ikisini de öğren, 18 yaşına gelip kanun karşısında reşit sayılınca ne olacağına kendin karar verirsin.”

Yadigar Hanım, asıl zorluğu başka alanda yaşadıklarını anlatıyor: “Aslına bakarsan her şeyin dönüp dolaşıp geldiği yer maddiyat. Bilgisayar alamadık çocuklara. Çok da ihtiyaç oluyor aslında ödevleri için. Kafelere verdiğimiz parayla alırdık belki de. Cep telefonundan halletmeye çalışıyorlar, çok zor oluyor.”

Tenis madalyaları var

Köy, merkeze uzak sayılmasa da her dakika ulaşılabilir değil. Merkeze gitmeleri gerektiğinde, ya sabah erkenden çocukların okul servisini kullanıyorlar ya da arabası olan bir komşularından rica ediyorlar. En kötü ihtimal, dolmuşların geçtiği yere kadar yaklaşık yarım saat yürüyüp oradan binmek. Yol problemi 10’uncu sınıfa giden Melisa’nın tenis başarısına da yansımış. 2013’te katıldığı, okullar arası tenis maçlarında iki defa ikincilik madalyası almış fakat devam edememiş:

Haberin Devamı

“Kuzenim tenis oynuyordu, ben de bir iki defa izlemeye gittim. Okullar arası maç yapılacaktı. Oyuncu eksikliği olunca hoca benim katılabileceğimi söyledi. Daha üç gün onları oynarken izlemiştim sadece. Üç gün çalıştım, sonra maça katıldım, ikinci oldum. Bir ay devam ettim. Tekrar maçlara katıldım. Yine ikinci oldum. Sonra kış çöktü. Gidip gelmek için ayrıca yol parası lazım. Hocalar da devam etmemi istedi ama bu yol sıkıntısından gidemiyorum. Teniste bir başarım olsun isterdim.”

“Bu köyde iyi günde kötü günde birlikte“

Beton saksı üretiyor

Albuk, iki yıldır beton saksı üretimi yapıyor. Başlamadan önce iki yıl araştırdığı işi, “Doğu Anadolu’da olmayan bir proje” diye anlatıyor. İŞKUR’dan aldığı destek yetersiz kalınca bazı saksı kalıplarını getirememiş. Şimdi KOSGEB başvurusuna yanıt bekliyor. Aynı zamanda saksılarla birlikte sunmak üzere çiçek yetiştiriyor: “Bana balık verilmesini değil, balık tutmama destek olunmasını istiyorum” diyor.

Haberin Devamı

Meryem ile Maviş

Evin en küçük üyesi Meryem’in en yakın dostu, kâh boğacak gibi sarıldığı kâh çikolatasını paylaştığı Maviş. Hırpalandığı halde, Meryem’in sevinç çığlıkları hatırına sesi çıkmıyor Maviş’in. Maviş dışında evin üç tane de köpeği var. Fotoğraf çekimine eşlik eden köpeğin adı Kömür. O da Meryem’in oyun arkadaşlarından.

“Bu köyde iyi günde kötü günde birlikte“

“Hayalim veterinerlik”

Melisa henüz 15 yaşında. Din konusunda kimi zaman okulda sorun yaşadığını söylüyor: “Hocalardan anlayış bekliyorum ama bazen kolyeme takıyorlar sadece zinciri gözüktüğü halde (Haç uçlu kolyesini gösteriyor). Bazen arkadaşlarım kalp kırıcı oluyor”. Köyde pek arkadaşı olmadığını, merkezde yaşayan arkadaşlarının daha renkli bir hayata sahip olduğunu biraz da imrenerek anlatıyor. “Hayalim veteriner olmak aslında” diyor: “Buralarda olunmaz da büyük şehirleri düşünüyorum. İstanbul olabilir, orada hayvanseverler çok. Hayvanlara çok saygılıyım. Birisi bir hayvana zarar verince öfkeleniyorum.” Sonra hevesle tenis madalyalarını gösteriyor.