Pazar "Bu şehir insanı hayli yoruyor"

"Bu şehir insanı hayli yoruyor"

28.01.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Romanlarda bahsi geçen deniz kenarında bir köyde hafiften inziva tadında bir hayatı hep merak ederdim. Huzur ve mutluluk buradaysa, sizi bilahare haberdar edeceğim

Bu şehir insanı hayli yoruyor

tubakyol@yahoo.com Genelde "sitcom olduğumuz" kanepemde oturmuş, bu kez ciddiyetle nasıl olup da son dönemde çevremizdeki insanların üçüncü sayfa haberi olduğunu konuştuğumuz bir gün "Bu şehir insana tuzak kuruyor"u mırıldanmaya başladı arkadaşım. Şarkının daha üçüncü dizesinde, "Bu şehir insanı hayli yoruyor"da kararımı vermiştim. "Bana müsaade" dedim. İstanbul'da art arda çok kötü şeyler geldi tanıdığım insanlarına başına. Bir intihar, iki girişim, sonu acilde biten bir saldırı, bir ağır trafik kazası, bir gözaltı... Şimdi nasıl güzel bir yerdeyim.Az evvel güneş battı denizin üzerinden; turuncu, sarı vesaire... Kuma masa kuruluyor, mangal yelpazeleniyor.Kate Bush çalıyor bir yandan. Denizin mırıltısını bastırmadan...Hava sıcak değil fakat soğuk da değil. Kış uykusuna bir türlü yatmayan ayılar gibi, mevsimin kış olduğunu sık sık unutuyorum. Uyanıp da denizin sesini duyduğumda, bugün girerim diye geçiriyorum aklımdan. Kahvaltımı balkonda yapıyorum "tahta gibi" denize nazır. Kıpırtısız denize, öyle diyorlar burada. Bulaşık yıkıyorum. Mutfak pencerem de ağaçların arasından koya bakıyor. Bulaşık bile, eh, o kadar da fena olmuyor.Köpekler bana hemen alıştı. Nereye gitsem, yanımdalar. Az evvel kahveye kadar gittik bir tanesiyle. Kahvede sandviç yiyenleri görünce yanlarına çöktü. "Köpeğinizi çağırır mısınız lütfen?" diye rica ettiler. Benden bile daha yabancılar herhalde. Koca kurt köpeğini benim sandılar, pek gururlandım. Ne yazık ki adını bilmiyordum. Unutmayayım da yarın öğreneyim.Mandalina bahçelerinin ortasında iki ayrı eve misafir gittim. Umur'a ve Daniel'a... Dalından koparıp koparıp mandalina yedim. Bu zamana kadar toplanırlarmış normalde. Mandalinalar da sıcaklar yüzünden şaşkın. Danny yine de sobayı yaktı bize. Pencereden tablo gibi görünen mandalina ağacı hışırdarken, çıtır çıtır oturduk.Yeşim her gün uğruyor. Kızı var, Yasemin. Beş yaşında. Yasemin'le Barbie'leri giydiriyoruz, "elim sende" oynuyoruz. Bir köpeğim bile var Romanlarda falan bahsi geçen deniz kenarında bir köyde hafiften inziva tadında bir hayatı hep merak ederdim. Gerçekten huzurlu mu? Mutluluk bu mu? Kıyıda yürüyüşler, mütemadiyen tanıdıklarla rastlaşmalar, acelesiz sohbetler...İki kanser duydum şimdiden. İki imam da kavga etmiş, camları indirmişler daha yeni... Buralar da hastalıktan, acıdan, kavgadan muaf değil yani.Olsun, ben Yasemin'e "If you're happy / Eğer mutluysan"ı öğrettim. Yollarda söylüyoruz. Evet, mutluyuz ve göstermek istiyoruz: El çırpıyoruz, parmak şıklatıyoruz, ellerimizi dizlerimize, ayaklarımızı yere vurup "Ooookey" diye bağırıyoruz. * * *Eeee? E'si, biraz daha buradayım ama "hayli yoran şehre" döneceğim tabii. Ne diyordu "Şehir"in remix'inde Ceza?"Bu şehir benim / Bir demir atmış ki gönlüm / Yosun tutmuş / Limanda kalmış / Toprağında servetim var / Anılarım, çocukluğum ve geleceğim / Bağlamış elimi kolumu / Ne kadar uzağa gitsem de / Kopamadım." Mutluyuz, el çırpıyoruz İstanbul'dan kaçtım, iyi de ettim ama Yaprak'ın düğününü kaçırdım. Siz de tanıyorsunuz Yaprak Aras'ı. Uzun süre burada birlikte çalıştık; haberlerini, röportajlarını okudunuz. Sonra transfer oldu, bizi bırakıp gitti.Ali'nin evlenme teklif ettiği akşam çağırmıştı, sıcağı sıcağına evlilik teklifini kutlamıştık hep birlikte. Düğün yaklaşınca, bir akşam kız kıza eğlendik. Bekarlığa veda partisine uygun olarak yakışıklı bir striptizciyi soyduk ve kına gecesine yakışır şekilde de kına yaktık; ortamızda Yaprak, elimizde mumlar, gelini tavaf ederek... Ama düğünü kaçırdım işte. Arkadaşlar anlattı, Yaprak da fotoğrafları yolladı. Ne güzel bir gelin olmuş. Divan'da ağırbaşlılarmış, Crystal'daki partide kopmuşlar. Şahaneymiş.Şahane de bir hayatları olsun. Depresyonsuz, daima manik... manik depresif köşe İsmail Cem'le Bilgi Üniversitesi'nde ders vermeye başladığında röportaj yapmıştım. "Nasıl biri?" diye soranlara, "Meşgul biri" diyordum.YTP vardı o dönem, partiyle ilgileniyordu. İl il geziyorlarmış, gece geç saatlere kadar çalışıyormuş. Ama sadece o değil, sanki ta başından beridir ömrünü "meşgul"e almış gibiydi.Onun dışında bildiğiniz gibiydi, TV'den tanıdığımız gibi... Hep kibar. Böyle kibar insanların nasıl olup da politikaya bulaştıklarını hiç anlamam ben. Lafı açıldı, üniversiteyi bitirdikten sonra niye hemen mastır yapmadığını, niye okula ara verdiğini sordum. "Çünkü okumaya vakit yoktu, acelemiz vardı, dünyayı kurtaracaktık" dedi, "Çok idealisttik. 'Türkiye'nin bize ihtiyacı var' diyorduk." Torununu sordum sonra. YTP ile aynı gün doğmuştu torunu. "Büyüyor" dedi, "Çocuklar büyüyor. Herkes gibi, her dede gibiyim ben de. Sık görüşmeye çalışıyoruz ama dediğim gibi, vakit yok." Tüm hayatını şiirindeki gibi yaşadı galiba; çok fil vardı, az vakit... "Filleri kuyruğundan çekerek / Tepeleri aşırtmaktı görevim / Günler bitti, filler tükenmedi." Çok fil vardı, çok az vakit...