11.12.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:
Pelin Çini
İstanbul mevsimin en soğuk günlerinden birini yaşıyor. Foto muhabiri arkadaşım Ercan Arslan ile Beykoz’da eski bir kundura fabrikasının içine giriyoruz. Kapılar ardımızda kapandıktan sonra ise bambaşka bir dünyadayız sanki. Zaman geri gidiyor, tavukların koşuşturduğu, teyzelerin örgü örüp çekirdek çitledikleri, çalgıcıların durmadan oyun havası çaldıkları bir yer burası. Etraf çamur içinde, çocuklar çamura aldırmadan etrafta koşuşturuyorlar.
Zoraki kabadayı Ali ile işveli sevgilisi Zilha’nın bir türlü “mutlu son”la bitmeyen aşklarının konu edildiği, Türk edebiyatının klasiklerinden Haldun Taner imzalı “Keşanlı Ali Destanı” dizisinin setindeyiz.
Çağan Irmak’ın yönetmenliğini yaptığı dizinin başrol oyuncuları Nejat İşler ve Belçim Bilgin.
İşler ve Bilgin bizi Ali ve Zilha olarak karşılıyorlar. Fotoğraf çekimine başlamak istiyoruz ancak teyzelerden biri elinde bir kap aşure ile koşarak geliyor. “Hava soğuk, önce şundan yiyin sonra başlarsınız” diyor. Bu sırada Nejat İşler çalgıcı çocuklarla sohbette. Onlar çalıyor, Ali oynuyor. Hafiften yağmur da başlıyor. Ali’mizin üzerinde sadece ceket var ama üşümüyor. “Keşanlı bu, soğuk ona ne yapsın” diyerek şakalaşıyoruz.
Bu projede yer almaya nasıl karar verdiniz?
Nejat İşler: Geçen bahar Gümüşlük’te yürüyordum. Arkamdan biri seslendi. Baktım Çağan (Irmak). Film için mekân bakmaya gelmişler. Oturduk. Bundan bahsetti. “Dizi yapmayacağım abi” dedim. Kestirip attım ama zehri verdi orada tabii.
Neden bu kadar kesin konuşmuştunuz dizi yapmama konusunda?
Nejat İ.: Çalışma şartları iyi değil. Sonra özenli bir iş yapma ihtimalin çok az. Hata yapma ihtimalinse çok. Ne kadar sürecek bilemiyorsun. Aynı saatte karşındaki dükkânda yani kanalda bir arkadaşının dizisi oluyor. Orada rakipsiniz, birbirinizi kırıyorsunuz, sonra aynı masada rakı içiyorsunuz. Gergin ortamlar yani. Ama dediğim gibi Çağan zehri vermişti bir kere. Senaryoyu Özen Yula’nın yazacağını, görüntü yönetmeninin Selahattin Sancaklı olduğunu duyunca iyice aklıma yattı. Basın danışmanım Ayşe Barım da “Başkası oynarsa seyrederken üzülürsün” dedi. Düşündüm. Keşanlı Ali yahu bu” dedim... Çok da güzel bakıyorlar bana burada. Süper ortam (tahtaya vuruyor).
Belçim Bilgin: Ben de Rodin’i büyüteyim, sinema ile ilerleteyim kariyerimi diyordum ki bu işi duydum. Duyar duymaz da kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. Zilha rolü benim için çok özel. Yapımcının aklında daha genç birini oynatmak varmış ama seçmelerde bana karar kılındı. Şimdi “İyi ki de bu ekipteyim” diyorum.
“Keşanlı Ali Destanı” ortaokullarda okutulan, oyuncu olmak isteyenlerin içinde yer almayı düşledikleri bir oyun. Sizin de var mıydı böyle bir hayaliniz?
Nejat İ.: Ben bir gün mutlaka Keşanlı Ali’yi oynamalıyım demiyordum ama şöyle de bir gerçek var ki bu Türk edebiyatının en değerli eserlerinden biri. Aldığım eğitim nedeniyle epik metinlere daha yakın bulurum kendimi. Bu da öyle. Hem işin içinde şarkılar falan da var. Tiyatro gibi. Sekiz-dokuz senedir tiyatro yapamıyordum. O özlemi de gideriyorum.
NEJAT İŞLER
“İlk defa reytinglere önem veriyorum çünkü bu eğlencenin bitmesini istemem”
Reyting açısından beklentiniz nedir?
Belçim B.: Beğenip beğenmemek onların kararı ama farklı bir şey görecekleri kesin. Henüz biz de sadece tanıtımları ve fragmanları izlediğimiz için bilmiyoruz, heyecanlıyız.
Nejat İ.: Şu an dördüncü bölümü çekiyoruz. 45 gündür bu setteyim ve daha eğlenmediğim bir gün olmadı. O yüzden reytingler benim için bu defa önemli çünkü eğlencenin bitmesinden korkuyorum. Yani bir gün birinin sete gelip de “Dün kötü reyting almışız” diyerek mutluluğumuzu bozmasından ürküyorum. Kırk yılda bir yakalanacak bir ortam bu. İnsanlar süper. E “Keşanlı Ali Destanı”nı çekiyoruz. Dün yazılmış bir hikâye değil ki altında koskoca bir tarih var. İnsan devam etsin, başarılı olsun istiyor.
“Altında koskoca bir tarih var” diyorsunuz. Bu stres yaratıyor mu? Sizden önce Fikret Hakan, Engin Cezzar, Fatma Girik, Gülriz Sururi gibi isimler oynadı bu rolleri. Kıyaslanacaksınız belki...
Nejat İ.: Bu da işin deli işi olmasının nedenlerinden biri. Herkesin gözü yemez. Riski çok. Saydığın isimlerin ağırlığına baksana. Ama sevdiğimiz için yapıyoruz, girdik işte.
Belçim B.: Herkesin Keşanlı Ali ile ilgili söylecekleri bir şey var doğal olarak. Ama eleştirileri düşünmek için erken. İzleyelim sonra kim, ne diyor bakarız.
BELÇİM BİLGİN
“Nejat öyle bir Ali çıkarıyor ki karşıma, oynarken bazen dalıp gidiyorum”
İlk kez mi birlikte çalışıyorsunuz?
Belçim B.: Evet, bu proje için ilk kez bir araya geldik. Çok uyumluyuz. Ben oynarken bazen Nejat’a dalıp gidiyorum. Repliğimi unutuyorum. Öyle bir Ali çıkarıyor ki karşıma.
Nejat İ.: O bana da oluyor. Ben sahnem olmadığında mesela sette kalıyorum ve izliyorum resmen. Sanki TV karşısındaymışım gibi. Ekibin çoğu tiyatrocu ortaya feci bir iş çıkıyor.
Müzikler oyunda ana karakterler kadar önemli ve belirgindi. Sanırım dizide de durum böyle. Yaptığınız türkü düeti çok konuşuluyor. Bunun için ekstra bir hazırlık yapıldı mı?
Nejat İ.: Açılış için o klasik “Burası Sineklidağ”ı hep birlikte söyledik. O türkü için de ben ilk defa çıplak sesimle şarkı söyledim. Bütün oyuncular da dizide söylüyorlar zaten. Üniversitede şan dersi almıştım. Cemalettin Karagülle’nin öğrencisiyim.
O yüzden ekstra bir hazırlık yapmadım.
Belçim B.: Ben de ilk defa stüdyoya girdim. İnanılmaz bir deneyimdi. Dizide Yalçın Tura’nın orijinal besteleri tabii ki kullanılacak. Ayrıca bu konuda uzman olan Aria Müzik tarafından hazırlanmış özgün bestelerimiz de var.
“Zilha’yı ortaokul yıllarında da oynamıştım, tadı damağımda kaldı”
“Zilha benim için çok özel” dediniz. Sizin var mıydı böyle bir hayaliniz?
Belçim B.: Benim için Zilha bambaşka bir anlam taşıyor. Ortaokulda tiyatro koluyla girdiğimiz bir yarışmada bu oyunla ödül almıştık. Ben Zilha’yı oynamıştım.O zaman amatördüm. Tadı damağımda kalmıştı, şimdi kaldığım yerden devam ediyorum.
Nejat İ.: Çağan’ın çekim teknikleri de farklı. Beni çok etkiliyor. İtalyan sinemasından alışık olduğumuz hareketli çekimler var. Karakterler uzun uzun birbirlerine bakmıyorlar ya da “Benim sözüm bitti, şimdi kapı açılacak, öteki girecek” diye beklemiyoruz. Pat kapı açılıyor öteki giriyor. Yeri geliyor iki karakter üst üste konuşuyorlar. Bunlar hep TV’de alışık olmadığımız işler. 50’lerin sonu 60’ların başında geçiyor. O zamanın dilini kullanıyoruz. “Doğaçlama yapayım, burada ne diyeceğimi unuttum, kafadan atayım” yok.
Rollerinize hazırlık aşamanızda genel olarak uyguladığınız bir yöntem var mıdır?
Nejat İ.: Yattım, kalktım, yemek yedim, içki içtim. Yani hiçbir şey yapmadım. “Bilmem nerede şu kadar vakit geçirdim, gözlem yaptım” açıklamaları var ya. Onlar sadece PR amaçlı. Tamam, at binmeyi öğrenirsin, kılıç kullanmayı ya da bir dili konuşmayı ama gerisi yalan. MİT ajanı oynayacaksın diye MİT’te çalışmaya mı başlayacaksın? Oyunculuk biraz biriktirme işi. Enstrümanın bedenin. Hayata öyle bir gözle bakacaksın ki, karakterleri, tavırları, duyguları içine alacaksın. Dükkan gibi düşünelim bunu. Müşteri geldiğinde de bakacaksın. “Haa Ali mi lazım? O zaman ona biraz şundan, biraz bundan” diyerek o güne kadar topladığın birikimden sunacaksın. Budur oyunculuk.
Belçim B.: Bir de feci bir ekip işi bu. Zilha’ya ne kadar hazırlansam da buradaki seti görüp burada sıfırdan yaratılan mahallede nefes alınca ortaya bambaşka bir şey çıkıyor. Yani biraz da sette şekilleniyor. Tavuklarımız var, atlarımız eşeklerimiz var. Mahallenin ortasında çocuklar koşuşturuyor, çalgıcılar, örgü ören komşu teyzeler... Her şey o kadar gerçek ki.
Nejat İ.: Bu deli işi ya resmen! Bu setteki herkes manyak. Hakan Yarkın seti inşa etti. Evlerin içine gir, hepsi gerçek. Damları bile akmıyor. Manavdaki elma gerçek elma, patates gerçek patates. Yani artık İstanbul’da Sineklidağ diye bir yer var gerçekten. Çağan desen o zaten deli. Yüzlerce kişinin oynadığı altı sayfalık tek bir plan çekti yahu. Bildiğin tiyatro işte: Tek fark, karşımızda kamera var.