Cumalı bir "Güzel AydınlıkötıNecati Cumalı’nın cenazesinde Doğan Hızlan’la, Feridun Metin Aksın’la konuşuyorduk. İkisi de, geçen yılın
son günü bu köşede yayımlanmış yazımdan söz etti. Saf şiiri, yalın şiiri onlar da özlemiş benim gibi.
1950-55 döneminden söz ederken, "Saf şiirin var olduğu yıllardı bunlar" demiştim. "Şiir, yaşamın içindeydi. Okunuyor, ezberleniyor, söyleniyordu. Seviliyor ya da sevilmiyordu. Şairin aklının kenarından bile geçirmediği yorumlar yapılmıyordu. Yazılanlar bu tür yorumlara açık değildi çünkü. Fiyakalı dizeler bile şiirin alçakgönüllülüğünü, yalınlığını taşıyordu."
***
Cumalı, yalın şiirin doruklarında dolaşan bir sanatçıydı. İlk üç kitabını ("Kızılçullu Yolu", "Harbe Gidenin Şarkıları", "Mayıs Ayı Notları") zamanında alıp okumaya yetişememiştim. İlkokul öğrencisiydim daha. Ama 1953’de yayımladığı "Güzel Aydınlık", başucu kitaplarımdan biri olmuştu. İki yıl sonra çıkan "İmbatla Gelen" ise Cumalı’yı "
has şairölerimden biri yapmıştı. Lise yıllarında Anıl’la (Meriçelli), "keşhane"ye gider, Boğaz’a karşı sigaralarımızı gizlice tüttürerek onun şiirlerini okurduk.
Onun gibi yazmaya özenirdik.
Garip çizgisini geliştirerek sürdüren şairlerin ilk sıralarında geliyordu Cumalı. O, şiirin ortak çocuksu sesinden kendi yumuşak söyleyişini üretmeyi bildi. Yazmasa "
dünya yıkılmazdı gerçi" ama o dünyayı alçakgönüllü renkler, incelikler katarak zenginleştirdi.
"Sesi hep öyle sıcak, yüzü aydınlık" kaldı.
O aydınlığı bize de taşıdı.
***
Necati Cumalı’nın sözlerini aktarıyorum (Memet Fuat’ın antolojisinden): "Gerçek şiir pahalı bir şeydir aslında. En küçük bir sadakatsizliği bile affetmez. Şiirden başka şeylerin, günlük çıkarların peşine düştükçe, halktan uzaklaştıkça, şiir de uğramaz olur şairin semtine. Her iyi şair, şiirinin diyetini öder. Kimi tavan aralarında aç, sefil. Kimi sürgünlerde, mahpuslarda. Kimi... kendini korkunç bir yalnızlığa mahkûm ederek."
Kitaplığınızda bir kitabı varsa, çıkarıp okuyun bugün. Yoksa, yarın bir kitabını alın.
Necati Cumalı seçimini yapmış, kendini yalnızlığa mahkûm etmişti. Siz onu unutulmaya mahkûm etmeyin.
BİR DAKİKA ARA Cemal Süreya’nın ilk kitabı "Üvercinka" yeni yayımlandığına göre, sanırım 1958’di. Yeditepe Yayınevi’nde oturuyorduk. Cemal, Yeditepe’nin yaratıcısı, sahibi, her şeyi Hüsamettin Bozok, ressam Agop Arad ve ben. Sanırım Kemal (Özer) ile Adnan (Özyalçıner) da vardı. İlk kitabıyla inanılmaz bir "patlama" yapmıştı Cemal. "Üvercinka"nın ikinci baskısı tükenmek üzereydi. Hepimiz seviniyorduk buna. Ama asıl Hüsamettin Bey’in keyfine diyecek yoktu.
Kapı açıldı. Eflâtun Cem Güney girdi içeri. Kısa süre önce Yeditepe Yayınları’nda onun da bir kitabının, "Bir Varmış Bir Yokmuş"un yeni baskısı çıkmıştı. Hüsamettin Bey, hepimizi teker teker tanıştırdı. Sıra Cemal’e gelince özel bir önem vererek "Şair Cemal Süreya" dedi.
Eflâtun Cem, "Oooo!" dedi Cemal’e. "Memnun oldum. Sizin şiirlerinizi pek severim. Döner döner okurum. En sevdiğim şairlerden birisiniz..."
"Masalcı Dede"nin şiirle bu kadar ilgilendiğini, yeni şiiri böylesine yakından izlediğini düşümüzde görsek hayra yormazdık. Şaşırdık.
Rafa uzandı Eflâtun Bey. "Bir Varmış Bir Yokmuş" kitabından aldı bir tane.
"Size imzalayayım" dedi Cemal’e.
Yazmaya başladı:
"Şiirlerini severek okuduğum..."
Durdu. Başını kaldırıp Cemal’e baktı bir an.
"Affedersiniz," dedi,
"isminiz neydi?"
PAZAR