Pazar“Damat, Süleymaniye’de Tween ise Amerikan Hastanesi’nde doğdu”

“Damat, Süleymaniye’de Tween ise Amerikan Hastanesi’nde doğdu”

01.01.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Dünyanın en önemli markalarından Louis Vuitton’un talip olduğu Damat&Tween markasının sahibi Süleyman Orakçıoğlu: “Zaman zaman hatalar da yaptık. Yediğimiz dayaklar bizi eğitti”

“Damat, Süleymaniye’de Tween ise Amerikan Hastanesi’nde doğdu”

Geçen haftanın ilgi çeken haberlerinden biriydi. Louis Vuitton, Damat Tween markasının hisselerine talip olmuştu. Damat markası, artık dünyanın önemli merkezlerinde karşınıza çıkan bir marka. Tabiri caizse tereciye tere satmayı başarmış bir marka.
Yaratıcısı Süleyman Orakçıoğlu. Aslında Damat Tween markası iki kardeşin eseri. Kardeşi Haldun Orakçıoğlu tasarımla ilgileniyor; Süleyman Orakçıoğlu finans ve yönetimle. Kardeşi görünmekten pek hoşlanmıyor, 20 yıldır birlikte çalışsalar da markayla adı özdeşleşen isim Süleyman Orakçıoğlu.
Okmeydanı’ndaki ofisinde onu beklerken masasına bakıyorum. Bir bilgisayar, bir saat, bir sümen, ona paralel durmasına özenilmiş bir cetvel, bir hesap makinesi... Her şey çok düzenli. Kenarda çocuklarının, eşinin fotoğrafları. Onlar da bir düzen içinde. Bu kadar düzen görünce insan biraz çekiniyor; acaba aşırı titizlenen, haliyle de çabuk gerilen biriyle mi karşılaşacağım?
Tam aksi. Neşeli, güler yüzlü, “Daha son dakika binmediğim bir uçak olmadı. Bir gün de havaalanında bir kahve içsem” diyecek kadar rahat biri.

Haberin Devamı

* 15 yıldır markanızın yurtdışında mağazaları var. Nasıl cesaret ettiniz tereciye tere satmaya?

Üç sıfır mağlup başladık zaten. 1980’lerde Türkiye ihracatı bile bilmiyordu. Şimdi bugün bir proforma fatura dünyanın en basit şeyi değil mi? O yıllarda bunu yapanlar bile parmakla gösterilirdi. Yurtdışındaki markalara fason üretim yapılıyordu, devletin de büyük teşviki vardı. O yolu da seçebilirdik.

* Neden seçmediniz?

Yükünü taşıyacaktık ama gelecekte getirisi olmayacaktı. Bir de bakıyorsun, karşındakilerin yaptığı iş mucize değil. Tamam, tesadüf de değil. Buna tek başına karar vermek de zordu. Aldığınız malzemenin, işçiliğin de belli bir noktaya gelmesi gerekti ihracat yapabilmek için. Hiç unutmam, koleksiyonları yurtdışı takvimine göre hazırlamak için uğraşırdık. Kumaşçılara giderdik, normalde numune kazanlarında 40-50 metrelik kumaş yapmaları lazım. Derlerdi ki “Yok bir renkten ancak bin metre boyarız”. Nasıl alacağım ben o kumaşı? Standardın dışında bir ürün yapmak için beynimiz çatlardı. Müşteriyle empati yapmadığınız zaman neden alsın, seni neden seçsin?

* Yurt dışında ilk mağazayı nerede açtınız?

Johannesburg, Güney Afrika. O zaman oraya direkt uçuş da yoktu, Hollanda üzerinden uçuyorduk. İyi bir müşterimiz vardı orada, Chris. 20 saat uçup Türkiye’ye gelip bizden ürün alıyordu. Onun isteğiyle açtık ilk mağazayı.

* Gözü karalık mıydı, yoksa emin miydiniz tutacağından?

Kendimize güveniyorduk. Hırs da vardı tabii. Zaman zaman hatalar da yaptık. Yediğimiz dayaklar bizi eğitti.

* Nasıl dayaklar yediniz?

15 yıl önce Almanya’da çok iyi bir müşterimiz vardı, Neuss’ta. Senede 2-3 milyon marklık mal satıyorduk, çok memnunduk. Bir Almanya ziyaretimde Kaufhof’tan bavul alıyorum, iki Türk’le karşılaştım. Vardır ya, “Sen ne iş yaparsın, ben ne iş yaparım“ filan... Adamlar dedi ki, “Sizin marka burada çok iyi satıyor, niye kendiniz mağaza açmıyorsunuz?” Bir anda kendimi bavul satan arkadaşlarla Neuss’ta bir yer açarken buldum.

* Sonuç ne oldu?

Önce müşteriyi kaybettik. Sonra açacağımız yere kira, dekorasyon derken paraları da kaybettik. Sürekli mal gönderiyoruz. Satılıyor mu? Satılıyor. Para? Gelmiyor. Niye? Şu oldu, bu oldu. Bir yıl ancak dayandık, bir baktık 500 bin mark eksideyiz. Zararın neresinden dönersek kârdır deyip kapattık mağazayı.

* Bugün en başarılı olduğunuz yer hangisi?

Londra. Dünya ünlüleriyle de buluştuğumuz bir pazar. Valentino da alışveriş yapıyor, Snow Patrol de..

* Louis Vuitton’la flörtünüz nasıl başladı?

Dünyada herkes birbirini biliyor. Özellikle El Capital’in dışından da çok ciddi yatırım gruplarıyla görüşüyoruz. El Capital’den aldığımız teklif o kadar önemli değil, bir opsiyon olarak görüyoruz. İçlerinden en iyi değerlendirmeyi yapmak istiyoruz. Çünkü ancak bir kez yapacağımız bir seçim.

Haberin Devamı

“Henüz 10 yaşındayken dayımın mağazasında kasada duruyordum”

Haberin Devamı

* İlk işiniz neydi?

Hiçbir zaman işsiz kalmadım. Hep çalıştım. Dediğim gibi 10 yaşında başladım çalışmaya. Sonra üniversitede fotoğraf çekerek de para kazandım, arkadaşlarıma ürün satarak da...

* Peki Damat markasına giden yolun ilk tuğlası ne?

Ben üniversitede okurken Elazığ’da küçük bir mağazamız vardı; ama ben orada kalmak istemedim. Mastır için İstanbul’a geldim. Fahir isminde bir arkadaşım vardı, Elazığ’daki mağaza için ürün alıyorduk. Onun yanında takılmaya başladım. İş dünyasının DNA’sını çözmek için ilk laboratuvar, Fahir’in işyeriydi.

* Ne öğrendiniz orada?

Çok muhafazakar bir arkadaşımız geliyorsa Fahir o anda seccadeyi serer, namaza başlardı. Yok, eğlence seven biri geliyorsa, onu bütün kulüplerde gezdirirdi. Bu kadarı da olur mu derdim. Ürünü tanımayı, pazarlık yapmayı, iletişimi orada öğrendim. Bir dönem onunla aynı işyerini paylaştık, sonra devraldım ben o işi. Aslında ilk başladığım yeri Osmanbey, Samanyolu Sokak olarak düşünüyorum. Bir handa, küçücük bir dükkanda... Sonra o kaportaya o motor sığmamaya başladı, şu anda bulunduğumuz binayı satın aldık.

* Damat ve Tween’in isimlerinin hikayesi ne?

Damat erkeğin en iyi, en giyimli halidir. Herkesin de sempatisi vardır. Tween daha profesyonelce, yurtdışına da hitap etmesi için seçilmiş bir isim. Yani Damat isim babası ben olduğum için Süleymaniye Doğumevi’nde doğdu. Öbürü Amerikan Hastanesi’nde.

Haberin Devamı

‘Sadece kendi markamı giyiyorum’

Haberin Devamı

* Sadece kendi markamı giyiyorum. O kadar çok model var ki, zaten başka bir marka giymeye fırsat olmuyor. Koleksiyonlar hazırlanırken 800 civarı model üretiliyor. Sonunda en fazla 200 model kullanılıyor. Üretilmeyen modellerin içinden seçerek de kendime bir koleksiyon yapabiliyorum.
* Her hafta değilse de, 15 günde bir futbol oynuyorum. Oğlum 15 yaşında, boyu beni geçti. Onun takımına yeniliyoruz.
* Kendime dikkat etmeye çalışıyorum. Tenis de oynuyorum, yüzüyorum, yürüyorum. Burada yemeklerimiz organik gıdalardan hazırlanıyor. Çoğu zaman arkadaşlarımızı da çağırıyoruz. Hatta daha sonra bunu bir restorana dönüştürmeyi de düşünüyoruz.
* Kızım Sare 3 aylık. Bebek sevmeyi unutmuş arkadaşlarımız, onu sevmek için bahane yaratıp geliyorlar.

“Çok teklif geldi ama ailede siyaset yasağı var”

* Nasıl bir ailede yetiştiniz?

Rahmetli dedem Kurucu Meclis’in başkan yardımcısı. Babam, Demokrat Parti’nin kurucularından. Dedem Bitlis milletvekili ama Kerkük’ten gelmiş Bitlis’e 1800’lerde. Anne tarafım Elazığlı, ama Kudüs’ten oraya gelmişler. Annemin dedesi Kop Dağı’nda şehit olan subaylardan. Dayısı Batum’da istihbarat subayıyken şehit olmuş. Bir tarafta asker kökenli, bir tarafta bürokrasi kökenli bir aile...

* Girişimci ruhunuzu miras aldığınız biri yok mu ailede?

Annemin babası. 1930’larda gelip Sultanhamam’daki Atalar mağazasını almak için girişimde bulunmuş, sorunlar çıkmış. Çok iyi bir tüccardı. Dayım da öyle. 10 yaşındayken dayımın mağazasından kasada duruyordum. Kapının önünde satılmayan gömlekleri satabiliyordum. Eskimiş jelatinlerini değiştiriyordum, katlama yöntemi yanlışsa düzeltiyordum. İçimden geliyordu.

* En çok onun mu etkisi var üzerinizde?

Babamın da var. Çok güvenilir biriydi. Siyasetin dışında Elazığ’daki ilk kitapçı-kırtasiyenin sahibiydi. Bütün doğu bölgesinin de gazete dağıtımını yapardı.

* Sizin ailede 27 Mayıs nasıl yaşandı?

Ben hatırlamıyorum ama kötü izler bıraktı. Babam üç ay gözaltına alındı. Demokrat Parti’nin gençlik kolları başkanı olarak çektiği bir telgraf yüzünden... Elazığ’dan
Sivas’a gönderildi, Yassıada’ya gidecekken zar zor kurtarıldı. Annem hâlâ “Evimdeki her çekmecenin aranmasını affetmiyorum” der.

* Böyle bir ailede sizden de siyasete girmeniz beklenmedi mi?

Beklendi tabii. Ama ailenin yasağı var.

* Nasıl yasak?

Net bir yasak. “Biz siyasetin mağduru olan bir aileyiz. Siyasetin aileye yaşatacağı bir acı daha çekmek istemiyoruz” dediler. Yoksa çeşitli partilerden epey teklif aldım. Hepsini aile reddetti.

* Siz istediniz mi?

Zaman zaman ikilem içinde kaldım ama yüzde 100 istediğimi söyleyemem. Çünkü işimi seviyorum. Zaten ülke için tanıtım elçisi gibi çalışıyoruz.