12.01.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Şu satırları yazdığım sırada Türkiye’de hava hayli ılıman. Ocak ayının karakışını değil, bazı yörelerde adeta geç kalmış bir sonbaharı yaşıyoruz. Oysa İskoçya’nın batı sahillerindeki, Atlantik Okyanusu kıyısındaki Islay (ayla okunuyor) Adası’nda durum çok farklı. Okyanusun hırçın dalgaları kayalık sahilleri dövüyor, rüzgar, azgın dalgaların köpüklerindeki tuzlu suları minik damlacıklar halinde sokaklara püskürtüyor. Hava, grimtrak bir mavilikte, günlerce güneş gözükmüyor. Nüfusu birkaç bin kişiyi geçmeyen adanın sakinleri, naif resimlerden çıkma gibi bir sevimlilikteki iki katlı evlerinde vakit öldürüyorlar. Kadınlar ada koyunlarının kalın yünlerinden kazak örer ve yemek pişirirken, kocaları da dev bakır imbiklerin başında, harıl harıl viski damıtıyor.
Burası, bir "viski adası"... Zira adada yedi tane damıtımevi var ve dünyanın en ilginç, en kişilikli, ama en "zor" viskileri burada üretiliyor. Adanın yegane endüstrisi viski. Burada üretilen viskiler, İngiltere hazinesine her yıl trilyonlarca lira vergi geliri sağlıyor. Bu zenginliğin hiç de üzerlerine yansımadığı adalıların en büyük lüksleri ise İkinci Dünya Savaşı yıllarından kalma kutu gövdeli pervaneli uçaklara binip anakaradaki Glasgow’a gitmek ve birkaç gün "şehir yüzü görmek".
Çok, çok uzaklardaki ve pek de bağlantımızın olmadığı bu adadan bahsedişimin sebebi, adanın hazinelerinden bazılarının bugünlerde buralara düşmesi... Gerçi bu adanın viskilerinden Bowmore birkaç yıl önce Türkiye’ye gelmişti; Lagavulin ve Bunnahabhain gibi iki Islay viskisi de halen tek tük de olsa bulunuyor ama yeni gelenler de onları aratmayacak iki efsane: Laphroaig ile Caol Ila...
Telaffuzları zor!
Okurlar hemen "Bunlar ne biçim isimler? Nasıl okunurlar ki?" diyecekler. Haklılar. Bu isimler, viskilerin yapıldığı köylerin adları. Binlerce yıl öncesinden, Keltçeden kaldıkları için İngilizceye pek benzemiyorlar. Halen bulunabilen ada viskilerimizden Lagavulin yazıldığı gibi okunuyor. Bunnahabhain "Bunahaven", Laphroaig "Laf-royg", Caol Ila ise "Kol-eela" diye okunuyor. Tam 16 yıl boyunca fıçıda dinlenmiş Lagavulin olağanüstü lezzette, yosun ve duman kokulu, vahşi bir viski. Bunnahabhain ise 12 sene yıllanmış, daha az isli, yumuşak içimli bir ada viskisi. Allied Domecq firmasının yeni ithal ettiği Laphroaig ise ada viskilerinin Lagavulin’le beraber iki doruğundan biri. 10 yıllık bu viskinin ilaç şişesini andıran yeşil şişesinin üzerindeki beyaz etikette, "Tüm İskoç viskilerinin en zengin lezzetlisi" yazıyor. Lagavulin’i de dahil etmek kaydıyla, haklı bir slogan... Prens Charles’ın da favori viskisi olan ve yılda birkaç kez damıtımevini ziyaret ettiği Laphroaig, iyot, is ve deniz kokulu. Daha bu viskiyi kadehe dökerken öyle kokular yayılıyor ki odanın içine, o anda adeta adalara "ışınlanıveriyorsunuz"! Damakta da is ve deniz tuzu tadı geliyor, bu güçlü tatlar dakikalarca silinmiyor...
Diğer yeni getirtilen ada viskisi Caol Ila ise bir başka alem. Bu daha az sivri bir viski ama onda da çok hoş karabiber çeşnileri algılanıyor, güçlü tadına rağmen içiminin yumuşaklığı, fark etmeden şişeyi yarılamanıza bile yol açabiliyor.
Ada viskileri, işte böyleler. Zaten bu zengin ve yoğun tatları yüzünden, kendi isimleriyle şişelenip dünyaya pazarlanmaktan çok, dev tankerlere konup Glasgow’a naklediliyor, orada büyük viski şirketlerinin Johnnie Walker, Ballantine’s, White Horse gibi ünlü markalarının harmanına giriyorlar. Yüzde 5, yüzde 10 gibi oranlarda kullanıldığında bile, harman bir viskiye muazzam karakter veriyorlar.
Türkiye’ye getirtilen saydığım ada viskileri, "tek malt" viskileri. Yani tek bir damıtımevinde, artizan metotlarla, eski bakır imbiklerde ağır ağır damıtılan viskiler. Bunların hammaddesi olan arpalar, ıslatılıp çimlendirildikten sonra adaların toprağının üzerinde bir fosilleşmiş bitki tabakası olan turbanın isinde isleniyorlar ve bu işlem önce arpaya, sonra da ondan yapılan viskiye benzersiz bir is kokusu katıyor. Viski damıtıldıktan sonra fıçılanıyor ve bu kez okyanusun kenarında en az on yıl sürecek bir uykuya yatıyor. Depolarda ya da açık havada bekletilen fıçılardaki viski, yıllar boyunca kaba alkolünü buharlaştırırken, fıçıların çeperlerinden dışarıdaki havayı da "soluyor" ve okyanus rüzgarlarının iyot kokusunu, hatta tuzunu içine çekiyor.
Ancak dikkat: Bu viskiler herkese göre değil. Çayını "paşa çayı" gibi az demli içen (ya da poşet çay kullanan), yemekte acı biberden pek hoşlanmayan, kahvenin az kavrulmuşunu, tavuğun nar gibi kızarmışını değil de haşlanmışını seven "light" meraklısı kişiler, bu viskilerden kesinlikle hoşlanmayacaklardır. Ama lezzetleri damağında gümbür gümbür hissetmek isteyen, yabanıl da olsa yeni tatlara damağı açık olanlar için, ada viskilerinin en iyilerinin ithali, bulunmaz bir serüven fırsatı olabilir...