23.12.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
SOFRADA BAŞ BAŞAYayına hazırlayın: Güliz Arslan
Kadir İnanır’dan söz ediyorum. İlk izlediğim filmi, muhtemelen “Devlerin Aşkı”ydı. Muhtemelen diyorum çünkü o, pek çok insan gibi benim için de aileden biriydi, bir ağabey, bir arkadaş, özenilecek bir adam... O, Tatar Ramazan’dı, İstanbullu İlyas’tı, Karadağlı Rıza’ydı, Ahmet Kaptan’dı. Evet, onu hayatımıza sokan sinemaydı ama sadece Türk sinemasından değil, ülkemizin son 40 yılından Kadir İnanır’ı çekip alırsanız, bir şeylerin tadı kaçar. O sadece dev bir aktör değil, aynı zamanda ülkemizin son 50 yıllık değişiminin somutlandığı insanlardan biridir. Köyün çözülüşünün, kentleşemememizin, demokrasimizin ağır aksaklığının, insanlık kavramının değişmesinin, eski kültürle, yeni kültür arasındaki çatışmanın... Sosyologlar ülkemiz kültür tarihinin kodlarını onun yaşamı üzerinden de okuyabilir dersem abartmış olmam.
İşte bu nedenlerle, “Milliyet için Kadir İnanır’la sohbet eder misin?” dediklerinde hemen kabul ettim. En son bir yıl kadar önce, hastalığından hemen sonra evinde karşılaştığımız Kadir Ağabey’i görmek şahane olacaktı. Karlı bir İstanbul akşamında ikimizin de çok sevdiği İstanbul’u kuşbakışı gören bir restoranda buluştuk. Rakılı, güzel bir sohbet oldu, umarım sizlerin de hoşuna gider.
Kadir İnanır: “Yüreğini temiz tutmuş, nefretle dolurmamış insanlar için her zaman bir şeyler yaparım ama etrafa kötülük saçanlarla niye uğraşayım? İki laf yapıştırırım nereden geldiğini şaşırır.”
Ahmet Ümit: “Çok güzel bir hayatım oldu, eminim senin de olmuştur. Ama karşılığını da veriyoruz. Bundan daha güzel, daha değerli bir şey düşünemiyorum. Aldığını vereceksin... Saygıdır bu.”
İkilinin sohbeti sağlık güncellemeleri ile başlıyor...
Ahmet Ümit: Sağlığın nasıl Abi? Kontroller devam ediyor değil mi?
Kadir İ.: Evet, hepsi tertemiz çıktı. Gayet iyiyim.
Ahmet Ü.: Sigara bitti mi artık?
Kadir İ.: Evet, bitti. Artık birisi sigara içtiğinde o kokudan çok rahatsız oluyorum. Ama bazen de bu şiddetle bir tane patlatayım istiyorum.
Ahmet Ü.: Ama abi yapma, boşver.
İnanır, geçtiğimiz cuma vizyona giren filmi “Elveda Katya”dan bahsediyor. Filmde Batum’da bir yetimhanede büyüyen Katya (Anna Andrusenko), 18 yaşına gelince babasının (Kadir İnanır)Trabzon’da yaşayan bir kaptan olduğunu öğreniyor.
Ahmet Ü.: Biz en son görüştüğümüzde bu film var mıydı?
Kadir İ.: Hastalıktan sonra bir an önce hayatıma döneyim istedim. Bu filmin hikayesi de cazipti. Çok önemli bir konu bu. Rus kadınları ile ilgili bu mesele, aslında bütün aileleri yakından ilgilendiriyor. Yalnız Türkiye’ye ait bir konu da değil üstelik... Dünyanın her yerinde var.
Ahmet Ü.: İçine sindi mi filmin son hali?
Kadir İ.: Hem benim sinematografimde hem de Türk sinemasının genel sıralamasında “Hadi canım, sen dışarı” denecek cinsten bir film değil. Sen son kitaba gelen yorumlardan memnun musun?
Ahmet Ü.: Beni çok mutlu eden bir kitap oldu. Satışı da çok iyi. Bir de ödül aldı. Bu ikisi beraber olunca tabii çok mutlu oluyorsun.
Kadir İnanır: “Kameraya ‘Seni çok kötü yapacağım’ derim”
Ümit, usta oyuncuya çocukluğunduğundan beri duyduğu hayranlığı içtenlikle paylaşıyor.
Ahmet Ü.: Ben çok küçüklükten beri hayranınım biliyorsun. Çocukluğumuz ve ilk gençliğimiz seninle geçti. Benim aşık olduğum ya da bana aşık olan kadınların bir kısmı “Bana Kadir İnanır gibi bakma” filan demişlerdir.
Kadir İ.: Zaten fotoğraf olarak birbirimizi andırıyoruz.
Ahmet Ü.: Türkiye’de bir film sektörü varsa oradan Kadir İnanır’ı çekerseniz çöker.
Kadir İ.: Bu sadece benim karakterimle, yeteneğimle ilgili bir şey değil. Yani çökerse Kadir Abi’yi çıkarırsak değil, Kadir Abi’nin filmlerini çıkarırsak çöker herhalde. O filmler olmasa sen bana bu saygıyı göstermezdin.
Ahmet Ü.: İnsan olarak tanısam severdim yine ama nereden tanıyacağım?
Kadir İ.: Ben bunu her zaman söylüyorum. Öbür türlü beni biraz megolamanlık olur. O filmlerin nasıl çekildikleri çok önemli. Milletin onu bilmesi lazım.
Ahmet Ü.: Yeşilçam’da hakikaten film çekmek inanılmaz bir kahramanlıktı değil mi? Bir şey okumuştum, Şerif Gören ile bir film çekiyorsunuz zorlu koşullarda... Neydi o?
Kadir İ.: “Katırcılar”. Uludere’de vurulan çocukların öyküsü işte. 1986’da çektik. Bizi de orada Allah’tan vurmadılar yani.
Ahmet Ü.: Vurabilirlerdi...
Kadir İ.: Öyle filmler çekmişim ki tarihe gerçek olarak düşmüş. Bulutların üzerinde dans eden hikayelerin filmlerini yapmadık çünkü. Yaşasa ne iyi olurdu dediğin karakterler oynadık. Sinema bizde biliyorsun, Muhsin Ertuğrul’un tiyatro anlayışıyla getirip yerleştirdiği bir durum. Muhsin Ertuğrul kamerayı koyuyor, aynı tiyatro sahnesi gibi insanlar gidip geliyorlar, ben girdikten hemen sonra kamera ağırlıklı olarak sokağa çıkmaya başladı. Sokağa çıkması demek, sokaktaki hayatın gerçeklerini de göstermesi demek.
Ahmet Ü.: Sinemaya ilk başladığın zamandan bugüne sinemaya dair duyguların değişti mi?
Kadir İ.: Başladığımda sinemayı öyle önemsiyordum ki sanki bana dünyanın en ciddi işiymiş gibi geliyordu. Sinema geri kalmışlığı açığa çıkarır. Öyle bir görev ki okuyamayan insanlara bir hayat sunuyorsunuz. Bir film yaptığın zaman milyonlarca insan heyecanlanıyor, kinleniyor, gözyaşı döküyorsa müthiş bir görev yapıyorsun. Bu bilince çok çabuk vardım. Şimdi de şu an buradan çıkıp bir film setine gitmenin heyecanını bana başka hiçbir şey veremez.
Ahmet Ü.: Peki şöhret söz konusu olunca insan psikolojisini bozacak tehdit nereden geliyor sence? Para mı, kadınlar mı nedir?
Kadir İ.: Şöhret öylesine büyük bir beladır ki insanın başında, onu iyi hazmedip koruyamadığın sürece bir insan için en tehlikeli damga haline gelebilir. “Her şöhretin bir bedeli var ödenmiş ya da ödenecek” derler. Şöhret olduysan şunu düşünmelisin, “Seni şöhret yapan ne?” Bu soruya ne diye cevap veriyorsan o şeye saygılı olman lazım. Dayanıklı olmak, çözülmemek dağılmamak, güçlü olmak, bilgili olmak, sabırlı olmak lazım. Tüm bu kavganın içinden süzülürsen şöhreti hazmedebiliyorsun. Yoksa şöhret tek başına tüm bu sorumluluklardan azade senin kimliğin olarak durursa seni paramparça eder. Bu yük ezer. Sen ona “Ben seni ezerim” demek zorundasın. Ben kameranın karşısına çıktığın zaman diyorum ki kameraya “Seni çok kötü yapacağım. Sen beni asla kötü gösteremeyeceksin. Başarısız gösteremeyeceksin.” Kamera öyle acımasızdır ki hayatın kendisi gibi yanlış olan her şeyi aynen çeker ve sunar.
Ahmet Ü.: Yolda durduruyor, tanışmak istiyorlar, çok güzel kadınlarla karşılaşıyorsun, çok tuhaf teklifler geliyor. “Şu kadar para vereyim benim hayatımı yaz” diyorlar. Dediğin gibi sağlam durmak lazım.
İkili ana yemek olarak Trakya kıvırcığın iki çeşidini tercih ediyor. Ana yemeklerle birlikte sohbet de derinleşiyor...
Kadir İ.: Bana “Neden hala bir şeyleri eleştiriyorsun, köşene çekil, sanatını yap, ne işin var devletle, siyasetle?” diyenlere çok kızıyorum. Sana da diyorlar mı böyle şeyler?
Ahmet Ü.: Diyorlar, “İnsan olduğum için, vicdanım olduğu için...” diye yanıt veriyorum. Bizim Antep’te şöyle olurdu, iki kişi kavga eder kimse karışmaz ama iki kişi birleşip bir kişiye saldırırsa, o iki kişi mutlaka dövülürdü. Biz sanatçılar her zaman güçlüye karşı, haksızlığa karşı elbette mazlumun yanında yer alacağız. Yanlış olan sadece devletle, siyasetle ilgili de olmayabilir, bir adamın çiçekle ilişkisinde de olabilir. Sulamıyorsa o çiçeği, biz bu sefer o çiçeğin yanında olacağız. Muhaliflik budur. Karanlığın arttığı dönemlerde sözümüzü söylemekten başka yolumuz yok bizim. Nefes alamayız sonra, aynada yüzümüze bakamayız... Sende de onu görüyorum, dayanamıyorsun, geçen gün o ecdad meselesiyle ilgili konuşmuşsun.
Kadir İ.: Konuştum evet. Çünkü bizim ecdadımızla yüzleşmemiz lazım. Zevk-ü sefaya dalmış ecdadlarımız yok mu? Deli Mustafa bizim ecdadımız değil mi? Hamasi duygularla onların kötülüklerini görmezden mi geleceğiz? Çocuğunu kesmiş bir babaya laf söylemeyecek miyiz? Bunu anlatmaya çalıştım. “Kadir Abi’ye yakıştı mı?” dediler.
Ahmet Ü.: Tabii, tarih yoksa ne işe yarar ki? Tarihi yapılan yanlışları bir daha yapmayalım diye okuruz. Madem bu adamlar bu kadar kusursuzdu neden çöktü bu imaparatorluk? Günahıyla sevabıyla kabul edeceksin. Bundan korkacak bir şey yok, tarihle, gerçekle yüzleşmemek aptallık.
Kadir İ.: Bir de ben bu konuda bunları söylüyorum çünkü bilgi sahibiyim. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş devrinden yakın tarihe kadar olan dönemlerle ilgili birçok kitabı hatmettim. Alternatif tarih de okurum. Gerçekleri ne kadar halının altına atabilirsiniz? Bütün insanlık tarihinin kahramanlarının hataları yok mu?
Ahmet Ü.: Bir imparatorluk varmış, çökmüş. Neden komplekse kapılıyorsun? Bu topraklarda bu kadar imparatorluk yaşamış, biz hepsinin mensubuyuz, onun kompleksine kapılacağına bugün memleketi nasıl ileri götürürüm diye düşün.
Ahmet Ümit: “Bir Yeşilçam’a saygı hikayesi yazıyorum”
Yemeğin sonunda, sıra yeni projeleri konuşmaya gelince İnanır maden suyu, Ümit çay içiyor.
Ahmet Ü.: Yeni proje var mı Abi?
Kadir İ.: Yazarsan olacak.
Ahmet Ü.: Yazalım Abi.
Kadir İ.: Yazıyor musun şu ara bir şeyler?
Ahmet Ü.: Yazıyorum. İsmini söyleyeyim sana bakalım ne diyeceksin; “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”. Yılbaşı gecesi başlıyor hikaye. Bir Nevzat hikayesi ama içinde Beyoğlu, pavyonlar, kumarhaneler, Azize diye bir konsomatris kız var. Bir tür Yeşilçam’a saygı...
Kadir İ.: Benim iyi bildiğim bir yapılanma. Bizim ömrümüzden 27 yıl Beyoğlu’nda geçti. O yüzden biraz yaşlı olsun o Abi.
Ahmet Ü.: Tamam Abi, anlaşılmıştır.
Kadir İ.: Şimdi ben yarından sonra röportajlarda söyleyeceğim; “Beyoğlu’nun abisi geliyor” diye. Günümüzde mi geçiyor?
Ahmet Ü.: Evet. Hep tarihi kitaplar yazdım, bu günümüzde geçsin istedim.
Kadir İ.: “Sultanı Öldürmek” gibi kalın mı olacak?
Ahmet Ü.: Yok, 250 sayfa. Mayısa yetiştirmeye çalışıyorum.
Kadir İnanır: “Jülide ile ülke sorunlarını tartışırız. Ben daha toleranslıyım, o özellikle kadınlar konusunda tam bir cengaver”
Ahmet Ü.: Neler yapıyorsun gün içinde?
Kadir İ.: Bir saat spor yapıyorum her gün. Yarım saat yürüyorum, yarım saat de aletsiz jimlastik... Sonra kahvaltıyla beraber günlük gazeteler geliyor. Yıllardır takip ettiğimiz köşe yazarları var. Haberler birbirine benzemiş olsa bile yorum farklılıkları var. Bir-iki saatimi de ona ayırıyorum. Sonra kitap... Dostlarımla görüşüyorum. Kitabı yazıyorum biraz. Her gece ortalama iki film seyrediyorum. Jülide (Kural) ile ülke sorunlarını tartışıyoruz yeri geldikçe. Ben biraz daha toleranslıyım, o sosyalist kişiliğiyle beraber özellikle kadınlar konusunda bir büyük cengaver.
Ahmet Ü.: Çok saygı duyuyorum Jülide Hanım’a gerçekten.
Kadir İ.: Ben de çok saygı duyuyorum. Gurur duyuyorum onunla. Aşağı yukarı bütün günüm böyle geçiyor Ahmetçim. Sen neler yapıyorsun?
Ahmet Ü.: Yeni kitapla uğraşıyorum. Beş yaşında bir torunum var, Rüzgar, o olduğu zaman her şey duruyor. 31 yıllık bir evliliğim var. Eşim hem yoldaşım hem en büyük destekçim. Her yere birlikte gideriz, birlikte okuruz. Düzenli bir hayatımız vardır. Ben de her sabah spor yapıyorum. Kahvaltıdan sonra ben evde yazacaksam yazarım yoksa çıkarım. O çevirisine bakar.
Kadir İnanır: “Tanrı beni geçen yıl yanına almak istedi, sonra ‘Hadi git, biraz daha çalış, sonra alacağım’ dedi sanki”
Ahmet Ü.: Bizim ortak bir tarafımız da şu; ikimiz de İstanbul’a dışarıdan geldik ve çok çocuklu ailelerin çocuklarıyız. Yedi kişilik bir ailenin son çocuğum ben.
Kadir İ.: Ben de son çocuğum. Sen nasıl tutundun bu şehirde?
Ahmet Ü.: 90’lı yıllarda Bekir (Yıldız) Abi “Ne yapıyorsun sen?” dedi “Yazıyorum Abi” dedim.
Bana “Oğlum burası Bizans. Duvarları kapalı, nasıl gireceksin buraya?” dedi. “Deneyeceğim Abi” dedim. Şimdi bakıyorum da o duvarları parçaladık be Abi. Girdik ve bu şehri güzelleştirdik. “Beyoğlu Rapsodisi” kitabımda Beyoğlu’ndaki binaların tarihlerini yazdım. Artık İnci Pastanesi yok ama benim kitabımda var. Emek Sineması’nı günün birinde olmayacak ama ben onu yazdım. Biz Fatsa’da, Antep’te doğduk ama yaşadığımız her yere sahip çıkacağız, oranın sorumluluğunu taşıyacağız. Belki bu şehir İstanbullulardan daha fazla İstanbul bilinci yarattı bizde. Senin filmlerinde var benim yazdıklarımda... Gittiğimiz yerlere borcumuzu ödedik. Hayata karşı da... Benim çok güzel bir hayatım oldu, eminim senin de olmuştur. Ama karşılığında sorumluluğumuzu da yerine getiriyoruz. Bundan daha değerli bir şey düşünemiyorum. Aldığını vereceksin. Saygıdır bu.
Kadir İ.: Tabii.
Ahmet Ü.: Sen Fatsa’ya gidiyor musun?
Kadir İ.: Gidiyorum. Büyükler öldükten sonra kalanlara destek olma gibi bir misyon ediniyorsun. Bazen çok bunalıyorsun, yardıma ihtiyacın varken onları göremiyorsun yanında, kırılıyorsun ama temelde bu yükü taşımak zorundasın. Şu şekilde düşünüyorum ve rahatlıyorum: Tanrı beni geçen sene yanına alıyordu ama sonra durdu ve şöyle dedi: “Oğlum sen git, hiç parayla pulla uğraşma, filmlerini çek, ailene sahip çık, dostlarına güzel şeyler söyle. Bitmedi senin işin, biraz daha çalış sonra alacağım”.
Ahmet Ümit: “Dizi yazmayı düşünmüyordum ama sana saygımdan kabul etmiştim. Ne güzel bir çağdaş Don Kişot hikayesi olacaktı”
Kadir İ.: Televizyon sahipleri dizi yayınlarken deneme-yanılma metodu uyguluyor, bu çok onur kırıcı. Bu kadar çabuk yazılan işten kalite beklemek delilik! Senaristler bunu söyleyince belki bana kızıyorlar ama onlar da çok iş yaptıkları için yeteneklerini kaybediyorlar bence. Sana diyecek ki mesela “Bana 26 bölüm bir senaryo yaz, al parası da şu kadar”. Benim bir televizyonum olsa, 400 milyon da değeri olsa, oradaki en değerli işin iyi olması için bir-iki milyon doları riske ederim. Onun iyi olmasının ana kaynağı da senaryo. Ben dünyanın en büyük aktörü olsam ne olacak, senaryom güzel olmadıktan sonra? Dizilerin lokomotif güç olduğunu gördüğümden beri aynı şeyi söylüyorum; tedbir alın!
Ahmet Ü.: Haftada bir film çekiliyor resmen! 125 sayfa senaryo bir haftada yazılabilir mi?
Kadir İ.: Beğenilmeyince de “Ahmet Ümit’in yaptığı senaryo kötü” deniyor. Hayır kardeşim kötü değil, siz kötü yaptınız.
Ahmet Ü.: Geçen yıl seninle yapacağımız proje de ondan olmadı ya işte. Ben hiç dizi yazmayı düşünmüyordum ama sen “Ahmet beraber bir şey yapar mıyız?” deyince sana olan saygımdan hemen kabul ettim. Ama en insani standartları kabul ettiremedik yapımcılara. Ne güzel bir çağdaş Don Kişot hikayesi olacaktı... Hoş belki hâlâ hayata geçirme fırsatı bulabiliriz...
Kadir İ.: Ben neden sana “Gel bereber bir şey yapalım” dedim? Senin bir romanını alırım, kamerayı koyarım, olduğu gibi çekerim. Senaryo gibi yazıyorsun zaten. Biz de sinema izler gibi okuyoruz.
Ahmet Ü.: Ben yazarken ciddi ciddi oynuyorum. O karakter nasıl bakar, nasıl konuşur canlandırıyorum kendi kendime.
Kadir İ.: Bizim Safa Önal yapar onu. Şiddetle oynar bütün sahneleri.
Ahmet Ü.: Oynamadan gerçekçi olmuyor çünkü. O kahramanın sözleri çok önemli. Çünkü bunu dedi ama derken gözünden nasıl bir parıltı geçti. Elini saçına götürdü mü? Adama nasıl baktı?
Ahmet Ümit: “Anılarımı ileride kızım ya da torunum yazsın isterim”
Ahmet Ü.: Türkan Şoray anılarını yazdı. Senin var mı böyle çalışman Abi?
Kadir İ.: Var, bitecek, az kaldı. Biraz sert bir kitap olacak. Hiçbir şey gizli kalmayacak. Sadece anı kitabı değil, 40 yıl boyunca kendi gelişimim, mesleğin gelişimi,toplumun gelişimi... Ne yasaklar, ne direnişler, ne aşklar, ne kavgalar, hepsini göreceksiniz. Sen yazıyor musun anılarını?
Ahmet Ü.: İleride belki... Gönlümden geçen şu; kızım ya da torunum yazsın benim hayatımı. Biraz da acımasız olsunlar yazarken. Ne kadar da olsa biz biraz hoşgörülü bakıyoruz hayatımıza.