17.11.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Burcu Karakaş / bkarakas@milliyet.com.tr
Doç. Dr. Meral Serarslan, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Anabilim Dalı başkanı. Erken ve zorla evliliklerin sinema ve televizyondaki temsilleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Serarslan, dizilerin gereğinden fazla romantize edildiği görüşünde. Serarslan ile televizyon dizilerinde ve beyaz perdede kurgulanan hayatların toplumda bulduğu karşılığı konuştuk.
Doç. Dr. Meral Serarslan televizyon dizilerinin gereğinden fazla romantize edildiğini söylüyor.
Zorla evlilikler olması gerektiği şekilde aktarılıyor mu?
Oldukça romantize edilmiş bir şekilde ele alınıyor. Örneğin “Sıla” dizisi. Hikayede, Cansu Dere’nin canlandırdığı Sıla karakteri, İstanbul’da son derece varlıklı ve modern bir ailenin kızı. Bir gün Sıla’nın babası Güneydoğu’dan geliyor. Kızını evlatlık vermiş, geri istiyor. Boran Ağa ile evlendirmek istiyor. Kızın buna tepki göstermesini bekliyoruz. Gösteriyor ama anlıyoruz ki aslında karşılaştıklarında Boran’la birbirlerine âşık olmuşlar. İşin gerçekçi olmayan tarafı bu. Ne güzel bir kader bu yani! Birileri sizi zorla alıp götürüyor, karşınıza son derece genç, yakışıklı ve zengin, üstelik okumuş biri çıkıyor.
“Kadınların kendilerine bakışı da problemli”
Bu noktada esasen karşı çıktığınız husus, gerçek hayatta olayların dizilerde aktarıldığı gibi gelişmediği mi?
Gerçek hayatta kaç kişinin ikinci geceyi beklediğini duydunuz? Bırakın ikinci geceyi, Boran Ağa
o kadar romantize bir karakter ki ikinci hayatını bekleyecek neredeyse! Sorunlu kısım bu.
O kadar arzu edilir bir ağa var ki karşınızda, hangi genç kız böyle bir ağayla evlenmek istemez? Basına yansıyan bir Güldünya meselesi vardı. O olayın üzerinden bir dizi yapıldı. Dizi, Güldünya gerçeğinden yola çıkarak sığınmaevlerindeki kadınların hikayelerini anlatıyordu. Beşinci bölümde yayından kalktı. Çünkü o daha gerçekçi anlatıyordu, kimse kaldıramadı. Dizilerde gerçeği olduğu ya da ona yakın bir biçimiyle görmek izleyicinin işine gelmiyor.
Samanyolu kanalında gösterilen “Küçük Gelin” dizisi geçtiğimiz hafta en çok izlenen program olarak kanalı birinciliğe taşıdı. Buna şaşırdınız mı?
Şaşırmadım. Fikir sahibi olacak kadar ilgilendim diziyle henüz, anladığım kadarıyla gelin gerdek yaşamamış. 18’ini doldurana kadar
böyle bir şey yaşanmayacaktır. Çünkü onu insanlar kaldıramaz. Zaten bütün gerilim, o ilişkinin yaşanmaması üzerine kurulu. O da romantize edilmiş bir dizi.
Çocuk gelin sorununu konu alan bir dizide seyirciyi çeken nedir?
Gerçekte yaşadığımız, son derece ağır şartları olan bir dünya var. Geçim sıkıntılarıyla insanı ruhsal ve fiziksel olarak yoran bir dünya. Bir de bunun karşılığında ekranda, her şeyi planlayabildiğiniz, arzu ettiğiniz sonuçlara ulaştırdığınız kurmaca bir dünya var. Dizilere öyle bakmak lazım. “Küçük Gelin”de izleyicilerin arzuları büyük ihtimalle çocuğun belli bir yaşa gelinceye kadar bu maceranın sürmesi ve el değmemişliğini o zamana kadar koruması. Çocuk şu an 12-13 yaşında falansa, bu dizi yaklaşık beş-altı sene sürer. Dizi tutmuşsa eğer, hiç merak etmesin kanal, daha beş sene süresi var.
Yaptığınız bir sunumda, “Üzerine gül koklanmış kadın” ile “Gül diye koklanmış kadın” ayrımı üzerinden güzelliğin beyaz perdedeki temsilinden de bahsettiniz.
“Berdel” filmi üzerinden verdiğim bir örnekti. Filmde üzerine kuma gelen kadını Türkan Şoray oynuyor. Şoray’ın Türkiye’de nasıl bir algısının olduğu bilinen bir şey. Güzellik ölçüsü sayılıyor. Türkan Şoray üzerine gül koklanmış kadın durumunda. Son derece güzel. Kumayı ise Füsun Demirel oynuyor. Lütfen ikisi de alınmasın bana. Zaten canlandırdıkları karakterlerin neyi temsil ettiğini ikisi de biliyordur. Burada, iyi sayılan bir uygulamayla kötü sayılan bir uygulamanın, “güzel kadın”, “çirkin kadın” algısı üzerinden örneği
o sahne. Üzerine gül kokladığınız kadın son derece güzel. Gül diye kokladığınız kadın çirkinleştirilmiş bir kadın. İyiliğin güzel görünüm, kötülüğünse çirkin görünüm üzerinden temsil edilmesi durumu var. Bir kadın tanımıştım, oğluna çok güzel bir kız arıyordu. “Güzel olan iyi olacak diye bir şey yok” dedik kendisine. “İçinin güzelliği dışına yansır” dedi. Kadınların kendilerine bakışlarında da ciddi problemler bulunuyor. Erkek egemen dünyanın kadına yüklediği rolleri, erkek algısıyla kabullenen bir kadının kendine bakışı zaten problemlidir.
“Dizilerde dön dolaş aynı hikayeler anlatılıyor”
Akademik çalışmalarınız vesilesiyle birçok dizilere ve filmlere hakimsiniz. Sizi zorla evlilikler konusunda en rahatsız eden şey nedir?
Biri geçenlerde, “Dizileri, filmleri normal izleyebiliyor musun?” diye sordu. Konunun birçok boyutunu ister istemez bilen birisi olarak, bu işlerin nasıl yapıldığını, içeriklerin nasıl üretildiğini, hangi amaçla neye hizmet ettiğini bildikten sonra normal izleme diye bir şey söz konusu değil. Rahatsız edici o kadar şey var ki, hangisinden başlayayım? Nihayetinde başını derde sokan kadınlar ve onları kurtarmak zorunda kalan erkeklerle dolu bir kurmaca dünya yaşıyoruz. Dön dolaş aynı hikayeler. Acaba gerçek hayatta erkeklerin kaçı kendini kurtarabilmiş ki kadınları kurtarabilsinler? Gerçek hayatta bir kadın bir erkeğe boşanmak için, “Hiç romantik değilsin” diyebiliyor. Ama bir hayat gerçekliği var. Bir kere romantizm ne? Mum ışığında yemek yemek mi, yoksa apar topar bir yere gitmeniz gerekiyorken eşinizin size makarna yapıp, “Şunu ye de öyle git” demesi mi? Bu daha romantiktir diye düşünüyorum.
Diziler üzerinden yaratılan romantizm o kadar tuhaf, o kadar gerçek hayattan uzak, insanları karşılanamaz beklentiler içine sokan bir algı ki.
Başrolünü Beren Saat’in oynadığı “Fatmagül’ün Suçu Ne?” tecavüz olayının örtbas edilmesi üzerine kuruluydu.
“Göstermekle görselleştirmek birbirinden farklı şeyler”
Televizyonun evimizin içinde olma, evin bütün bireylerine her an açık olma durumu var. Etik olarak birtakım görüntüleri
belli saatlerde yayımlayamazsınız. Bazı görüntüleri de hiçbir saatte yayımlayamazsınız. Bir görüşe göre şiddeti göstermek onu meşrulaştırmaktır. Bir başka görüşe göre de göstermek meşrulaştırmaz, nasıl gösterdiğinize bağlıdır. Toplumsal olarak karşılaşmak istemediğimiz bir olguyla karşılaşmak durumunda kalıyoruz. Burada ciddi bir sıkıntı var. O görüntüleri izlemeyi seçemiyor evdeki insanlar. Sinemaya gittiğinizde seçebiliyorsunuz. Mesela, “Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisinde tecavüz sahnesi olmasa olmazdı. Bir şekilde görselleştirilmeliydi, bütün mesele o olayın örtbas edilmesi üzerine kurulu. Ancak göstermekle görselleştirmek farklı şeyler.