PazarHayatımı yazsalar biyografi olurdu

Hayatımı yazsalar biyografi olurdu

05.01.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hayatımı yazsalar biyografi olurdu

Hayatımı yazsalar biyografi olurdu



Hayatımı yazsalar biyografi olurdu


Şimdi masamda Faruk Bildirici’nin Mesut Yılmaz’ı anlattığı "Hanedanın Son Prensi", İhsan Öksüz’ün Şenol Güneş’in hikayesini yazdığı "Güneş Doğudan Yükselir", milli kaleci Rüştü için yazılmış "Tuana’nın Babası Rüştü" ve Şakir Süter’in "Beyaz Elbiseli Kadın" adlı kitaplar var. Dört kitap da biyografi türünde ve dördü de son birkaç ay içinde yayımlandı. (Meraklı okur, geçen yıl içinde Rahşan Ecevit ile Fatih Terim üzerine yazılan biyografileri de hatırlayacak.)
Biyografi kitaplarında son zamanlarda bir artış var ama biyografi Türk edebiyatının ıskalanmış, yeterince önemsenmemiş bir türü aslında. Tabii bu da, yazılmamış her hayat hikayesiyle birlikte tarihin de eksik kalması anlamına geliyor. Soner Yalçın’ın sözleriyle söylersem "Mesut Yılmaz gibi kaderimizi etkilemiş bir insanla ilgili yalnızca iki kitap var. Özal için yazılmış kitapların sayısı 10’u geçmiyor. Bu, trajikomik bir şey." Peki mevcut manzarada bu birkaç kitap bir kıpırtı sayılabilir mi? Talep, kaynaklar, çalışma koşulları ne durumda? Edebiyat eleştirmenleri ve yazarlara biyografinin halini ve önemini sorduk.

"İkisi de benimle görüşmedi"
Tansu Çiller’in hayatını anlattığı "Maskeli Leydi" ilk yayımlandığı 1998 yılından bu yana 25 baskı yaptı. Geçen ay "Mesut Yılmaz ve ANAP’lı Yıllar" üst başlığıyla yayımladığı son kitabı "Hanedanın Son Prensi"nde Mesut Yılmaz’ın yaşamöyküsünü anlattı.

"Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi" adlı kitabınızı da sayarsak, bu üçüncü biyografi kitabınız. Biyografi yazımının nasıl bir farkı var ötekilerden?
Ben biyografi yazımında iki ana akım olduğunu düşünüyorum: İçeriden yazılanlar ve dışarıdan yazılanlar. İçeriden yazılanlar, tamamen o karakterin onayını alarak yapılan çalışmalar. Dolayısıyla da, yaşamı yazılan kişiyi rahatsız etmiyor. Hatta onun imajını besliyor. İkincisi de dışarıdan yapılan çalışmalar. Bu çalışmalarda genellikle sorun çıkıyor; yaşamı yazılan kişi kitabın çoğu bölümüne itiraz ediyor. Ama ben doğru metodun bu olduğunu düşünüyorum. Mesela en son Mesut Yılmaz’ı yazdım. Yazdığım metni Yılmaz’a götürüp okeyleterek bir şey yazsam Anavatan Partisi’nin seçim bildirgelerinden farkı kalmazdı.

Siz önce Çiller’in, ardından Yılmaz’ın hayatını yazdınız. Neden özellikle bu iki isim?
Sanıyorum bu iki isim Türk siyasi yaşamında birbirini bütünlüyordu. Birbirlerine vurdular ama asla yok etmeye çalışmadılar. Biri yok olursa öteki de yok olacaktı, bunu anlamışlardı. O nedenle aralarındaki dehşet dengesini korumaya çalıştılar ama seçmen de korudu o dengeyi. İkisini de sildi siyasi yaşamdan.

Kitabı yazarken Mesut beye ve Tansu hanıma ulaşmakta güçlük çektiniz mi?
Tansu hanımla konuşmadık. Çok girişimde bulundum ama istemedi. Çünkü ben o kitabı yazdığım sırada daha önce yazılmış altı Çiller biyografisi vardı. Altısı da aleyhineydi. "Ne olacak yedincisi de olsun" dedi belki. Mesut beyin de üç yıl peşinden koşup bir kez konuşabildim. Bu da son görüşme oldu.

Kitaptan sonra sizi aradılar mı?
Hayır. Tansu hanım mahkemeye verdi zaten. Mesut bey bir röportajda okumadığını söyledi. Sanırım kitap hakkında konuşmak istemiyor.

"Şenol arkadaşım ama sadece 15 dakika konuştuk"
Gazeteci İhsan Öksüz’ün "Güneş Doğudan Yükselir" adlı kitabı, A Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş’in hayat hikayesini anlatıyor.

Şenol Güneş’le ilgili bir biyografi yazma fikri nasıl oluştu sizde?
Bu kitabı yazmaya ben karar vermedim. Kim Yayınevi böyle bir teklifte bulundu. Hemen reyting yapabilecek bir kitap istediler. Ama bende yeterli doküman olduğu için ciddi bir çalışma yaptım.

Kitapta nasıl bir metot izlediniz?
Şenol hocayla görüşme fırsatımız pek olmadı. Hem çok yoğundu hem de pek sıcak bakmadı. Böyle bir kitabı kendisinin yazmak istediğini söyledi. Aslında Şenol benim 30 yıllık arkadaşım ama iş başka arkadaşlık başka.

"Şenol 30 yıllık arkadaşım" dediniz. Bu, biyografi yazan birisi için zor bir durum değil mi?
Ben Trabzonspor’un üyesiyim ama kör fanatik değilim. Durum neyse, onu yazdım. Ama Şenol kitabı görünce çok sevindi. Dünya Kupası üçüncülüğünden bile çok sevindi belki.

Bu kitabı yazarken sizi en fazla zorlayan şey ne oldu?
En zor şey hocayla konuşmaktı, 10-15 dakika ancak konuştuk. Ama eşi Semra hanım çok yardımcı oldu.

Bu biyografiden sonra birkaç cümleyle tanımlamanız gerekse nasıl anlatırsınız Şenol Güneş’i?
Çok zor bir insan. Bu yüzden ailesini de ihmal etmiştir. Tanımayanlar sadece teknik konularla ilgilendiğini düşünür ama otobüsten giyeceği ayakkabıya kadar her şeyle ilgilenir. Elinin sıkı olduğu söylenir. Bir pantolon için bile pazarlık eder ama bunun elinin sıkı olmasıyla bir alakası yok. Çok zor kazanmıştır, bu yüzden parasının kıymetini bilir.

"Tansu Çiller’in hiç dostu yok"
Tansu Çiller’in hayatını anlattığı "Beyaz Elbiseli Kadın" adlı kitabı bu hafta sonu Fast Uluslararası Yayıncılık’tan çıktı.

Çiller üzerine biyografi yazmaya nasıl karar verdiniz?
Çiller’i politikaya girdiği 1990’dan beri takip ediyor, köşemde yazıyordum. Yazdıkça da malzeme akıyordu. Hele başbakan olduğunda müthişti bu malzeme. Sonunda bir kitap yazmaya yeterli hale geldi. Bu tip kitaplarda birçok yazar "Tansu hanımı nasıl perişan ederim?" diye yola çıkıyor. Oysa Tansu hanım zaten ilginç bir kadın. Bir de bunu soslamaya, abartmaya gerek yok. İlginç bir şey daha var: Tansu hanımın lehine bir malzeme bulmakta çok zorlandım. Düşmanlık diye yola çıkmadım ama malzeme bu.

Kitabı yazarken Tansu hanımla konuştunuz mu?
Bu tip kitaplarda olayın kahramanıyla konuştuğunuz zaman kitap, kahramanın yalakalığına dönüşüyor. Elinizde olmadan etkileniyorsunuz. Bir de Tansu hanım kimseye güvenmiyor zaten, hiç dostu yok. Bu bana insani açıdan çok dramatik geliyor. Düşman edinmede özel bir çabası var sanki.

Hayatımı yazsalar biyografi olurdu
Kaleci Rüştü Reçber için "Tuana’nın Babası Rüştü" adlı bir kitap yazdı.
"Bu kitabı Rüştü’yü dövdükleri için yazdım"
Türkiye’de futbolcu bir araç olarak görülüyor, insan olduğu unutuluyor. Rüştü, Dereağzı’nda dövüldü. Milli takımın kalecisi en ufak başarısızlığında linç edilme tehlikesi geçirdi. Bütün bunlar yazmamdaki faktörler. Biyografi çocuk yetiştirmek kadar özen isteyen bir uğraş. Sonuçta insanı anlatıyorsunuz. Rüştü, Aykut Kocaman’dan sonra tanıdığım en karakterli futbolcu. Kişiliği oldukça gelişmiş, özgüven yerinde, zeki bir çocuk. Bence Türkiye’nin bir şansı.

"Bir kişinin hayatını anlatan kitaplar çok az"
Biyografinin bir özelliği hiç kuşkusuz belgesel bir çalışma olması. Şu anda biyografi ağırlıklı belgesel kitaplarda bir artış var ama biyografiyle belgeseli ayırmak lazım. Bunların içinde deneme, roman, başka tatlar var ama biyografi değil çoğu. Bizde pek biyografi yazını yok. Biyografiler genellikle ansiklopedik sözlüklerde vardır. Ama bir kişinin hayatı üzerine temellendirilmiş kitaplar çok az. Bu yıl Nazım için hazırlanan bir çalışma oldu, Tahir Alangu’nun "Ömer Seyfettin, Bir Ülkücü’nün Romanı" (1968) adlı kitabı vardı. Başka da bu tür biyografik çalışmalar yok.

"İnsanlar hayatlarını yazmaktan kaçınıyor"
Biyografi bizde el atılmamış bir alan. Ne otobiyografi malzemesi ne anılardan yararlanma imkanı var. Kaynaklar elverişsiz. O yüzden bu tarz çalışmalara girişenler çok zorlanıyor. Mesela ben vaktiyle Hüseyin Rahmi ile ilgili biyografik bir roman yazmak istemiştim. Ama yarısından çoğunu uydurmak zorunda kalacağımdan vazgeçtim. Hiç kaynak yoktu. İnsanlar hayatlarını göz önüne sermekten, yazmaktan kaçınıyor. Belgeler de yok olup gidiyor. Son zamanlarda çıkan biyografiler bu alana dair çalışmalar olduğunu gösteriyor. Bu da bir kıpırdanma sayılabilir muhakkak.

"Turgut Özal’ı anlatan 10 kitap çıktı, bu ayıptır"
Ben Erbakan’ın, MİT Müsteşarı Hiram Abas’ın, Abdullah Çatlı’nın, Özal’ın biyografilerini yazdım. Şansım bu kişilerin çoğunun vefat etmiş olmasıydı. Çünkü biyografisi yazılan kişi bizim hep kötü bir şeyleri ortaya çıkarmak için çalıştığımızı düşünüyor. "Bildiğiyle ölsün" gibi bir anlayış hakim. Böyle şey olur mu? Herkes bildiğiyle ölse, mağaradan çıkamazdı insanoğlu. Mesela Mesut Yılmaz konusunda bir Yılmaz Çetiner çalışma yaptı, bir Faruk Bildirici. Düşünebiliyor musunuz, Yılmaz bizim kaderimize ne kadar hükmetti. Ne yazık ki toplam iki kitap var. Bu ayıptır. Özal’la ilgili kitaplar 10’u geçmez. Genele bakıldığında durumumuz trajikomik geliyor bana. Şu sıralar çok yazıldığını düşünmüyorum ama pırıltılar var.

"Literatür bilmeyenler ‘Biyografi yoktur’ diyor"
Bizde başından beri ciddi bir biyografi geleneği var. Biyografi de, otobiyografi de gayet zengin. Basılmamış olabilir ama önemli bir hatırat geleneği var. Mesela Cevdet Sunay ile Cemal Gürsel dışında hemen hemen bütün cumhurbaşkanlarının hatıraları vardır. Sultan Vahideddin bile yazmıştır. "Bizde biyografi yoktur" sözü literatür bilmeyenlerin uydurması.

"‘Başkası önemsiz, ben önemliyim’ diyor herkes"
Biyografi yazımı Türkiye’de önemli bir boşluk. "Meslek bir araç mıdır, bir amaç mıdır?" sorusunu Türkler henüz cevaplandıramadı. Bu açıdan bakınca Picasso para kazanayım diye resim yapmamıştır mesela. Onun amacı mesleğidir. İşte bu işi daha önce yapmış insanlar vardır yeryüzünde. Bunların biyografisine bakınca ne yapmışlar anlarsın. Bizde yazı adamları çocukluklarını yazmamıştır mesela. Otobiyografi de yoktur. "Başkası önemsiz, ben önemliyim"in havaları eser Türkiye’de. O zaman birikim olmaz tabii. Biyografi de yazılmaz, tarihe konsantrasyon da kalmaz.

Zaman Kitapçılık’tan çıkan "Terimizm" adlı kitabı Fatih Terim’in açtığı dava sonucu toplatıldı.

Fatih Terim üzerine ilk kitap çalışmalarından birini siz yaptınız. "Terimizm" serüveni nasıl başladı?
Terim başarılı bir dönem geçirmişti. UEFA Kupası’nın alınması, Milli Takım’da yaptıkları ortadaydı. Bunun bir şekilde kitaplaştırılmasının gerektiğini düşündüm. İtalya’ya gittiğinde de kitabın yüzde doksanı hazırdı. O dönemde kendisiyle irtibata geçtim, görüşmek istediğimi söyledim.

Nasıl karşıladı?
Müsait olmadığını, olunca beni arayacağını söyledi. Bir yıl bekleyip tekrar aradım. "Acele etme, seni arayacağım" dedi. 3-4 ay daha bekledim. Yine olmayınca çıkarmaya karar verdim.

Yani kitabı Terim’le konuşmadan yazdınız...
Daha önce kendisiyle üç kez röportaj yapmış, çalıştığım dergide dönem dönem Terim dosyaları hazırlamıştım. Ailesiyle, dostlarıyla görüşmüştüm.

Basıldıktan sonra Fatih Terim size dava açtı ve kitap toplatıldı sanırım. Nedenini biliyor musunuz?
Hayır, tam olarak anlayabilmiş değilim. Avukatlarım ilgileniyor o konuyla.

Kişilik hakkına saldırı olarak görmüş olabilir mi?
Sanmıyorum. Çünkü ben kitapta Fatih Terim’in başarılarına yoğunlaştığım için iyi taraflarını görmeye ve öne çıkarmaya çalıştım. Hatta bu açıdan objektif davranmadım bile diyebilirim.



























EN ÇOK OKUNANLAR

KEŞFETYENİ

İlgili Haberler