Pazar "Hayatımın en şanslı tarafı Galatasaraylı olmak"

"Hayatımın en şanslı tarafı Galatasaraylı olmak"

17.08.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Anneannem ağlıyordu"

Hayatımın en şanslı tarafı Galatasaraylı olmak





Kırklı yılların sonunda Tekel fabrikaları arasında futbol maçları yapılırdı. Çok iddialı maçlar olurdu, fabrika takımları muvakkat işçi olarak futbolcu alırlardı. Sarıyer'e almak istediler beni. O zaman Kibrit Fabrikası takımında oynuyordum." Bir süre sonra Sarıyer takımına ardından da Beykoz'a transfer olur Hikmet Öziş. "Yaşım çok küçük olduğu için bıyık bıraktırdılar bana. Beykoz'a geçmemle birlikte birinci ligde oynamaya başladım. Bu arada Galatasaray (takımı) beni istedi. Beykoz da düşme hattında, ikinci lige düşecek o sıralar. İşte Galatasaray beni isteyince, spor camiasının çok iyi tanıdığı Kelle İbrahim vardı Beykoz'un başında, 'Bize bir puan verin, 2. lige düşmekten kurtulalım' demiş. Gündüz abi Galatasaray'ın başında, o da maçı satamayız ama genç takımı çıkartırız, onları yenin, geçin. Siz de buna karşılık bize Hikmet'in bonservisini vereceksiniz' diye karşılık vermiş." Beykoz-Galatasaray maçı Dolmabahçe Stadı'nda yapılır, Beykoz'a galibiyet getiren iki golü de Hikmet Öziş atar. Bir süre sonra Gündüz Kılıç ile görüşen Hikmet bey Galatasaray'a transfer olur: "Galatasaraylı olduk, tabii hayatımın en şanslı olduğum tarafıdır. Çünkü Galatasaraylılar birbirlerine çok bağlıdırlar. Çok iyi günlerdi, profesyoneldik ama amatör gibiydik. Galatasaray'ın mesela sekiz tane milli takımda oyuncusu vardı, Türkiye'nin en iyi futbolcularıydı bunlar. Turgay takım arkadaşım, kamplarda beraber yatardık. Naci abi, Muzaffer, Bülent, Reha, Gündüz abi, sarı Muzaffer. Şimdiki Dolmabahçe Stadı'nda olurdu bütün maçlar. Saha balçık, çamur, yürüyemezsiniz, yağmur yağdığı vakit çamurun geçmesi için kum dökerler, olmaz. Kömür tozu dökerler, olmaz. Bileklerine kadar çamur; koşamazsınız, yürünecek gibi değil saha, seyirci bir yandan bağırır, çağırır, o toplar, eski toplar; meşin, sırımlı böyle ağır, çamuru da çeker, 20 kilo olur top, bir kafa vurursunuz, kendinize gelemezsiniz 10 dakika, öyle yani o şartlar içinde futbol oynadık. Ve inanır mısınız ben çok maçlarda, soyunma odasına giderken baygınlık geçirirdim, o kadar yorulurdum... Şimdiki gibi kavga dövüş olmazdı maçlarda. Statta sağ tarafta Galatasaraylılar, ortada Fenerbahçeliler, sol tarafta Beşiktaşlılar otururdu. Arkada, arada polis kordonu falan yoktu. Mesela amigosu kapalı tribün önündeki duvarın üstüne çıkar Fenerbahçe'nin, hududuna kadar gelir, oraya kadar bağırır falan, o tarafa katiyen gitmez, o taraftan da kimse bu tarafa adımını atmazdı. Tezahürat yapılırdı yalnız yani kavga gürültü hiç olmazdı."

Sansürlü yıllar
Hikmet Öziş, 1956 yılında askerliğini yapmak üzere ilk önce süvari okuluna oradan da Mardin jandarma taburuna gider: "Orada insanları gördüm, Güneydoğu'daki insanları, müthiş etkilendim; oradaki sefaleti, yokluğu, o köylülerin çektiği ıstırabı tanıdım ve üzüldüm." 1957 seçimlerinde İstanbul'a geri döner: "İstanbul'a geldiğim zaman futbolla ilgimi kesmiştim, faal particiliğe başladım. Mardin'de gördüklerim nedeniyle sosyal demokrat oldum. Diğer yandan mecburdum, çalışmaya başladık. Ticaret Bankası'na girdim. 1957 Mayıs seçimlerinden evvel, tabii siz gençsiniz o zamanı bilmezsiniz, İsmet Paşa mecliste tarihi konuşmalar yapardı. Ancak İsmet Paşa'nın konuşmalarını sansürlerlerdi. Gazeteler basılmış, alırız gazetenin yarısı beyaz. Anlardık ki İsmet Paşa'nın konuşmaları kesilmiş, sansürlemişler. Fakat o konuşmalar hemen ile gelirdi, il ilçelere yollardı. İlçeden ben alırdım onları, bankada çalışıyorum, daktiloda onları pelür kağıtlara, ince kağıtlara 10'ar, 5'er suretli yazardım." Demokrat Parti iktidarına son veren 27 Mayıs 1960 ihtilalin sonrasında anayasa değiştirilir: "60 anayasası işçi lehine en büyük değişikleri de içeriyordu. Şimdi Avrupa Birliği'nin istediği anayasadan belki de daha ileriydi. Sendikalar kuruldu. Birkaç yıl sonra hiç unutmam, bir arkadaşımın zoruyla gittiğim bir toplantıda sendikayla tanıştım. Biz de konuşmaya bayılırız öyle, onun için böyle saatlerce konuşuyorum, ondan sonra neyse çıktık kürsüye falan bir attık tuttuk, alkış kıyamet hop beni yönetim kuruluna seçtiler orada. Senelik iznimiz yok, yemek paramız yok. Öğlen herkes evinden peynir, ekmek, zeytin getiriyor, öyle geçiniyorlar. Yemek paramız yok, yani hiçbir sosyal hakkımız yok, hiç. Türk Ticaret Bankası Çalışanları sendikasıydı. Daha sonra Türk Bank-İş'i kurduk, başladık çalışmaya. Çok iyi ve ilk toplu sözleşmeyi biz yaptık. Bütün Anadolu şubelerini dolaştık. Bir minibüsün içinde 20 kişi, kucak kucağa, buradan Karadeniz sahiline. Her şubede saat altıdan sonra yani banka kapandıktan sonra, ya bankanın içinde, yahut oradaki bir lokalde topladık memurları falan, onlara sendikacılığı anlattık. Müdürler de o zaman, bizim suyumuza gitmeye başladılar. Müdürler, Adalet Partisi iktidardaydı o zaman, onların milletvekilleri falan Anadolu şubelerine baskı yapıyorlardı. Mektup yazıyorlar, işte hamili kart arkadaşımdır, şu krediyi verin diye. Banka müdürleri bize bunu şikayet etmeye başladılar. Mektupları yolladılar. Bunları topladık ve kalktık 1970 senesinde Ankara'ya gittik." Bir süre sonra sendikadaki seçimleri kaybeden Hikmet Öziş tümüyle CHP içindeki çalışmalarına yönelir. "Biz seçimi kaybettikten sonra sarı sendika olarak yollarına devam ettiler ama bizim elde ettiğimiz hakları bankacı arkadaşlarımız kullandılar. Ben 83'te emekli oldum, 80'ler falandı herhalde, o aralarda kurulan konfederasyon bankalar arasında bir dayanışma olduğu için yürüyebildi. Ama öyle etkin bir sendikacılık yapmadı."

"CHP'nin tabanı değişti"
"Ve 1960 senesindeki ihtilalden sonra ben yine ilçe yönetiminde çalışmaya başladım. 1970 senesinde ilçe başkanlığına seçildim. Büyük bir atılım yaptık. İstanbul'da 1973 seçimlerinde en fazla oy patlaması yapan, Kadıköy birinci, Sarıyer ikinci oldu, çok büyük bir şeydi. Bir Sarıyer kazası ve benim oturduğum Büyükdere, CHP'nin kalesi olarak kaldı, hiçbir seçim kaybetmedi son seçime kadar. 70 senesinde yapılan seçimde de belediye meclisi üyeliğine seçildim. 1974 seçimlerinde bazı politik sebeplerle beni haysiyet divanına verdiler, partiden ihraç isteğiyle. Başarılarımızın İstanbul içinde duyulmuş olması benim adaylığımı ön plana çıkartıyordu onlarca. Önümü kesmek için beni haysiyet divanına sevk ettiler. Tabii beraat ettim. Ondan sonra da politikadan soğudum. 1980'de de parti kapandı. Sonra yavaş yavaş partililer toplandı, işte sonradan Halkçı Parti kuruldu. Hatta Sosyal Demokrat Parti kurulduğu vakit arkadaşlarım bana geldiler, illaki Hikmet sen de kaydol falan, sonradan beni kendileri kaydettiler ama artık CHP, eski hüviyetini kaybetti. Kapatılmadan evvel Cumhuriyet Halk Partisi defterlerinde kayıtlı üyeler muteber, sözüne güvenilir, hakikaten Atatürkçülüğe inanmış insanlardı. Fakat parti kapandıktan sonra, İstanbul'a fazla iç göçün olması, varoşlara yerleşen işte Sivaslılar, Afyonlular, yok Karslılar, CHP'li belediyeleri ele geçireceğini hissettiler. Grup halinde oralara kaydolmaya başladılar. Eski CHP' liler, partiye inanmış insanlar, kendilerini geri çektiler. Yine partiyi desteklediler fakat üye olmadılar ve yavaş yavaş partinin gidişinden şikayetçi olmaya başladılar. 80'den sonra CHP'nin tabanı tümüyle değişti."
Sadece parti değil yaşadığı semt de değişir: "1950'lerde gecekondulaşma çok hafif başladı. Fakat 1960'larda, 70'lerde müthiş bir göç fırtınası oldu. Her şey parsellendi. Büyükdere'nin avantajı, burada Rus sefaretinin olması. Bütün ağaçlar Rus sefaretinin arazisi içinde, yoksa bizim elimizde olsaydı oraları, orman fakültesinde de olsa lojman doldururduk, hiçbir şey yapmasak." Yıllar içinde yaşanan toplumsal olaylar, gidenler ve göçle gelenler nedeniyle çehresi değişse de Büyükdere'yi hâlâ çok seviyor Hikmet Öziş. Caddenin eski sakinlerini, eşini dostunu çağırdığı "Büyükdereliler Gecesi"ni bu sene de düzenleyecek: "Bu sene de ekimde yapacağım, Allah kısmet ederse inşallah burada buluşuruz..." n

"O gün Dolmabahçe'de bir maç vardı. Maçtan çıktık, kapıda akşamları çıkan bir gazete vardı: İstanbul Ekspres. Üüf , büyük başlık atmış, 'Atatürk'ün Selanik'te evini bombaladılar' diye. Gazete kapışılıyor." O gün yayımlanan bu haberin alevlediği tepki, 6-7 Eylül 1955 günü özellikle Rum azınlığa yönelik tahrip ve yağma eylemlerine dönüştü. "Rum çocukları çağırdım, 'Hiç telaş etmeyin, buradayız, size bir şey yaptırmayız' dedim. Korktular, sindiler hepsi, dövecekler, öldürecekler diye. Mani olduk biz. Buradan bir-iki kişinin dışında hiçbir insan hadiselere katılmadı. Buradaki kilisenin kapılarını kapattılar fakat gelenler kapıları kırmışlar, içerlerdeki ikonaları parçalamış, yerlere atmışlar. Evimiz tam caminin karşısındaydı o zaman. Anneannem kapının önüne oturmuş titriyordu böyle: 'Aman evladım, sakın kimsenin malına dokunma, bunlar sittin senelik komşularımız' diye ağlıyordu. İskelenin içinde Anastas, Niko vardı, pastacı dükkanlarının yıkılmaması için sonuna kadar direttik. Fakat öyle bir güruh geldi ki gözü dönmüş, parçaladılar her şeyi. Sonra Rumlar yavaş yavaş buradan çekilip gitmeye başladı. Ama gidenler bin pişman oldular gittiklerine. Pek az Rum ailesi kaldı şimdi, Büyükdere'de dört-beş aile ancak çıkar. Onlar da yaşlılar. Yunanlılar hiçbir şey bilmiyordu, Rumlar öğretti her şeyi onlara. Bizim için kayıp, onlar için kazanç oldu. Beyoğlu'na inanır mısınız, beş-altı ay çıkamadım. O manzarayı görmemek için, derler ki, bir buçuk ay, tabii peynirler, yağlar dökülmüşler, onların o kokuları çıkmamış. Sonradan öğrendik ki, Atatürk'ün evinin bahçesine bombayı koyan MİT'miş."

Kaynak kişi önerilerinizi bekliyoruz:
Telefon: (0212) 327 86 58
Faks: (0212) 227 37 32
e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr

GELECEK HAFTA: Saim Işıldak; demiryollarında geçen bir hayat...