18.04.2021 - 03:00 | Son Güncellenme:
İnsanoğlunun koronavirüs pandemisi ile beraber kendi yarattığı betondan kafeslere sığınmak zorunda kalması, doğanın geçici bir süre için bile olsa insan güdümünden kurtulduğunda nasıl kendini yenileyebildiğinin kanıtı gibiydi. Tekne trafiğinden kurtulan ve suyu berraklaşan Venedik kanallarında yüzmeye başlayan kuğular, Galler’de kenti keşfe çıkan keçiler, San Francisco’da Golden Gate Köprüsü’nün tadını çıkaran çakallar bunun en jenerik örnekleriydi.
İnsanoğlunun hayvanlarla ilişkisi, genellikle insanı merkeze koyan bir yaklaşımla şekilleniyor ve hayvanlarla ilgili çalışmalar neredeyse tüm disiplinlerde onlardan elde edilecek verimi artırmayı ve onları daha “kullanışlı” hale getirmeyi hedefliyor. Ama sayıları az da olsa hayvanlara hak ettikleri önemi atfeden, kendilerine yer bırakılmayan şehir yaşamının bir parçasını oluşturmalarını sağlayan ve toplumsal farkındalık yaratma çabası güden hayvanlar için üretilmiş yapılar da söz konusu. Üstelik bazı tasarımların altında dünyaca ünlü mimarlık ofislerinin imzası var.
Arı kovanından yarasa kulesine
Snøhetta’nın 2016 yılında Oslo’da tasarladığı “Vulkan Arı Kovanı” bunlardan biri. Rol oynadıkları tozlaşmayla dünyadaki gıda üretiminin üçte birinin tedarikçisi konumunda olan arılar hakkında farkındalık yaratmak ve şehre daha çok arı çekmek hedefiyle tasarlanan proje, Vulkan’daki dans sahnesi Dansens Hus’un çatısında konumlandırılan iki dev arı kovanından oluşuyor. Bulunduğu bölgedeki birçok yeşil alanla bağlamsal bir ilişki kuran yapıların yüksekliği ve genişliği arılar için elverişli bir yaşam alanı sunuyor.
New York’taki Griffis Heykel Parkı’nda yer alan “Yarasa Kulesi” ise Ants of the Prairie mimarlık ofisi tarafından, sayıları gittikçe azalan ve ekosistemin önemli bir bileşenini oluşturan yarasalar için tasarlanmış. Kulenin dikey mağara formu, yarasaların girişini ve içerideki hareketlerini kolaylaştırıyor. Yüzeylerin oluklu yapısı ise daha kolay tırmanmalarına ve tavana yapışmalarına olanak sağlıyor.
Böcek oteli proje yarışması
Londra’nın tarihi merkezinin ve Birleşik Krallık finans sektörünün büyük bir kısmının yerel yönetiminden sorumlu olan City of London Corporation ve British Land tarafından 2010 yılında açılan “Beyond the Hive” proje yarışması, hayvanlar için mimarlık üretiminin en ilginç örneklerine sahne olmuştu. Londra parkları için ekolojik olarak sürdürülebilir ve yaratıcı bir böcek yaşam alanı elde etmeyi amaçlayan yarışma, geyikböcekleri, örümcekler, kelebekler, uğur böcekleri, yaban arıları ve zarkanat böceklerinin barınması için nitelikli bir otel tasarımı arıyordu. Dünyanın 35 ülkesinde ofisi bulunan mimarlık ve mühendislik firması Arup Associates tarafından tasarlanan “Insect Hotel” yarışmanın birincisi oldu. Organik ve inorganik atıkların istiflendiği boşluklardan oluşan bir ahşap strüktürden ibaret olan böcek otelinin tasarımında Arup’un dikkat ettiği en önemli nokta, bazı böcek türleri için tasarlanan alanları aşırı sıcaklık ve nemden yalıtmak olmuştu.
İnsanoğlu bir yandan kendisini gezegenin tek sahibi gibi hissederek plansız inşa etme edimiyle doğayı geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip ederken, neyse ki bir grup duyarlı mimar hayvanların doğal ekosistemini tasarım ve mühendislik gücüyle geliştirmenin yollarını arıyor.
Tüm bu çabalar, insan ya da hayvan, yeryüzünde “öteki” konumuna düşmüş olan tüm azınlıklar veya imkânsızlıklar içinde yaşam savaşı veren geniş çoğunluklar için geleceğe biraz daha umutla bakabilmemizi sağlıyor.