Pazar“Kimse birisinin sevgilisisin diye sana iş teklif etmez”

“Kimse birisinin sevgilisisin diye sana iş teklif etmez”

19.05.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

2002’de “Özgür Kız”la reklam dünyasında yakaladığı başarıyı yıllardır devam ettiriyor Nil Karaibrahimgil. Bu başarısını reklamcı kocası Serdar Erener’e bağlayanlara da cevap veriyor: “Kimse olmasaydı da ben buraya gelecektim, bu yetenek bana Allah’tan bir hediye. Ayrıca hiç kimse birisinin sevgilisisin diye sana gelmez bu kapitalist sistemde. Ve herkese açık bu alan. Sen de çık! Sen de jingle yap. Sen de başar!”

“Kimse birisinin sevgilisisin diye sana iş teklif etmez”

Güneş bir yandan, enfes Boğaz manzarası bir yandan.
Üstüne de her tarafından renk fışkıran bir Nil Karaibrahimgil. Şahane! Otelin bahçesinde buluştuğumuzda, tek omuzlu dar bluzu ve uzun eteğiyle pembeler, maviler, yeşiller içindeydi.
Bir gece önce de ödül töreninde beraberdik.
Women to Watch, dünyanın önde gelen pazarlama iletişimi yayını Advertising Age’in 15 yıldır düzenlediği bir etkinlik. Pazarlama, reklam ve medya alanında en yaratıcı kadınları onurlandırıyorlar. Nil Karaibrahimgil de reklam dünyasına kattığı değer için ödül aldı. Hastaydı; geceye bile zor katıldı ama bari saç makyaj işi aradan çıkmışken diyerek gördüğünüz fotoğrafları o gece çektik.
Nil, sahne insanı olsa da, tam bir münzevi. Kuaföre gitmeyi sevmiyor mesela. Mümkün olsa hiç saç baş yaptırmayacak, tırmaklarına dokundurtmayacak, yüzüne bir gram boya sürmeyecek. İhtiyacı yok zaten.
Konuşulacak çok şey vardı, biz de konuştuk. Ama ben özellikle ‘Nil Karaibrahimgil ve reklamlar’a odaklanmak istedim. Sesiyle, yaptığı müzikle, fiziğiyle reklam dünyasını öyle domine etti ki her yerde o var. Bu konudaki eleştirileri görünce, bir araştırma yapmam farz oldu. Pazar verilerine göre öğrendim ki akılda en çok kalan reklam filmlerinin neredeyse hepsinde onun müzikleri var. Demek ki yine meyve veren ağaç taşlanır durumu söz konusu...
“Özgür Kız”ın onu çok besleyen, kocaman bir dünyası var. Ayrıca artık ruhen ve bedenen anne olmaya hazır. Vakit bulursa ve cesaretini toplayabilirse, üniversite yıllarından kalma İngilizce şarkılarının üzerinden geçip dünyaya da açılacak.
Bence yapar çünkü odaklandığında önünde hiçbir setin durmadığı nehir gibi, adını ona vermiş olan Nil gibi.

“Madem şarkıyı bu kız yazdı, reklamda da o oynasın dediler”

Reklam yazarlığı yaptın sen, hayatımıza ‘Özgür Kız’ reklam filmleriyle girmeden. Yaş kaçtı?

Üniversite zamanı... Boğaziçi Uluslararası İlişkiler’de okuyordum. Ama o işi yapmayacağım kesindi benim. Müzik benim içimde kaynıyor
o zaman. Ne yapacağımı bilmiyorum.

Haberin Devamı

Okulda müzik çalışmaları var ama... Bir grubun varmış.

Tabii tabii, adı ‘Köpük’. Boğaziçililerden. Roxy müzik günlerine katılıyoruz, yarışmalar, kazanamıyoruz filan. Bir arkadaşım bana dedi ki “Ya, sen güzel yazı yazabiliyorsun, reklam yazarı olsana. Hem müzik de kullanırsın”. Benim için o zaman yeteneğimin diyeyim sana, ortak paydası gibi bir şeydi reklam işi. Müzik var, yazı var, bir şey bulmak var. Ben de işte o zaman stajyer olarak Reklamevi’ne girdim. Girer girmez yazdığım reklamlar ödül aldı.

Sendeki ışığı nasıl keşfettiler?

Gerçekten canhıraş bir şekilde çalıştım. Sonuçta müzikle alakası yoktu. İşte komik reklam yazıyorum, kendime göre bir ilan fikri buluyorum, mutlu oluyorum.. Derken bir gün bana “Özgürlük şarkısı yazar mısın Turkcell için?” dediler. Ben o zaman İngilizce şarkılar yazıyorum, çok havalıyım, Türkçe şarkı yazamıyorum filan. “Bak sen yaz, getir. Beğenilirse 1000 lira alırsın” dediler. Koşa koşa eve gittim. “Ben Özgürüm” diye bir şarkı yazdım.

Haberin Devamı

Para motive etti demek. İhtiyacın mı vardı?

Bir öğrenci olarak tabii ki ihtiyacım vardı. Allah’a şükür bizim aile de iyi bir aile, yani orta sınıf diyeyim sana ama para benim için motive edici bir şey oldu. Ben şarkıyı yazdım. Turkcell’dekiler “Bu şarkıyı madem bu kız yazdı, o zaman reklamda da o oynasın” dediler.

Görmüş müydüler ki seni?

Şarkıyı onlara ben söyledim ama inan bana, aklımda ne ünlü olmak var, ne de başka şey... Hayalimde hep müzik yapmak vardı. Bir anda bir reklam yıldızı oldum.

Sene 2002. Bir baktık ki hem kız güzel, hem şarkı söyleyebilen bir kız. Şarkıyı da o yapmış, gitar da çalıyor...

Çok teşekkür ederim. O dönem ben bir anda ünlü olunca plak şirketleri geldi. Ben aslında reklamla onların dikkatini çekmiş oldum. Çok alakasız bir yöntem. Evimiz Akmerkez’in yakınındaydı, bir bakıyorum Akmerkez’in duvarındayım. Otobüs geçiyor, üstündeyim. Dergilerde resmim var filan. Ben tabii ürktüm.

Sonra müzik teklifleri geldi...

Evet, ben de “Madem istiyorsunuz” dedim ve hiç Türkçe şarkım olmamasına rağmen Sony ile anlaşma imzaladım. Başladım yazmaya.
Ve gördüm ki enteresan şarkılar yazıyorum Türkçe düşününce. Mesela ilk yazdığım şarkılar “Selülit kremi, nemlendirici, sabun sürme, asitli, jöle de saç döker” diye başlıyor filan. “Sana kek yaptım”lar. Bir baktım ki benim içimden böyle bir Türkçe müzik çıktı.

Haberin Devamı

“Öldüğüm zaman arkamdan ‘Komik kızmış’ desinler”

Neden televizyona, dizilere ya da filme hayır diyorsun? “Yapamadığımı düşünüyorum” demişsin...

“Oyunculuğu beceremiyorum” demişim, öyle çıkmış bir yerde, evet. Aslında becerebilirim. (Kahkahalar) O nereden çıktı biliyor musun?
Kamera geldiği zaman şarkı söylemiyorsam eğer, bende bir kamera bilinci oluyor. Yani halimde, tavrımda
bir değişiklik oluyor. Doğallığımı kaybediyorum. Bugüne kadar biliyorsun bir tane filmde oynadım, o da “A.R.O.G.” Onda da niye oynadım? Bir gün telefonuma şöyle bir mesaj geldi: “İlk çağda, taş devrinde, anaokulu öğretmenisin. Adın Mimi.” Cem’den. Şimdi buna kim hayır diyebilir ki?

Haberin Devamı

Sevdin mi oyunculuğu?

Şunu gördüm: Espriler yapmaya ve insanları güldürmeye bayılıyorum. Öldüğüm zaman arkamdan “Ya komik bir kızmış” densin istiyorum. “A.R.O.G.”’dan sonra, dizilerde ve filmlerde filan, ancak sana dediğim o komiklik yapma ihtimalini barındıracak bir şey olursa oynayabilirim.

“Yalan Dünya”nın müziklerini yapıyorsun. Gülse (Birsel) hiç sana oyunculuk teklif etmedi mi?

Gülse gerçekten inanılmaz beğendiğim bir arkadaşım. “Yalan Dünya”nın şarkısını yazdık ve ben çok mutlu oldum onun yaptığı bir şeye katkıda bulunmaktan. Gülse de aslında “Şarkılarından bir müzikal yapmak isterim” demişti bir ara. Gerçekten keşke öyle bir şey yapsa. Onunla böyle bir şeyin içine koşa koşa giderim.

“Serdar’ın rakipleriyle daha çok çalışıyorum”

Yaptığın jingle ve reklamların sayısını biliyor musun?

Hayır. O kadar çok ki...

Niye senin reklam sektöründe sesinle, yüzünle varlığını bu kadar çok eleştiren var? Bunun eşinin (Serdar Erener) popüler bir reklamcı olmasına bağlanmasına ne diyorsun?

Mesela, en sonuncusu, Digiturk reklamı. Medina Turgul’un yaptığı bir reklam. Serdar’ın ajansının değil. Birçok reklam ajansıyla, özellikle Serdar’ın rakipleriyle çok fazla jingle yapıyorum. En başından bu ayrımı yapmayı çok önemli gördüm. Eğer bu ülkede kadınsan, bir şeyler yapıyorsan, kazanıyorsan, bazı insanlar seni başarılı bulduysa... İnsanımız böyle ne yazık ki, bunu özetleyen bir kelime var. Almancası ‘schadenfreude’, başkasının başarısından nefret etme ve istememe.

Haberin Devamı

“İlla ki bir şey bulup bir yerden çiziyorlar”

Psikolojik bir terim. Başkasının talihsizliğinden de hoşnut olma hali.

Evet, arkadaşının başarısından da mutsuz olmak demek. Düşün, Almanlar buna kelime bulmuş! Başka diller de almış. Serdar’ın karısı olmasaydım, herhangi bir şekilde Nil olsaydım, başarılı olsaydım da zaten bu başıma gelecekti. Türkiye’de kadın olarak bir şeyler yapan herkesin maruz kaldığı bir eleştiri.
Ya birileri seni oraya getirdi. Ya da paran vardı, ya bir şeydi. Hemen birileri “Bu kızı beğendim. Ben bunun neresinden bir çizik atarım?“ Hemen arıyorlar, illa ki bir şeyler buluyorlar ve bir yerden çizmeye başlıyorlar.

Nasıl başa çıkıyorsun bu çizik atma olayıyla?

Bu noktadan itibaren senin buna karşı bir antidot geliştirmen lazım çünkü bu zehri vücuduna almak istemiyorsun. Sen diyorsun ki ya benim yanımda kimse olmasaydı da bu insanlarla karşılaşmasaydım da ben Nil olarak buraya gidecektim çünkü ben içimde bu benzini, bu ateşi hissediyorum. Bu yetenek bana Allah’ın vergisi olarak, bir hediye olarak verilmiş. Şimdi ben sana soruyorum Defne, kim bana jingle yazma konusunda bir yetenek verebilir?

Sanki birilerinin işleri yapıp sana “Al, altına imza at” diyor olması lazım.

Aynen öyle. Ben sana söyleyeyim, hiçbir marka salak değil. Bir kere bu eleştiriyi yapan insanlar zannediyorlar ki bir başarı kontenjanı var ve onu biz dolduruyoruz. Ben orayı kaplamıyorum ki. Sen de çık! Sen de sanat yap. Sen de jingle yap. Sen de başar!

“Benim sesimi kullanmayın diye yalvarıyorum”

Seninkilere çok benzeyen jingle’lar yapanlar var. Bazen insan karıştırıyor acaba Nil mi diye. Demek ki kendinle ilgili kontenjanı bile tam olarak kaplayamıyorsun.

Kesinlikle. Buyrun, buyursunlar. Herkese açık bu alan. Ayrıca hiç kimse aptal değil. Hiç kimse sen birisisin, birisinin sevgilisisin şusun busun diye sana gelmiyor, iş teklif etmiyor. Herkes, özellikle bu sistemde, yani kapitalizmin içinde, kendi için en iyisinin peşinde. Reklamlarda sesim var diye çok fazla eleştiri geliyor, bıktık artık. Kendi kendime diyorum ki şarkıyı ben söylemeyeceğim. Sonra markalar o kadar baskı yapıyorlar ki kendi sesimi kullanmam için. Sonra düşünüyorum “Sesimde bir şey olmalı. Yoksa bu insanlar neden ısrar etsinler, bu kadar para vermek istesinler, sesimin peşinden koşsunlar?”

Sence sesinde nasıl bir özellik var?

Kara kara bunları düşündüğüm günler oldu. Sesimde acaba ne var? Çocukları ikna eden bir şey mi, neşe mi? İnandırıcılık mı? Çünkü markalara artık şunu
der hale geldim: “Yalvarıyorum benim sesim olmasın!”

‘Jingle’ı ben yazayım ama başkaları söylesin” gibi mi?

“Nil’in İşleri” diye bir şirket kurdum. Orada vokalistler var. Direkt onlara söyletiyorum. Çünkü müşteri benim sesimden dinledikten sonra başka bir sesten duymak istemiyor.

“Kimse birisinin sevgilisisin diye sana iş teklif etmez”

“Bir kek tarifinden de şarkı oluyormuş ve dinleniyormuş”

Sana özgü söz ve müziğin var. Özellikle sözlerin. İlk Türkçe şarkılarını yaptığında sen ne düşünmüştün?

Şaşırdım ve hoşuma gitti. Bugüne kadar bahsedilmeyen detaylardan, mesela bir kek tarifinden şarkı yapılıyormuş ve dinleyicisi de varmış meğerse. Kardeşim benimle dalga geçiyordu yazarken. “Sana kek yaptım” nakaratını duyunca mesela “Allah aşkına ya, kim dinleyecek bu şarkıları?” diyordu. Zaten benimle hep dalga geçer. Halen o şarkıyı sahnede söylerken aklıma o gelir.

Şarkıyla reklam jingle’ını aynı mantıkla mı yapıyorsun?

Ben şarkı yaparken hesaplayarak yazmaya, “ne tutar, nasıl kafiye yapmalıyım”a inanmıyorum. Jingle yaparkense aksine bunları düşünerek yapıyorum. Süre, slogan mecburiyetin var. İnsanlara 30 saniyede bir şeyleri ezberleteceksin...
O ‘catchy’ dediğimiz, insanın unutmayacağı, beynine sinek kağıdı gibi yapışacak şeyi yazmak... Bana çoğu arkadaşım “Niye jingle yazıyorsun, keşke bunu şarkı yapsaydın” der. Ama o müzikler de o markalara kısmetmiş diye düşünüyorum.

“İşkadını Nil, sanatçı Nil’in sponsoru”

Hesap kitap işleri reklam müziği yaparken iyi ama şarkı yazarken yaratıcılığı mı gölgeliyor sence?

Hesap kitapla şarkı yazamam ki. Ben şu anda tamamen kendi istediğim müziği yapıyorum. Bunun için plakçımla da çok kavga ediyorum. Bana “Sen burada yaşayan bir turistsin” diyor.

Niçin? Şarkı yaparken hangi formüle dikkat etmek gerekiyor da sen umursamıyorsun?

Genel olarak şöyle bir algı var müzik piyasasında, yanlış da değil, bir şarkı ya ağlatacak ya da oynatacak. Şarkılar bunun için. Bizim yaptığımız iş o. Bunun da çok acayip fiziki bir açıklaması var. Biz sudan yapılıyoruz ya, vücudumuzun çok büyük bir kısmı su. Ve su, müzikle çok titreşebilen bir şey. Bir şarkı söylediğimiz zaman, o bir frekans ve suda onun gerçekten fiziki olarak da bir etkisi oluyor.

“Şarkım birini ağlatır ya da güldürürse ne mutlu bana”

Molekül yapısını değiştiriyor...

Aynen. Müziğin böyle bir gücü var, frekans olduğu için. Ve sen en kısa yoldan karşı tarafta bir duygu yaratmak istiyorsun. Ben şarkı yazmaya başladığım zaman bu benim umurumda bile değil.
O şarkı daha sonra eskaza birilerini ağlatır
ya da oynatırsa ne mutlu bana!

Piyasa koşullarına uymak zorunda değil misin?

Şu anda şöyle bir şansım olduğu için böyle konuşabiliyorum. Ben Nil’i ikiye ayırdım zaman içinde, bir tane işkadını
Nil var, bir tane de sanatçı Nil. İşkadını Nil, öbürünün sponsoru. Bu, planlayarak olmadı. Hayatın beraber gittiği yollarla kesişe kesişe oldu. Bana özgürlük sağladı. Ben şimdi ‘He-Man’ diye bir şarkıyı, bir filmin soundtrack’i gibi yapıyorum. Bana diyorlar ki “Bak bunu böyle yapma, bu ‘He-Man’i radyolar çalmaz”... Ben bütün bunları düşünmeden, bana o şarkı matrak geldiği için onu çıkartabiliyorum mesela çünkü işkadını Nil bana o özgürlüğü sağlıyor.

Çünkü şarkınla para kazanmak zorunda değilsin...

Evet, “Ben de ekstralara gideyim, ben de para kazanayım, ben de konserlere gideyim...” Tabii. Eğer öbür Nil olmasaydı, o işkadını Nil kendi şirketini kuracak hale gelmeseydi, belki ben de o kaygıları taşıyor ve o şarkıları yapıyor olacaktım. Çok da doğal. Mevcut hal, benim butik bir hale gelmemi sağladı. Ama sen istemez misin radyolar senin şarkını çalsın ve her yerden konser teklifleri gelsin? Şarkıcı Nil’in en fazla istediği şey de bu ama taviz vermeden.