Değerli dostlar; mayıs ayı binlerce yıldan günümüze kadar ilkin Mezopotamya, sonra Anadolu’da ilkbahar mevsiminin, “yılın ilk yarısının” başlangıcı olarak gösterilir. Ekonomisi tarıma ve hayvancılığa dayalı toplumlar tabiatın değişimlerini anlamak, eş deyişle kozmos ve yeryüzündeki hareketliliği çözmek zorundaydı. Keza başlangıçta insanoğlunun üretim alanlarını, beslenme ürünlerini ve inanç sistemini toplumun içinde bulunduğu iklim şartları ve buna bağlı olarak toplumun yapısının koşulları belirlemiştir.
İnsanoğlunun doğaya karşı verdiği hayatta kalma mücadelesi boyunca birlikte yaptığı diğer iş; doğayı ve doğa olaylarını anlamaya çalışmak olmuştur. İlkin insanın kozmos ve doğa olaylarına sorduğu bilimsel sorulara bilim dışı karşılıklar vermiş olması doğaldır. Bu karşılıklar evresinde hayal ürünü söz olan mitoslar kozmosa ve doğaya sorulan soruların bilim dışı karşılıklarıdır; gerçeğe dayalı sözler ise doğaya ve kozmosa sorulan soruların bilimsel cevaplarıdır.
Halk takvimlerinin kökeni
Bu süreçten geçen toplum yapılarını ve insan düşüncelerini anlayabilmek için bu ister bir kült, ister bir inanç, isterse de törensel bir ayin şekli olsun onları kendi dönemlerinin koşullarında tutmalıyız. Her ne anlam yüklenmişse tüm doğayı çözmeye, tanımaya dair, bizler o anlamları onları var eden yapıda anlamlandırmalıyız. Böylece doğru ile olası, olası ile olabilir ve olabilir ile de hayali ayırt ederek insanoğlu tarihini daha gerçekçi bir şekilde takip edebilir ve anlayabiliriz.
Ve böylece 21 Mart “Nevruz”, 6 Mayıs “Hıdırellez-Kakava”, 22 Aralık “Nartugan” gibi halk takvimleri tarımsal ekonomiye dayalı toplumların tarihte doğayı anlamaya yönelik tüm deneyimlerinin zafer günleridir. Akabinde ise insan bin yıllar boyunca tabiata sorduğu sorulara ister mitos ister logos içeriğinde olsun cevap bulmuştur. Bundan sonra yapacağı ve yaptığı şey ise o günlere kendi inanç dairesine göre anlamlar vermek olacaktır.
Özellikle göçebe, yarı göçebe ve büyük oranda ekonomileri tarıma dayalı toplumlarda doğanın yenilenmesi, tekrar doğması, bir süre sonra insanoğlunun bilinçdışına taşınacak ve doğada, gökyüzünde gördüğü her şeyi tanrılaştıracaktır. Akabinde bu tanrılar adına bol ve zengin ritüelleri olan bayramlar düzenlemeye başlanır. İlkbahar ilkin Mezopotamya halkı olan Sümerler tarafından “Temmuz” olarak kimlik bulur. Mezopotamya’nın ilkbahar tanrısı, Anadolu’ya Adonis adıyla gelir. Adonis kendini var eden yeni koşullarda, coğrafyasında Temmuz’dan biçim ve içerik olarak çok bariz değişikliğe uğramamıştır.
Hızır denizde, İlyas karada
Mitolojinin mitos alanına göre; Afrodit’in lanetlenmesi sonucu mersin ağacına dönüşen Suriye kralının kızı Myrrha’nın oğlu Adonis’e Afrodit âşık olur. Ve genç sevgilisini kimseler görmesin diye Yeraltı Tanrıçası Persephone’ye emanet eder. Lakin Persephone, Adonis’i geri vermek istemez. İki tanrıça arasındaki çatışmayı Zeus çözer. Adonis yılın ilk altı ayı yeryüzünde Afrodit’le birlikte olacak, yılın geri kalan altı ayında ise yeraltında kalacaktır.
Adonis yeraltına indiğinde kış başlar ve yeryüzüne her döndüğünde ilkbahar gelmektedir. Adonis’in yeryüzüne döndüğü mayıs ayında İonya (Ege) bölgesinin Magnesya (Manisa) kenti yakınında bulunan Spil Dağı’ndan toplanan baharın ilk çiçekleri, taze otları bir şölen havasında karıştırılır, sonra ezilir ve bir macun elde edilirdi.
Son derece lezzetli olan, insana güç ve bolluk veren, “tıpkı ilkbahar tanrısı Adonis gibi”, bu macun yüzyıllar sonra “mesir macunu” olarak aynı bölgede binlerce yılın törensel bir izleği şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Hıdırellez ise dini motifli bir köken bilgisine göre; Hızır ve İlyas’ın bir araya geldikleri, buluştukları gün olarak 6 Mayıs’ı işaret eder. Hıdırellez kış mevsiminin sona ermesi ve yaz mevsiminin başlamasına dair bir kutlamadır. Rumi takvimde bir yıl ikiye ayrılır, 6 Mayıs Hızır ile yaz başlar, 8 Kasım’a kadar sürer.
8 Kasım kış mevsiminin başlangıcıdır bu takvime göre. Dolayısıyla baharın gelişi, tabiatın bu yeniden canlanışı semavi din dairesinde bulunan Anadolu Müslüman Türkleri için nebi ve peygamber kişilikleri ile yaşatılmaktadır. Osmanlı döneminde Hıdırellez “Ruz-ı Hızır” olarak adlandırılır ve Anadolu, Rumeli bölgelerinde oldukça çeşitli ritüeller ile yaşatılmıştır.
Anadolu Müslüman Türk inanışı Hızır’ı denizde, İlyas’ı ise karada gösterir. Maddi ve manevi anlamda zor durumda olan insanların ilkin medet umduğu Hızır’dır. Hızır’ın adı Kuran-ı Kerim’de geçmemesine rağmen İlyas Peygamber’den daha belirgindir. Keza İlyas Peygamber’in adı Kuran’da üç defa geçer.
Romanların bayramı
Hızır ve İlyas anlatılarında en belirgin motif Hızır’ın ölümsüzlük suyunu içmiş olmasıdır. Kuran’da “Bir gün herkes ölümü tadacaktır” ayetine (Ankebut suresi, 57. ayet) çelişkili bir yaklaşım görülür. Kesin delil Kuran olduğundan dolayı halkın Hızır’a ölümsüzlük suyunu içirmiş olmasının sebebi insanoğlunun arkaik ölüm korkusudur. Ölümü yenemeyen insanoğlu, ikinci hayatı veya ölümsüzlüğü yaratmıştır. Keza “Gılgamış Destanı”nda Gılgamış’ın ölümsüzlüğü aramaya çıkması ve neticede ölümsüzlük otunu denizden çıkarmış olması (yiyememesine rağmen) bize göre halk inanç dairesinde Gılgamış’ın bin yıllar sonra Hızır adıyla kendini koruduğunu gösteriyor. Öte yandan değerli dostlar, tasavvufi anlayışa göre zor duruma düştüğümüzde Hızır’ı beklemeye hiç gerek yok. Neticede gönülden gönüle giden yolda sevgiyle yol alan, saygıyla yol veren herkesin adı Hızır’dır.
"Ölümü yenemeyen insanoğlu, ikinci hayatı veya ölümsüzlüğü yaratmıştır"
Kakava ise Anadolu’nun ve dünyanın en renkli topluluklarından olan Roman “Çingene” dostların bayramıdır. 5 Mayıs akşamı ateş yakılır, 6 Mayıs sabahına kadar eğlenilir ve aynı gün şafak vakti suya atlanarak Baba Fingo aranır. Kakava için çok söze gerek yok çünkü Ahmet Haşim’in dediği gibi; “Çingene bir bahçedir, Kakava kahkahadır”...