01.03.2008 - 22:34 | Son Güncellenme:
FİLİZ AYGÜNDÜZ
60’lı yıllar... 27 Mayıs askeri müdahalesinden birkaç ay sonra. Milli Birlik Komitesi, 147 öğretim üyesinin görevlerine hiçbir gerekçe göstermeden son verir. Ama ille bir gerekçe istenecekse onlar, MBK’ya göre “Ahlaki, ilmi ideolojisi yönünden yüz kızartıcı notlara sahip olan, bilhassa çoğu komünist, mason, kifayetsiz, cinsi sapık, Kürt devleti kurmak isteyen, asistanlarını metres olarak kullanan, doçentin yazdığı kitaba imzasını koyan, senede üç-beş kere fakülteye uğrayan üyeler”dir (!)
Akademi dünyasında şok etkisi yaratan bu korkunç haksızlık karşısında dönemin, bu tip bir duruma alışık olmayan akademisyenleri nasıl tepki vereceklerini bilmez. Ama içlerinde biri vardır ki, o ne yapacağını bilir. Türk kültür hayatının duayenlerinden, hikayeciliğimizin ustalarından Haldun Taner. Tiyatro oyunlarını, radyo skeçlerini, gazete yazılarını da unutmamak lazım tabii.
Taner, tarihe 147’liler adıyla geçen bu olaya tepkisini göstermek için Dostoyevski’nin bitirilmemiş bir öyküsünden hareket ederek “Timsah” adlı bir radyo oyunu kaleme alır. Oyunun 1961’de tek temsili olur Ankara Radyosu’nda. Bir yıl sonra da öğretim üyeleri görevlerine iade edilir.
İşte bu, kitap haline getirilmemiş, yazılı metni bile bulunmayan radyo oyunu, yazılışından yaklaşık yarım asır sonra gün ışığına çıktı. Yazarın eşi Demet Taner‘in yardımları ve Selçuk Erez‘in titiz çalışmasıyla. “Haldun Taner’in Timsah’ı” adını taşıyan kitabın ilk bölümünde, radyo oyununun orijinal metni yer alıyor. İkinci bölümde, oyun Dostoyevski’nin aynı adlı hikayesiyle karşılaştırılıyor. Son bölümde ise, Selçuk Erez’in yaptığı eklemelerle “Timsah”ın tiyatro oyunu versiyonunu okuyoruz.
Böylesi büyük bir olaya imza atan
Taner ve Erez ile konuştuk. Sonra Demet Taner ile 22 yıl önce aramızdan ayrılan Haldun
Taner’i yad ettik...
“Timsah”ı radyoda oynanışından yaklaşık 50 yıl sonra “ilk kez” yayımlama fikri nasıl oluştu? Ne tetikledi sizi?
Selçuk Erez: 1960’larda üniversitelerden uzaklaştırılan 147 öğretim üyesi içinde babam ve Haldun Taner de vardı. Haldun beyle görüşmemiz o tarihlerde başlar yoğun bir şekilde.
Kaç yaşındaydınız o zaman?
Selçuk E.: 24 yaşındaydım.
Babanızın haberi aldığı anı hatırlıyor musunuz?
Selçuk E.: Bir sabah bir telefon çaldı. Babam açtı. Bir ahbabı 147 öğretim üyesi üniversitelerden atılmış; içlerinde sen de varsın diyor. Çok üzüldüğünü gördüm. Koltuğa oturdu, uzun süre konuşmadı. Çöktüğünü gördüm babamın. Her gün saat 8’de üniversiteye giden biri birdenbire gidecek bir yeri olmadığını öğreniyor. Onun o hali beni eziyordu. O zaman oradaki öğretim üyeleri anlı şanlı profesörlerdi ama bir sosyal kavganın nasıl verileceğini pek öğrenmemişler. Ne yapacaklarını bilmiyorlar.
Ama Haldun Taner biliyor...
Selçuk E.: Evet, çünkü o köşe yazarı, gazeteci; tepki göstermesini biliyor. Bunları topluyor, deklarasyonları da o yazıyor. Sonra rica ediyor 147’ler Haldun beye; senin çok kuvvetli bir kalemin var, bir şey yap diye. Haldun bey de “Timsah” adlı bir oyun yazmaya karar veriyor.
Başa dönersek, o oyunu yıllar sonra gün yüzüne çıkarma kararı almanız nasıl oldu?
Selçuk E.: Aradan zaman geçti. Öğretim üyeleri daha sonra görevlerine döndü. 147 meselesi tarihe karıştı. Ve unutuldu. Fakat Haldun Taner, Türkiye’nin dünya çapında yetiştirmiş olduğu en büyük oyun yazarı. Şimdi böyle birinin Türkiye’de de, Batı’da da en küçük bir notu, bir ithafı neşredilmeli. Shakspeare’in hiç yayımlanmamış bir eseri bulundu dense dünya yerinden oynar. Haldun Taner’in “Timsah”ının nerede olduğu bilinmiyordu. 40 yıldır kafamı meşgul eden bir konuydu bu.
“Bir odaya girdim ve oyunun kaydını orada buluverdim”
Haldun beye sağlığında sormadınız mı?
Selçuk E.: Sordum. Aradı ama teksti bulamadı. Ama arşivinde oyunun kaydı varmış. Demek ki o da unuttu. Ben zaten böyle bir kayıttan bihaberim. Haldun beyin vefatından sonra Demet hanıma söyledim.
Demet Taner: Eşim yaşarken 147’leri çok kez konuşmuştuk. Olayın tüm teferruatını kendisinden dinledim ama belleğimde yer eden “Timsah” oyunuyla ilgili bir şey yoktu. “Timsah”ın radyodan yapılmış bir kaydını tesadüfi bir şekilde bulup, Selçuk beyin ilgisini hiç bilmeden, ortaya çıkardığım bazı şeylerin içine koymuşum ve unutmuşum sonra. Selçuk bey yıllar sonra “Timsah”ı sorduğunda bir bakayım dedim. Sonra bir odaya girdim ve kaydı buluverdim.
Daha sonra bu kayıtlar çözüldü...
Demet T.: Bant kaydı Hollanda’ya gönderildi. Geçen sene Hollanda’dan temiz bir şekilde geldi. Deşifre edildi, sonra da yayına hazırlandı.
Kitabın son bölümünde radyo oyunu olan “Timsah”ı sizin yaptığınız eklemelerle bir tiyatro oyunu olarak okuyoruz. Nelere dikkat ettiniz yazarken?
Selçuk E.: Yargısına inandığım ve müracaat ettiğim insanlar oldu: Füruzan hanım, Şara Sayın... Metnin basılmamışını kendilerine verdim ve dedim ki “Lütfen okuyun ve hangisini benim yazdığımı, hangisini Haldun beyin yazdığını ayırt edebiliyor musunuz bakın”. Aldığım tepki şu oldu: “Hakikaten ayrılması güç!” Yani özellikle, yaptığım eklemelerde Haldun beyin üslubuna elimden geldiğince sadık kalmaya çalıştım.
Bundan sonraki aşamada oyunu bir tiyatroya önerecek misiniz sahnelenmesi için?
Demet T.: İlgilenen kimseler var. Daha gün yüzüne çıkmış bir şey yok. Ama sahnelenmesinden mutluluk duyarız.
“Timsah” gibi Haldun Taner’in arşivinde bekleyen, daha önce okuyucuyla buluşmamış eserler var mı?
Son zamanlarda hatıraları üzerinde çalışıyordu. Genç bir çocuk sekreterliğini yapıyordu. Haldun hatıralarını banda okuyor, çocuk da bunları çözüp yazıyordu. Banda okumak kullanılmaya hazır hammaddedir. Ama yazı bambaşka bir şey. Haldun Taner gibi kılı kırk yaran, insana saygı duyan biri onları kaleme dökeceği yazıda her kullandığı kelimenin sorumluluğunu taşıyacaktır. Hatıralarını yazabilseydi, bu bakış açısıyla çok dikkatli yazacaktı eminim. Ölümüyle yarıda kaldı bu çalışma.
Siz kayıtları dinlediniz mi?
O öldükten sonra dinledim. Çocukluğundan başlayıp tanıştığımız yıllara kadar gelmiş; 60’ların sonu 70’lerin başı gibi.
Yazıya dökülmüş bölümler var mı?
Yazdıkları, 15-20 sayfa kadar var.
Peki bu kayıtları ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Kayıtlar için henüz bir şey düşünmedim. Deşifre ettirip kitap haline getirmeye hakkım var mı, yok mu bilmiyorum. Anılarında isim de veriyor. Eminim yazıya dökerken, bazı isimleri kullanmayacaktı.
İsteseniz ölümünden bugüne geçen 22 yıl içinde bu kayıtları kitap haline getirebilirdiniz.
Ona duyduğum saygı ve sorumluluk nedeniyle bunu yapamazdım.
“Yarım kalmış bir öykü dosyası var”
Sizden sonrası için bu kayıtların korunmasıyla ilgili planlarınız var mı?
Benim açmazıma parmak bastınız. Hakikaten benden sonra ne olacak? Ne yapacağımı bilemiyorum. Haldun vasiyetinde benim için diyor ki, “İstediği her şey onundur. Geri kalanları ise Galatasaray Eğitim Vakfı’na bağışlıyorum”. Ben de öyle düşünüyorum. Ama hatıralarının olduğu ses kayıtları gibi bazı şeyleri veremeyebilirim; belki yakılmasını isteyebilirim.
Kasetlerin dışında başlayıp yarım bıraktığı öyküler, tiyatro oyunları ya da benzer çalışmaları da var mı?
Bir tane yarım kalmış öykü dosyası var. Şile’ye gitmiştik; İsmet Ay’ın evinde oturuyoruz. Sahilde birkaç tane kuğu gördük. İsmet Ay dedi ki “Tek başına duran bir kuğu var. Ben onun adını Onur koydum. Çünkü bu eşini kaybetti. Hayata küstü; diğerlerine hiç bakmıyor, yalnız yaşıyor”. İsmet Ay’ın anlattığı bu şey çok ilgilendirdi Haldun’u. Ölümünden bir sene önceydi. Bir kuğu dosyası var şimdi evde. Kuğular üzerine notlar almış. Çünkü kuğu ile ilgili bir hikaye yazacaktı.
Peki radyo oyunları?
Bir sürü bant var. Ben onları çözemedim. Hepsi eski bantlar, makaralar. Bunların içinde kabare oyunları var, bir sürü başka şey de... Bazılarının üzeri yazılı ama açınca içinden başka şeyler çıkıyor.
Yani yarım kalan oyunlar, öyküler, radyo oyunları... Sizin dahi bilmediğiniz birçok şey olabilir mi o kayıtların içinde.
Radyo oyunları için bir şey diyemeyeceğim. Olabilir. Ama yazılmış ve yayımlanmamış bir şey yok. Eskizler halinde bazı çalışmaları var. Eskiz derken yeni başlayacağı bir oyunun kahramanlarını kafasında düşünmüş ve onlarla ilgili notlar almış mesela.
Diyor ki Haldun Taner “Yazarlık öyle bir meslek ki insana 60-70 yıllık bir ömür değil, dört ömür yetmez.” Ne gibi projeler vardı kafasında?
Bir roman projesi vardı. “Boğaz’da bir yalı düşünüyorum. O yalının içinde üç nesil aynı anda olsun ve o üç neslin özelliklerini anlatırken Türkiye’nin geçirdiği safhaları da anlatayım” demişti. Ama romanla ilgili bir şey bulmadım, notları arasında. Bir de “Oyun Bozan Suiti” adlı bir oyun yazmayı planlıyordu.
Nasıl tanıştınız Haldun Taner ile? 76’da evlendiniz ama öncesinde uzun bir arkadaşlık dönemi var sanırım.
61 yılında pazar günleri edebi toplantıların yapıldığı Lozan kulübünde tanıştık. Daha sonra 67 yılında Kadıköy vapurunda karşılaştık. Beni görür görmez kitaplardan bahsetmeye başladı. İlk sorusu “Hangi kitapları okuyordunuz?” oldu. Ve ertesi gün de çalıştığım yere elinde kitapla geldi. 70’ten itibaren gerçekten her günümüz birlikte geçti.
Ona aşık olduğunuz anı hatırlıyor musunuz?
Ona aşk demeyelim isterseniz. Çünkü aşk bir parıltıdır; karşınızdakini tanıdıktan sonra sönebilir, beğenmeyebilirsiniz onu. Bence tanıdıktan sonra da o insanı seviyorsanız önemli olan bu; adına ne derseniz deyin. Bu manada buna aşk diyorsanız ben şu anda da Haldun’a aşk duyuyorum.
Size çok aşık olduğu söylenir Haldun beyin...
Muhakkak ki seviyordu.
“Muhakkak ki seviyordu”nun ötesinde çok büyük bir aşktan söz ediyorum ben.
Belki de öyledir. Bana düşmez bunu söylemek.
“Beni hiç ihmal etmedi”
En belirgin özelliklerinden birisi de çalışkanlığı. 30’a yakın daktilo eskittiğini söylemiş. Sizi hiç ihmal etti mi bu yoğun çalışma temposunda?
Hayır. Bilirdim her an beni düşündüğünü, o da benim her an onu düşündüğümü bilirdi; beraber olsak da, olmasak da... Telefonla konuşurduk zaten gün içinde bir yere gittiğinde.
Kıskanç bir eş miydiniz?
Ben kıskanç bir kadın sayılabilirim. Kıskançlık şöyle: Ön planda olmak isterim çünkü o da ön planda olmak istiyordu benim hayatımda.
Etrafında yoğun bir kadın ilgisi vardı eminim.
Çok vardı.
Bununla nasıl başa çıktınız; zor bir durum...
Bazen hoşuma giderdi, bazen kızardım. Düşünün, 60’ lı yıllar. Haldun Taner her genç kızın beğendiği, peşinden koştuğu bir adam. Onun için o dikkati göstermem lazımdı; kendime saygım var çünkü. Nereye kadar gidebilirim, nerede durmam lazım, nerede çekilmeliyim... Ama şunu da biliyordu; ben de istediğim zaman, istediğimi yapabilecek çapta bir kadınım. Tabii bütün bunlar başlangıçta olan şeylerdi. Birbirinizi tanıdıktan sonra ayrılmaz bir parça gibi oluyorsunuz.
Yokluğunu sormak istiyorum.
Çok zordu. Sadece hayatı paylaştığınız birini kaybetmiyorsunuz ki, bir dünya kaybediyorsunuz. Konserlere gittiğimizde, aynı anda duygulanırdık ikimiz de. Ve hemen el ele tutuşurduk; bu o kadar güzel bir duygu ki. Dediğim gibi yokluğunun ilk günleri çok zordu. Sonra baktım ki içime kapanıyorum; sokağa attım kendimi. Tiyatroya gitmeye başladım. Bütün konserlere gittim. Dostlarıyla temasımı daha da yoğunlaştırdım. Ondan sonra da onun bıraktığı yoğun mirasın odak noktasında kendimi buldum. 20 senedir de bunu götürüyorum. Onun yokluğu bile bir varlık.
“Bir Haldun Taner müzesi olmalı”
Bugün Haldun Taner’le ilgili özellikle yapmak istediğiniz bir şey var mı?
Ben çok şey yaptım sanıyorum ondan sonra. Ama bir Haldun Taner müzesi olsun çok isterim. 1991 yılında Kadıköy Belediyesi bir girişimde bulundu. Bir binayı Haldun Taner müzesi olarak tahsis etti. Müze projesi üzerinde çalışmaya başladık.
Selami Öztürk Kadıköy Belediye Başkanı seçildikten sonra bu işi hiç bilmiyormuş gibi davrandı. Bu müze olayını hasıraltı etti. Eğer o müze olsaydı, Haldun’dan kalan her şeyi orada sergilemeyi düşünüyordum. Ölümünden sonra ona ait hiçbir şeyi atmadım. Kişisel eşyaları, şapkaları
bu evin içinde duruyor. 21 yıldır onlar güveye karşı korunuyor, temizleniyor. Açıkçası Selami Öztürk orada olduğu müddetçe bu iş olmayacak; ondan sonra başka bir belediye başkanı gelirse müze çalışmaları devam eder diye düşünüyorum.