Pazar“Osmanlı okçuları kadar uzağa atış yapabilen kimse yok”

“Osmanlı okçuları kadar uzağa atış yapabilen kimse yok”

20.04.2008 - 02:37 | Son Güncellenme:

Hacettepe Üniversitesi Rektörü ve Uluslararası Okçuluk Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Uğur Erdener: “Bugün erkeklerde en uzun mesafe 90 metre, kadınlarda 70 metredir. Osmanlının ürettiği sert yaylarla bizim geleneksel okçularımız 1000, 1100 metrelere kadar atış yapmış. Bu rekor hâlâ kırılamıyor”

“Osmanlı okçuları kadar uzağa atış yapabilen kimse yok”

Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü görevine üç ay önce atanan Prof. Dr. Uğur Erdener 1950, Trabzon doğumlu. Öğrencilik yıllarında atletizm ve basketbolla uğraşan Erdener, 23 yıl Türkiye Okçuluk Federasyon Başkanlığı, beş yıl da Avrupa Başkanlığı yaptı. 2005’te de rekor oyla Uluslararası Okçuluk Federasyonu (FITA) başkanlığına seçildi.
Erdener’le üniversitedeki odasında sohbet ediyoruz. Ama daha konuşmamızın başında öyle bir şey duyuyoruz ki kendisinden, doğrusu önce biraz şaşırıyoruz...

Haberin Devamı

Gerçekten hiç elinize yay alıp ok atmadınız mı?
Arkadaşlarımızla kendi aramızda attığımız, bir anlamda oyun mahiyetinde kabul edilebilecek denemeler oldu ama “Okçuluk yaptım” diyemem tabii.

Peki hiç mi ilgi duymadınız?
Okçuluk göründüğü kadar kolay değil. Düşününüz ki bir bayan sporcumuz dahi bir
antrenman gününde ortalama dört ton kuvvet harcıyor. Okçulukta dikkat, konsantrasyon ve kuvvetin çok iyi bir harmoni içinde olması lazım. Bense aktif spor yaşantımı bitirdiğimde okçulukla tanıştım. 

Nasıl dünyadaki tüm okçuların, tüm ülkelerdeki okçuluk federasyonlarının en tepesindeki FITA Başkanı siz oldunuz?
Her şey 1972’de Hacettepe’de başladı. Öğrencilik yıllarımda etkin bir biçimde sporun içindeydim. Ben spora önce atletizmle başladım, sonra basketbolla devam ettim. En son bizim okul takımının koçuydum. Daha sonra okulumuzun spor kulübünün yöneticisi oldum. Hatta bir dönem amatör şubeler kaptanlığı yaptım. İşte o çerçevede de amatör bir okçuluk şubesi kurdum. 

“Bulunsun” diye mi kurdunuz, yoksa Hacettepe’de okçulukla ilgilenen var mıydı?
Birkaç arkadaşımız vardı. Başlangıçta onlar için bir şube açtık ama bu arkadaşlarımın vasıtasıyla kısa zamanda anladım ki okçuluk sporu Türkiye’de çok fazla ilgi görmüyor, federasyon yeterince organize değil, ekonomik gücü zayıf. “Nasıl yardımcı olabilirim, neler yapabilirim?” diye düşünmeye başladım ve zamanla artık okçuluğun sorunlarıyla özdeşleştim. Zaten o noktadan sonra da kendimi ister istemez bu sporun içinde buldum. 

Yani “Arkadaşlara bir yardımcı olayım” dediniz ve sonra iş nerelere geldi.
Sonra 23 yıl Türkiye Okçuluk Federasyon Başkanlığı, beş yıl da Avrupa Başkanlığı yaptım. Bunlar hep seçimle gelinen görevler. En sonunda da 2005’te Uluslararası Okçuluk Federasyonu başkanı seçildim.

FITA Başkanı seçildiğiniz o seçim için “Dünya okçuluk tarihine geçti” deniyor...
Seçim Madrid’de yapıldı. Delege gönderen 96 ülke vardı ve bize 96 ülkenin 80’i oy verdi. Bu bugüne kadar alınmış en yüksek oy. Üstelik rakibimiz de İngiliz bir bayandı.

Peki bu daha mı aleyhinize olan bir durumdu?Tabii, uluslararası olimpiyat komitesinin bazı bayan kotaları var. Bayanların spor yönetimi içinde yer almalarını teşvik ediyorlar. Öyle bir tercih kullanılması yüksek ihtimaldi. Ki zaten şu anda da kadın kotasını FITA olarak uluslararası federasyonlar içinde en iyi uygulayanlardan biriyiz. Yönetim kurulumda üç bayan arkadaşımız var; çok da başarılılar.

“Türk okçuluğu hep ilk 10’un içinde”

Sizce neden rekor düzeyde oy aldınız?
Kazanmaya giden yolun iyi planlanması gerekiyor. Bunun için ilk yapmanız gereken, yönetim kademesinin basamaklarını birer birer çıkmanız. İkincisi de kendinizi tanıtmanız. Ben seçim öncesi aşağı yukarı dört yıl bütün dünyayı dolaştım, kendimi okçuluk camiasına tanıttım. Bunlar Türk okçularının başarılarıyla da birleşince bana bir dünya desteği olarak yansıdı. 

Nedense insanın kafasında önce ille de bir Platini-UEFA benzeri ilişki kuruluyor...
Bu konu çok tartışılır; bir kurumu içinden gelen biri mi yönetmeli mi, yoksa bir profesyonel mi? Sağlıkta bile aynı tartışma var. 

Sizce?Bu konu artık yurtdışında tartışılmıyor ama bizde hâlâ her şeyden önce iyi bir hoca olacaksınız. 

Türk okçuluğu başarılı mı?FITA’nın 142 üye ülkesi içinde Türk okçuluğu en kötü zamanında bile hep ilk 10 içinde.

En büyük başarımız ne?Olimpiyat madalyası dışında her şey var. 

Ama olimpiyat olmayınca da olmuyor, değil mi?
İki kere olimpiyatta dördüncülük derecesi aldık. Bu bir okçu için olabilecek en ağır travma. Onlar benim de spor kariyerimdeki en üzüldüğüm günlerdir. Özellikle Atlanta’da kaçan olimpiyat madalyası beni çok üzmüştü. 

1970’lerde neredeyse bütün öğrenciler sağ-sol diye gruplara ayrılırken siz sporla uğraştığınız için hiç eleştirilmiyor muydunuz?En azından bizim üniversitede bu bir eleştiri konusu olmuyordu. Çünkü çok organize bir şekilde, çok ciddi takımları üniversitemizin adına yönetmek ve onlarla çok haşır neşir olmak gerekiyordu. Benim de görevim bir anlamda o idi. Tabii ki herkesin olduğu gibi benim de politik bazı düşüncelerim vardı.

Neydi politik görüşünüz?Genelde kendimi oldum olası demokrat, sosyal adaletçi görüşlere sahip bir insan olarak düşünürüm. Politik tercihlerim hiçbir zaman uç noktalarda olmamıştır. Atatürk’ün görüşleri, düşünceleri rehber aldığım düşüncelerdir. O nedenle kendimi o zamanlar dahil olmak üzere hep iyi bir cumhuriyet çocuğu olarak düşünmüşümdür.

Haberin Devamı

“Geleneksel Türk okçuluğu ile ilgili yurtdışında pek çok kitap var”

Haberin Devamı

Peki bu “ata sporu” ama literatürde “Türk okçuluğu” diye bir şey var mı?Bugün “geleneksel Türk okçuluğu”yla ilgili yurtdışında yazılmış o kadar çok kitap var ki... Özellikle ABD’de. 

Nedir geleneksel Türk okçuluğunun üstünlüğü?Bugünkü yaylarla siz oku bilemediniz 200 metreye falan atarsınız ki erkeklerde en uzun mesafe 90 metre, bayanlarda 70 metredir. Osmanlının ürettiği sert yaylarla bizim geleneksel okçularımız 1000, 1100 metrelere kadar atış yapmış. Bu rekor hâlâ kırılamıyor.

Haberin Devamı

Peki şimdinin en iyi okçuları hangi ülkelerden çıkıyor?Kore, Çin, Ukrayna... Ve tabii işin içine teknoloji de girdiği için İtalya, Fransa, Almanya, zaman zaman İngiltere, Türkiye, ABD...

Haberin Devamı

Kendi alanında öncü
Çok sayıda bilimsel makaleniz olduğunu, bunlara da çok sayıda atıf yapıldığını okumuştuk ama en yoğunlaştığınız konu hangisi?Aslında kendi uğraştığım alan itibarıyla ülkemizde öncülük yapmış insanlardanım.

Kendi alanınız derken? Oküloplastik cerrahi. Yani yüzün göz bölgesine kozmetik müdahaleler diyeyim. 

Estetik mi?Estetik ama genelde trafik yaralanmaları, silahlı veya patlayıcı unsurlarla oluşan yaralanmalar, travmalar, yanıklar, kireç yanıkları gibi nedenlerle oluşan kusurların tamiri... Biraz zahmetli bir iştir çünkü tamiri yapabilmeniz için değişik dokuları bulup kullanmanız gerekir.

En çok nereden doku alıyorsunuz?Ağzın içinden, kulaktan, kaburgalardan, koldan, deriden, birçok yerden...

Bu konuda uzman sayısı az mıdır?Dünyada var tabii ama ülkemizde halen az.

Verimli çalışmanın kârı 279 milyon YTL

Erdener okçu değil ama dünya onu sırf iyi bir yönetici olduğu için almış, FITA Başkanı yapmış. İşletmeci değil, Hacettepe’nin döner sermaye bütçesini 21 trilyondan 300 trilyona çıkarmış. Sekiz yıl boyunca Hastaneler Genel Direktörlüğü görevinde bulunmuş. Tüm bu başarıların püf noktası nedir derseniz Erdener’in yanıtı şöyle:
“Doğrusu kendimde hep yönetsel bir yetenek görmüşümdür. Bunu da galiba kolay kolay kızmamama borçluyum. Tepkilerimi hemen ve şiddetli vermem. Daha uzun zamana yayarak, daha değişik yollarla belli ederim. Çok kızdığım bir kişiye dahi reaksiyonel davranmam. Tepkimi gösterdiğimde ise bu çok ağır olur ama asla karşıdakinin kişilik haklarına sataşma içermez. Tıpkı sporda olduğu gibi... Eğer biri size faul yaparsa ve siz de hemen gidip karşılığını verirseniz, onun adı kavgadır. Ama sabredip anını kollarsanız faul yapmadan da tepkinizi göstermiş olursunuz.”

Siz Hacettepe hastanelerinin bütçesini 2000’de elinize aldığınızda 21 milyon YTL imiş, sonra 300 milyon YTL olmuş. Peki bu nasıl oldu?Evet, şu anda Hacettepe döner sermaye bütçesi en büyük olan üniversite. Tabii bunu da benden önceki rektörümüz Tunçalp Özgen’in bize sağladığı hareket serbestliği içinde ve onun zamanındayken yapabildim. 

İşin sırrı ne?Bu işin sırrı bugün üniversitelerimizde yapılması gereken kalite odaklı bir yönetim modelini sağlamak. Verimli çalışmak. Yani giderinizi kontrol edip, tedavi etkinliğinizi artırma. Ama bu son iki yıldır artan maliyet yüzünden tüm üniversite hastaneleri gibi biz de çok ciddi bir finansal sıkıntının içindeyiz çünkü para dönmüyor. Sürekli yaklaşık 75 milyon YTL’lik bir alacağı sırtınızda taşıyorsunuz. Alacak çok büyük olunca borcunuzu da doğal olarak ödeyemiyorsunuz. Ve bu giderek ağırlaşıyor.

Ya FIFA Başkanı olsaydı?

Siz Türkiye’de bu noktaya kadar gelebilen tek spor adamısınız...Uluslararası görevleri olan çok başarılı spor adamlarımız var ama Türkiye’nin uluslararası federasyonlar içinde bir olimpik dalın başkanı olduğu tek dal, evet okçuluk. 

Peki mesela FITA’nın T’si F olsaydı, yani siz FITA değil de FIFA Başkanı olsaydınız, herhalde 7’den 70’e herkes sizi tanıyor olurdu.Böyle bir beklentim yok, öncelikle onu söyleyeyim. Ama yurtdışında FITA Başkanı olarak karşılaştığım muamele kendi ülkemde karşılaştığımın çok çok üzerinde, o kesin. İkincisi; dünyada İtalya, İngiltere, Almanya, Fransa futbolda çok ileri ülkeler ama oralarda spor sadece futbol değil. Elbette futbol bugün bir dünya sporu, ben de iyi bir futbol izleyicisiyim (Fenerbahçeliyim) ama gelişmiş ülkeler başka sporlarla da yakından ilgileniyor. Hele de okçuluk gibi olimpiyat programında yer alan bir sporla...

O farkı nerelerde hissediyorsunuz?Bir örnek vereyim: Bir dünya şampiyonası organizasyonu için Almanya’ya gidiyorsunuz, size tahsis edilen iyi nitelikli bir siyah otomobil, sizi uçağın kapısından alıyor. Bu Almanya gibi kuralların çok katı işlediği bir ülkede gerçekten büyük ayrıcalıktır. Ya da bir ülkeye gittiğinizde ilgili bakan şerefinize bir yemek verir ve çok elit bir kitle davet edilir. 

Bunlar Türkiye’de olmuyor mu?Bunlar Türkiye’de olur, olmaz diye bir şey yok ama genelde yabancı uluslararası federasyon başkanlarına daha çok olur.