30.04.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
SEYİR DEFTERİ İlk gelişimde şaşırmıştım ama artık alıştım. Bu ikinci gelişimde pek bir şey değişmemiş, manzaraya birkaç otel daha eklenmiş o kadar. Kudüs'ten sonra Hıristiyanlığın ikinci kutsal kenti Lourdes'un nüfusu 18 bin, otel ve pansiyon sayısı 400. Evet, yanlış okumadınız, tam 400 otel ve pansiyon var bu daracık yerde. Otel sayısı bakımından, Paris'ten sonra Fransa'nın ikinci büyük kentindeyim.Pirene Dağları'nın etekleri düz ovadan başlıyor, kar sularıyla beslenen Gave Irmağı derin ve yeşil, ortasından ikiye bölüyor kent merkezini, iki kıyı boyunca sıralanan otellerin arasından bir eğri çizerek yine dağlara doğru, geldiği yönde akıp gidiyor. Suyu tertemiz ırmağın, akışı hızlı. Edip Cansever'in en sevdiğim kitaplarından biridir "Oteller Kenti" ama çiçeği burnunda bir yazarken yakından tanıdığım şairimizden söz etmek değil amacım. "Oteller kenti" deyince tatil kasabaları ya da metropoller gelmiyor aklıma; Fransa'nın güneybatısında, İspanya sınırına yakın bir küçük kenti, Lourdes'u düşünüyorum. Kış güneşinin aydınlattığı sokaklarda, park ve bahçelerin içinde dolaşırken karşıma çıkan otellerin adlarını not ediyorum: Yalnızlık Oteli, Beyaz Haç, Çarmıh, elbette küreselleşen dünyamızın en büyük zincirlerinden Mercure, sonra Fransa kral ve kraliçelerinin adlarını taşıyan oteller ve başta Kutsal Bakire olmak üzere Azize Lucia, Azize Magdelena, Aziz François, Madonna otelleri... Neyse ki, hacı adayı olmayan gençler için de bir diskotek var, adı Angelus'un Çanları.Lourdes yılda 6 milyon hacının konaklama gereksinimini karşılama durumunda. Bu nedenle devasa mumlardan tespihlere, boy boy haç ve Meryem Ana heykellerinden incik boncuğa, her şeyin satıldığı bir butik kente dönüşmüş. Otelden dışarıya adımınızı attığınızda kendinizi ya bir dükkanda ya da bir işporta sergisinde buluyorsunuz. Oysa sarp kayalığın yamacındaki eski kalesi, taş köprüsü ve dar sokaklarıyla gün görmüş bir hali de var. Hıristiyanlık açısından önemi, Meryem'in burada bir küçük kıza görünmüş olmasından kaynaklanıyor.Bernadette yoksul bir değirmencinin kızıydı. 1844 yılında doğmuş, o zamanlar yöreyi kasıp kavuran kolera salgınından o da nasibini almıştı. Yoksul çocukların çoğu gibi ölmemişti gerçi ama kısa süren yaşamı boyunca hep acı çekecek, astım illetinden yakasını kurtaramayacaktı. Adları da ilginç Bir gün ırmak kıyısında çalı çırpı toplarken yolu bir mağaraya düştü. Ve orada beyazlar giymiş genç bir kadın suretinde gördü ölümü. Adının "Kutsal Bakire" olduğunu söyleyen suret, belinde mavi kuşağı elinde tespihiyle, ona bu dünyada olmasa bile öbür dünyada mutluluk vaat ediyor, sırlarını açıyordu. Sarı güller serilmişti ayaklarına ve yuvarlak, genç yüzü, günahsız bedeni kadar beyazdı. "Immaculee Conception"dı o, yani Tanrı'nın oğlunu hiçbir erkekle birleşmeden, Ruh-ül Kudüs'ün nefesiyle doğurmuştu.Bernadette ona kış boyunca tam 16 kez görünen Meryem'in çekimine kapıldı, rahibe olup bir manastırda geçirdi ömrünü. Yalnız ve acılar içinde. Şimdi, onun kenti Lourdes'da, ona benzeyen ama onun kadar genç olmayan rahibe kalabalığının arasından kendime bir yol bulmaya çabalıyorum.Mavi-beyaz giysileri, İsa'ya adadıkları kızlıkları, sabır ve şefkatleriyle, kelebekler gibi bir butikten ötekine, bir otelden diğerine kanat vurup duruyorlar. Ortalıkta dolaşan tek erkek ben değilim. Siyah etekleriyle yarasalara benzeyen rahipler de katılıyor aramıza. Ve elbette, tekerlekli iskemleleriyle hastalar. İyileştirici, tedavi edici bir özelliği olmamasına karşın, Meryem'in Bernadette'e göründüğü mağaradaki kaynaktan su alıp yanımızda getirdiğimiz bidonlara dolduracağız. Ve, eğer gerçekten inançlıysalar, sakatlar değneklerini, felçliler tekerlekli iskemlelerini burada bırakacaklar. Hep birlikte şifa bulacağız, bölgenin şaraplarıyla otellerimizde kafayı bulmadan önce. Meryem'in çekimi Hacı olmak için gelmedim Lourdes'a. "Derin Fransa"nın bu kutsal kentinde 30 yıldır verilen iki önemli edebiyat ödülü var. Max-Paul Fouchet şiir ve Promete öykü ödülleri. Ben bu ikincisinin seçiciler kurulundayım. Ödül törenine katılmak için geldim buraya. Gelir gelmez de, "Kutsal Bakire"nin mağarasını ziyaret etmekten kendimi alamadım. Katolik dünyanın kalbi orada atıyordu çünkü.Mağaranın önü, hani ne derler, iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Her yerde mumlar yanıyor, adaklar adanıyor, dualar ediliyordu. Ve insanlar, Bernadette gibi, bu dünyada olmasa da, öbür dünyadaki mutluluğun peşindeydiler. Yeryüzünün dört bir yanından gelmiş, günahlarından arınmış, mağaranın önünde diz çökmüş haç çıkarıyorlardı. Yaşlı ve hastaydı çoğu. Tevekkül içindeydiler. Onlara Nâzım Hikmet'in ağzından şöyle seslenmek istedim:"Meryem ana Tanrıyı doğurmadı / Meryem ana Tanrının anası değil / Meryem ana analardan bir ana / Meryem ana bir oğlan doğurdu / Adem oğullarından bir oğlan / Meryem ana bundan ötürü güzel bütün suretlerinde / Meryem ananın oğlu bundan ötürü kendi oğlumuz gibi yakın bize." Mumlar ve adaklar