24.05.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
MİRAÇ ZEYNEP ÖZKARTALzeynep.ozkartal@milliyet.com.tr
İki ay öncesine kadar Kiran Desai ismine -eğer çok sıkı bir edebiyat meraklısı değilseniz- aşina değildiniz. Ama ne zaman ki Desai’nin Orhan Pamuk ile flört ettiği haberi duyuldu, Hint edebiyatının yeni adı bir anda Türk edebiyat dünyasında sık duyulur oldu.
Nerede tanıştılar bilmiyoruz. Belki Pamuk’un hoca, Desai’nin öğrenci olduğu Columbia Üniversitesi’nde; belki Burma’daki okuma seansında ya da Turin’deki kitap fuarında...
Ama Pamuk’un sevgilisini ziyaret etmek için Hindistan’a kadar gittiği haberi geldi kulağımıza... Haliyle merak ettik Desai’yi, portresini çıkardık.
Annesi karşı çıktı
Kiran Desai 3 Eylül 1971 Yeni Delhi doğumlu. Annesi de Hindistan’ın ünlü yazarlarından biri: Anita Desai. 14 yaşına kadar Yeni Delhi’de yaşayan Kiran, 14 yaşında annesiyle birlikte İngiltere’ye taşındı. Burada bir yıl kaldıktan sonra bu kez hâlâ yaşamını sürdürdüğü ABD’ye gittiler.
“Ben yazar olmak istiyorum” dediğinde annesi karşı çıktı. Ama bu itiraz sonuç vermedi. Kiran, Hollins’te yaratıcı yazarlık dersleri aldıktan sonra ilk kitabını yazmaya koyuldu. Bu sırada Columbia Üniversitesi’ne girdi ama kitabın hummalı yazım sürecinde iki yıl ara verdi üniversiteye.
Salman Rüşdi’den övgü
Bu sırada edebiyat dünyasına hızlı ve şanslı bir giriş yaptı. Henüz ilk romanı yayımlanmadan, New Yorker dergisinin Salman Rüşdi tarafından hazırlanan özel Hint edebiyatı sayısında arzı endam etti.
İlk romanı “Hullabaloo in the Guava Orchard” 1998’de yayımlandı ve Salman Rüşdi gibi yazarların övgüsünü kazandı. Üzerinde dört yıl çalıştığı bu roman, ona 35 yaşın altındaki yazarlara verilen Betty Trask ödülünü de getirdi. İlk romanların yazarın yaşamından fazlaca iz taşıdığı öne sürülür, oysa Desai romanının pek de otobiyografik olmadığını söyledi baştan. Ancak “Hindistan’a dair sevdiğim her şeyle dolu” dedi bu kitap için.
Desai ikinci romanı “The Inheritance of Loss” için yedi yıl çalıştı ama değdi. 2006’da dünyanın en prestijli edebiyat ödüllerinden Man Booker’ı ve Ulusal Eleştirmenler Çevresi Kurgu Ödülü’nü kazandı. Ünü dünyaya yayıldı.
‘80’lerde geçen “The Inheritance of Loss” küreselleşme, çokkültürlülük, ekonomik eşitsizlik ve terörizme eğiliyordu. Doğu ile Batı arasında kalmanın, göçmen olmanın ne anlama geldiğini anlatıyordu yazar. Şu sorulara da edebiyatı elden bırakmadan cevap arıyordu: Fakir bir ülkeden gelen birini zengin bir ülkeye getirdiğinde neler olur? Bu iki ülke arasındaki eşitsizlik o insanın yaşamına, karakterine nasıl yansır?
“The Inheritance of Loss”u aslında 1500 sayfa yazmış Desai ama 324 sayfa yayımlanmış. Annesi romanın çok daha uzun olması gerektiğini savunuyormuş ama Salman Rüşdi bambaşka bir tavsiyede bulunmuş: “Uzun bir kitap yazacağına birkaç kısa kitap yaz. Böylece daha fazla telif kazanırsın”.
Yemek kitabı yazmak istiyor, favori çalışma yeri mutfak
Annesinin üç kez aday olduğu ödülü kazandı
Man Booker ödülünün Desai ailesi için apayrı bir anlamı vardı. Annesi Anita Desai üç kez aday olup hiç kazanamamıştı. Kiran ise kendisine ödül kazandıran ikinci romanını annesine ithaf etmişti.
Ödülü kazandıktan sonra gazeteciler Hindistan’daki teyzesini arayıp bulmuş ve yeğeninin bu başarısını yorumlamasını istemişler. Teyzenin sözleri biraz yüz kızartıcı olmuş Kiran için: “Kiran pek parlak bir öğrenci değildi. Ama bir keresinde bana harika bir yemek pişirmişti.”
Zaten Desai yemeğe meraklı; yemek pişirmekle de arası çok iyi. Yeni tarifler denemeye bayılıyor, hatta bir yemek kitabı yazma hayali var.
Zaten en sevdiği çalışma mekanı mutfak. Yazarken hemen yiyecek bir şeyler ya da bir fincan çay bulmak onu mutlu ediyor. Hatta “Biraz yazmak, bir kurabiye, biraz daha yazmak, birkaç top dondurma... İşte harika denge” diyor mutfak-yazı ilişkisini anlatırken.
Topluluk önünde konuşmayı sevmiyor
En verimli yazı saatleri sabahları, uyanır uyanmaz... En verimsiz saatleri öğleden sonraları. Bunu da öğleden sonra siestalarıyla büyümesine bağlıyor, “O saatlerde beynim duruyor” diye itirafta bulunuyor.
En sevdiği yazarlar arasında Ishiguro, Kenzaburo Oe, Truman Capote, Tennessee Williams, Flannery O’Connor, Gabriel Garcia Marquez’i sayıyor Desai. Favori kitaplarından biri ise Juan Rulfo’nun “Pedro Paramo”su. Tabii Orhan Pamuk’un da sıkı bir hayranı...
Sıcakkanlı, samimi biri Desai ama çok da girişken değil. Örneğin topluluk önünde konuşmayı pek sevmiyor. Yayıncılarının ısrarlarına rağmen kaçmaya çalışıyor bu tür etkinliklerden.
Bir de yazdıkları söz konusu olduğunda epeyce zor beğeniyor. İkinci kitabı için Booker almış bile olsa rahatlıkla “Birinciden iyi ama gene de mükemmel değil” diyor.